YÜKSEL DURGUT | GEZİ-YORUM
Yolculuk… İslâm’ın ruhunda titreşen bir kelime. Hac’da, Umre’de, Hicret’te; adımların manaya dönüştüğü yaşanan anlar. Efendimiz’in (sas) Medine yolundaki tozu toprağı, sadece bir kaçış değil, tevhidin yeryüzüne ayak basışı misali. “Yolcunun duası makbuldür.” müjdesi de boşuna değil. Bizimkisi de öyle bir yolculuk işte: 15 Temmuz sonrasının gurbeti… Almanya’ya uzanan yollar, bir bakıma bu kadim geleneğin devamı oldu.
Geldiğimden beri bisiklet, burada benim nefesim, özgürlüğüm. Geçen yıl, güneşin içimizi ısıttığı her an pedalladım. Tam 3 bin 500 kilometre… Yol beni, ben yolu dinledim. İşte bu yüzden, vaktinin çoğunu iki teker üstünde geçiren bir Müslüman gazeteci olarak, bu “bisiklet kiliseleri” meselesine değinmesem, içimde kalırdı.
İyi ki var şu bisiklet uygulamaları. Geçen hafta, bir bisiklet rotasında gördüğüme şeye inanamadım. Araştırdım ve modern çağın telaşı, ibadethaneleri bile dönüştürüyormuş meğerse. Artık insanlar, sadece sabit taş binalarda değil; hareket halindeyken, rüzgâr yüzlerinde, doğanın kucağında da arıyorlar gerçeği. Almanya’daki bu “Fahrradkirche” dedikleri bisiklet kiliseleri, tam da bu arayışın mimariye bürünmüş hali.
Bu yazı sadece Hristiyan dünyasının ilginç bir yeniliğini anlatmıyor. Biz Müslümanlar için de derin bir kapı aralıyor: Benim gibi birisi için – birkaç sene önce, içinde bulunduğum şehirdeki DITIB’e ait bir camide, Cuma namazı sonrası, sırf dürüst olduğum için hakaretlerle kovulan, yüzüme kapıyı kapattıkları o anı unutamayan biri olarak – sormadan edemiyorum: Mekân nedir? Allah’ın evinden beni kovdukları anda tek söylediğim şeyi hatırlıyorum: “Allah’ım şahit ol! Senin evinden kulunu kovuyorlar.”
Peki bir ibadet, hareketle nasıl buluşur? Yolculuk ruhu nasıl besler? Hele Almanya gibi seküler rüzgarların sert estiği bir yerde, bu tür denemeler, dinin kendini yeniden nasıl ifade ettiğinin de bir göstergesi aslında.
Tesadüf mü? Hayır. Almanya, sadece katedralleriyle değil, köklü bir bisiklet kültürüyle de anılıyor. ADFC (Allgemeiner Deutscher Fahrrad-Club) derler ya, Avrupa’nın belki de dünyanın en büyük bisiklet ailesi. 200 bini aşkın üyesiyle, yolları, güvenli istasyonları, şehirlerarası parkurlarıyla adeta bisiklet cenneti. İşte bu bu topraklarda filizlenmiş bisiklet kiliseleri. Yol yorgunu bedeni dinlendiren, ruhu da tazeleyen bir durak… Tıpkı bizim kadim hanlarımız, ribâtlarımız, yol kenarındaki o mütevazı mescitlerimiz gibi.
O tarihi kervansaraylar… Yolcuya hem soluk aldırır hem de secde ettirirmiş. Sadelik, hizmet, erişilebilirlik… Bisiklet kiliseleri de modern zamanların “yol mescidi” sanki. Tarlaların ortasında durup el açan, yeşillikler içinde Rabbini anan bir insan…
280’den fazla var şimdi Almanya’da. Genelde kırsaldaki terk edilmiş veya sessiz kalmış küçük kiliseler dönüştürülmüş. İçlerinde ne yok ki? Oturup soluklanacağınız banklar, sessiz bir köşede dua edebileceğiniz alanlar, kitap rafları… Hatta elektrikli bisikletinizi ücretsiz şarj edeceğiniz prizler, lastiğinizi şişireceğiniz pompalar bile düşünülmüş.
Dahası, çağa ayak uydurmuşlar: Duvara asılı QR kodları telefonunuzla okuttuğunuzda, dijital dua sayfaları, meditasyon rehberleri karşınızda.
Mobil uygulamalar, size en yakın bisiklet kilisesine giden rotayı çiziyor, bazıları ise sosyal medyadan canlı sohbetler, manevi söyleşiler düzenliyor. Bu dijital dokunuş, özellikle genç pedalşörler için bu sessiz sığınakların cazibesini katkı sağlasın diye düşünülerek; mekânla kişi arasına dinamik, sürekli bir köprü kurması istenmiş.
Kimi eski kilise havasını korurken, kimi modern bir sığınak gibi. Asıl mesele; bunlar sadece “mola yeri” değil; yolculuğun anlamını derinleştiren birer sembol haline gelmiş olması.
Dikkat çekici bir detay: İçeride süs olmuş bisikletler, duvarlarda metal tekerlekler… Kimseye “gel şuraya otur” demeyen, ama “dur, düşün, hatırla” diyen dinginlik sağlanmaya çalışılmış.
Fakat bu bisiklet kiliselerinin ortay çıkış gerçeğini de göz ardı etmemeli. Almanya’da, Batı Avrupa’da kiliseler boşalıyor. Genç nesil, kalıplardan, kurumlardan uzak. Geleneksel kiliseler ya sessizliğe gömülüyor ya da kültür merkezlerine dönüşüyor.
Bisiklet kiliseleri, bir nevi kilisenin gençlere, “Biz buradayız, senin hayatının içindeyiz.” deme çabası. Yenilikçi bir misyonerlik belki, ama aynı zamanda kurumsal varlığını sürdürme çabası da.
İşte bu dijital açılımlar, bu çağdaş dokunuşlar, bu “geleneği yenilikle buluşturma” hamlesi, aslında bu amaca hizmet ediyor: Kapalı kapılar ardındaki soğuk taş yığınları olmaktan çıkıp, yolcunun ayak izlerine, nefesine, teknolojisine dokunabilmek…
Türkiye’de de camiler, bazen sadece ihtişamlı minarelerle, kubbelerle anılıyor. Ama genç yüreklerle bağ kopuk. Aktif bir hayat merkezi, bir buluşma noktası olamazsa cami, sadece bir mimari harika olarak kalır.
Bisiklet kiliseleri, sadece bir proje değil. Batı’da dinin yaşadığı kurumsal krize karşı, ruhu topluma yeniden dokundurma çabası. Modern insanın ihtiyacını gören, teknolojiyi kucaklayan, ama aynı zamanda içeride gördüğüm panoda yazılı olan şu mesajı da fısıldayan bir teşebbüs: “Din, durağan değil; hareket halindedir. Ruh, pedallarla birlikte de yol alır.”
Ve belki de, en önemlisi, kapıları – gerçek veya mecazi – herkese, her duruşa, hatta kovulmuş olanlara bile açık tutabilmektir ibadetin özü…
İyi bayramlar!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***