Bundan tam 20 yıl önce, 2005 yılının 10 Ağustos günü…
Bugün “Eski Türkiye” denilen bu ülkede ilginç bir sohbet toplantısı yapıldı.
Masanın bir başında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan oturuyor…
Toplantıya katılanlar arasında yazar Adalet Ağaoğlu, Gencay Gürsoy, Yılmaz Ensaroğlu, Ahmet Hakan, Nuray Mert, Ali Bayramoğlu, Oral Çalışlar, Mustafa Karaalioğlu gibi yazar ve gazeteciler var.
Masanın bir ucunda başbakan bakın öteki ucunda kim oturuyor
Türkiye’nin 150 aydını “PKK’ya silah bırakma çağrısı” yapmıştı.
Bunun üzerine aralarından 12 kişi seçilmiş ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşüyor.
O gün çekilen fotoğraflara baktığımda, masanın bir ucunda oturan bir başka insanı daha fark ettim.
Şimdi sıkı durun.
Osman Kavala’ydı o kişi…
PKK’ya silah bırak çağrısı yapan 150 aydın arasında o da vardı ve Erdoğan’la görüşmek üzere seçilen 12 aydından biri oydu.
Öcalan’a meclisin yolları Kavala’ya hapishane maltaları
Kadere bakın.
Şimdi PKK silah bırakır, Abdullah Öcalan “kurucu önder” payesine yükseltilip, neredeyse ona af konusunun tartışıldığı bir günde, Osman Kavala hapiste.
O karedekilerden Adalet Hanım artık aramızda değil.
Ama geriye bu fotoğraf kaldı.
Adalet hanımın masaya getirdiği şiir neydi?
O gün o masada ilginç bir şey konuşuldu.
Konuşulan şey, Fatih Altaylı’nın geçen gün Silivri’den patlattığı “Devlet Bahçeli’nin Öcalan’a gönderdiği şiir” haberi ile yakın ilişkisi var.
O toplantıda Adalet Ağaoğlu yanında bir şiir getirmişti…
O şiirin adı “Memleket İsterim’di…”
Yani 20 yıl sonra Devlet Bey’in İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan’a gönderdiği Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiiri.
Adalet hanımın önerisi, Erdoğan’ın yaptığı şaka
O gün Adalet Ağaoğlu, Başbakan Erdoğan’a şunu söylemiş:
“Bu şiiri Diyarbakır’da okusanız ne güzel olur…”
Erdoğan da Adalet Hanım’ın isteğine şu cevabı vermiş:
“Okurum tabii.”
Ve arkasından şu espriyi patlatmış:
“Nasılsa şiir okudum diye beni yine hapse atacak değiller ya…”
Birlikte gülmüşler…
Erdoğan Adalet hanımın isteğini Diyarbakır’da yerine getirmiş
11 Ağustos günü Hürriyet’te bunun haberi de çıkmış.
Tamamen unutmuşum.
Oysa o gün Hürriyet’in genel yayın yönetmeniydim.
Erdoğan bu şiiri Diyarbakır’da okumuş mu diye merak ettim.
İki kaynakta Adalet Hanım’ın isteğini yerine getirdiğini, Diyarbakır’da bu şiiri okuduğu haberi vardı.
Biri Bianet, öteki “Amida” adlı bir yerel haber portalı.
Evet bu anlattığım güzel olay bundan 20 yıl önce yaşandı.
Geriye dönüp kendimi o masada düşündüm
Dün uzun uzun bu fotoğrafa baktım.
Çok hüzünlendim.
Düşünebiliyor musunuz, masanın bir ucunda, şiir okuduğu için 3,5 ay hapis yatmış bir başbakan oturuyor.
Öteki ucunda ise o günden 12 yıl sonra, masadaki başbakanın Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturduğu sırada hapse girecek Osman Kavala var.
Biri 3,5 ay yatmış öteki 7 yıldır yatıyor
Biri, şiir okuduğu için hapse girmiş.
Öteki bir gösteriye katıldığı için hapse girecek.
Ve arada şu farkla.
Erdoğan, özel bir hapishanede 3,5 ay yatıp çıkmış.
Osman Kavala 7 yıldır hapiste.
Aradan sadece 12 yıl geçmiş…
Ve o masanın güzel havasından hiçbir şey kalmamış.
O karenin çekildiği gün Türkiye nasıl bir yerdi?
O gün 10 Ağustos 2005’ti…
Bir çarşamba günüydü.
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan henüz 2 yıldır o koltukta oturuyordu.
“Muhtar seçilme hakkını” bile kaybettiği günlerde, dönemin muhalefet Partisi CHP yardımına koşmuş.
Anayasa değiştirilerek el birliği ile Erdoğan’ın Siirt’ten milletvekili seçilmesi, başbakanlık koltuğuna oturması sağlanmıştı.
“Ben milli görüş gömleğini çıkardım” diyen bir Başbakan
“Fair Play’in”, “demokratik centilmenliğin”, “siyasi mertliğin” altın yıllarıydı.
Bir parti rakibini kapatmaya değil, o partinin yolu hapisle kesilmek istenmiş liderini Parlamentoya sokmaya çalışıyordu.
Demokrasi anlayışı “çoğulculuk” temeli üzerinde oturuyor.
“Çoğunlukçuluk” virüsü Parlamento kapısından adımını atamıyordu.
“Halk beni seçti, ben milli iradeyim” dönemi açılmamış
Anayasal kurumlar yerli yerindeydi. Anayasa’ya uymamak en ağır demokrasi suçlarındandı.
Otoriterlik kelimesi, henüz liderlik lügatine girmemişti.
Türkiye, Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlamıştı.
Tarih 10 Ağustos 2005’ti…
Ve o gün hala “eski Türkiye’ydi…”
Üçlü koalisyonun 2 yılda bitirdiği ekonomik krizi, “güçlü başkanlık” 8 yılda niye çözemedi
Şiir aynı şiir…
20 yıl önce bir kadın yazarımız Başbakanın masasının üzerine koymuş.
20 yıl sonra Devlet Bahçeli aynı şiiri Abdullah Öcalan’ın masasına koyuyor.
Bir şiirden ötekine 20 yıl…
Ve şimdi yine büyük bir ekonomik krizle boğuşuyoruz.
Hayat pahalılığının orta sınıfları bile perişan ettiği günlerde, kafamızdaki şu soru giderek büyüyor:
O gün üçlü koalisyonla 2 yılda aşıp, liramızdan 6 sıfır atabilecek bir ekonomik istikrara varabilmişken;
Bugün “güçlendirilmiş Cumhurbaşkanı” ve tek parti, tek adam rejimi ile neredeyse 8 yıldan beri bu ekonomik krizi niye aşamıyoruz…
Neydi o “eski Türkiye” ile bugünün “yeni Türkiye’si” arasındaki fark
Neydi fark?
Şuydu;
O gün bu ülkede düşünce ve ifade özgürlüğü vardı.
Medya çeşitliliği vardı.
Aydınlar, siyasetçiler, gazeteciler hapse atılmıyordu, gazete sahipleri sürgünlere gitmek zorunda kalmıyordu.
Kayyımlık icat olmamış mertlik bozulmamıştı
Seçilmiş belediye başkanları evlerinden alınıp götürülmüyor, yerlerine iktidar partisinin kayyımları oturtulmuyordu.
İyi kötü çalışan; dönemin seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Erdoğan’ı, bugün bir başka seçilmiş büyükşehir belediye Başkanı İmamoğlu’na yapılandan farklı olarak, aynı iddiaları kendisini bir gün bile gözaltına almadan, evine polis göndermeden, siyasi etkiden bağımsız yargılayıp beraat ettiren, iyi kötü ama çalışan bir adaleti savcıları, hakimleri ve yargısı vardı.
Külliye duvarlarının arkasından artık böyle şakalaşma sesleri gelmiyor
Ve bir de…
O gün muhalif yazarlarla, aydınlarla, gazetecilerle aynı masaya oturabilen, şakalaşabilen, onları dinleyen bir başbakan vardı.
Yüzünü, Orta Doğu’nun sorunları bitmeyen coğrafyasına değil, Avrupa Birliği’ne çevirmiş gülebilen bir liderdi Erdoğan.
O gün o lider, Cumhuriyet’in mütevazı ama estetik Başbakanlık binasında oturuyordu.
Bugün Külliye’nin devasa binalarının içinde, Kafka labirentlerine benzeyen odalarda oturuyor.
Ve o Külliye’nin duvarlarının arkasından artık öyle güzel şakalaşma sesleri gelmiyor.
Başbakan Erdoğan krizi 2 yılda bitirdi Cumhurbaşkanı Erdoğan 8 yıldır bitiremiyor
10 Ağustos 2005 günü, ülkenin aydınları ülkenin Başbakanı ile masaya oturduğunda işte böyle bir ülkemiz vardı.
Umarım hem Cumhurbaşkanı hem AKP’nin vicdan sahibi insanları bu güzel fotoğraf karesine bir kere daha yakından bakarlar.
O günkü ekonomik krizin çözümü için ilk gerçekçi adımları atan, programı hazırlayan ve uygulamaya koyan üçlü koalisyondu, bitiren ise “Güçlendirilmemiş” Başbakan Erdoğan oldu.…
Sizce bu iki liderden hangisi daha güçlü?
Ya bugün…
Bugünkü ekonomik krizi 8 yıldır bitiremeyen ise “güçlendirilmiş” Cumhurbaşkanı Erdoğan…
Söyleyin sizce halkın en önemli sorunlarının çözümü bakımından hangisi daha güçlüydü?
Güçlendirilmemiş ama şakalaşan Başbakan mı?
Güçlendirilmiş ama artık hiç gülmeyen Cumhurbaşkanı mı?
Demokratik “sistem” mi?
Otoriter “rejim” mi?