Türkiye açısından son günlerde birbirinden bağımsız gibi görünen, ancak dikkatli incelendiğinde aralarında pozitif korelasyon olduğu anlaşılan gelişmeler yaşanıyor. Yakın gelecekte hem iç hem de dış politika üzerinde önemli değişikliklere neden olabilecek bu gelişmeleri anlamlandırmak, Erdoğan’ın başta S-400 krizi olmak üzere, karşılaşabileceği diğer krizleri de bertaraf etmek için izleyeceği yol haritası konusunda bir fikir verebilir.
FATİH YURTSEVER | BOLD ANALİZ
ABD başkanı olarak Joe Biden’ın seçilmesi, hem AB hem de NATO tarafından memnuniyetle karşılandı. İngiltere’nin AB’den ayrılmasından sonra, Fransa’nın AB’nin tek nükleer gücü olarak tüm Avrupa’nın savunucusu rolüne talip olması, ABD’nin Suriye’den askerlerini çekmesi, Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda yaptığı harekatın NATO’nun karar mekanizmalarından bağımsız olarak alınması, Makron’un NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti tepkisi, Almanya başta olmak üzere, Batı’da tedirginliğe yol açtı. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yürüttüğü sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerine karşı, AB’nin Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın beklediği tonda sert tepki vermemesi, Fransa, BAE, İsrail, Mısır ve Yunanistan arasında askeri ve siyasi ittifakların doğmasına neden oldu. Türkiye bölgede yalnız kaldı. Yunanistan savunma bütçesini artırarak hava gücü dengesini kendi lehine çevirmek için Fransa’dan Rafaele ve ABD’den F-35 uçakları almaya karar verdi.
ERDOĞAN NELER YAPTI?
Erdoğan bugüne kadar AB’nin zafiyetlerini kullanarak zaman zaman da göçmen sopasını göstererek, Avrupa ülkeleri ile ilişkilerini sürdürmeyi başardı. Bunda Almanya’nın Türkiye ile olan ekonomik ilişkileri kadar, Brexit sonrası yeni bir koalisyon cephesi kurmaya çalışan İngiltere’nin de Erdoğan’a olan siyasi desteğini unutmamak lazım. Bu dengeler içerisinde Erdoğan zaman zaman ABD’ye, zaman zaman da Rusya ve Çin’e yaklaşarak hem içeride koalisyon ortaklarını memnun etti, hem de Türkiye’nin ekonomik kaynaklarını, söz konusu ülkelere açarak kendisiyle ilişkiye giren ülkelerin cebini doldurdu.
CAATSA DÖNEMECİ
Ancak doğası itibariyle bu tür ilişkileri uzun süre devam ettirmek mümkün değil. Kaddafi’ye İtalya’da bedevi çadırı kurarken ses çıkarmayanların, şartların değişmesi sonrasında tepesinden aşağıya bomba yağdırması bunun en güzel örneğidir. Erdoğan siyasal ve askeri dinamikleri çok iyi okuyan bir lider. Şu ana kadar iktidarını korumasında bu özelliği çok etkili oldu. Nitekim ABD’nin CAATSA yaptırımları sonrasında yaptığı kritik hamleler bunu gösteriyor. Peki, nedir bu hamleler?
Erdoğan hem Akdeniz’de Türkiye karşıtı oluşan koalisyonda gedik açmak, hem ileride Rusya ile yaşayabileceği sorunlarda pazarlık gücünü artırmak için doğalgaz tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek, hem de CAATSA yaptırımlarını İsrailli firmalar üzerinden aşmak için İsrail’e danışmanları üzerinden iyi niyet mesajları gönderdi. Azeri lider Aliyev’in iki ülke arasında arabulucu rolüne soyunduğuna dair haberler de bu savı destekliyor.
SAVUNMA SANAYİSİ GERÇEĞİ VE ORUÇ REİS İLİŞKİSİ
Savunma Sanayi Erdoğan için ekonomik getirisi yüksek olduğu kadar iç politikada kullandığı milli ve hamasi dili kuvvetlendirmek için sıklıkla başvurduğu bir propaganda aparatı. Projelerin devam etmesi bu yüzden çok önemli. Savunma sanayinde kullanılan ürünlerin %45’i ABD’den, %47’si de AB ülkelerinden ithal ediliyor. Bu aşamada Erdoğan’ın AB ülkeleri karşısına almak gibi bir gücü yok. Bu nedenle de AB’ye bir iyi niyet gösterisi olarak Oruç Reis gemisinin sismik araştırma faaliyetlerini Antalya Körfezi ve açıkları olarak sınırlandırdı.
AB SOMUT ADIM BEKLİYOR
Ancak AB’nin daha somut adımlar beklediği AİHM’nin Demirtaş’ın tahliye edilmesine yönelik verdiği Büyük Daire kararında yatıyor. AB NATO Zirvesi ve Mart ayında yapılacak liderler zirvesi öncesinde Erdoğan’dan somut adımlar bekliyor. Erdoğan’ın karara yönelik açıklaması da mesajı aldığı, KHK davalarına yönelik olumlu bir karar verilmeyeceğine dair AB’den garanti aldığı takdirde mahkemenin kararına uyacağına dair işaretler içeriyor. Böyle bir garanti alması koalisyon ortaklarına karşı içeride Erdoğan’ın da elini kuvvetlendireceği için AB tarafından da kabul görmesi yüksek bir ihtimal.
Erdoğan’ın bir diğer hamlesi ise Ukrayna ile imzalanan savunma işbirliği anlaşmaları. Rusya’ın Kırım’ı ilhak etmesi ve Ukrayna’nın doğusunda ayrılıkçı güçleri desteklemesi NATO’nun ulusları kamuoyunda imajına ve caydırıcılığına gölge düşürdü. Erdoğan Ukrayna’ya Donbask bölgesinde kullanılmak üzere 46 adet SIHA satıyor. Söz konusu SİHA’lar Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ’da olduğu gibi Donbask’ta da askeri dengeleri değiştirirse bu başarı Erdoğan ve onun bu konuda en büyük destekçisi İngiltere’nin olduğu kadar, NATO’nun da 2030 belgesiyle teorik çerçevesi ortaya konan yeni imajına olumlu katkı sağlayacak.
S-400 KRİZİ VE KKTC ALTERNATİFİ
Ancak bütün bu hamleler Erdoğan S 400 krizine bir çözüm bulursa anlam ve değer kazanacak hamleler. Zor da olsa bu sorunun bir çözümü var. CAATSA yaptırımların kalkması için S 400’lerin Türkiye topraklarından çıkarılması gerekiyor. S 400 tedarik anlaşmasında göre Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Zaharova’nın da açıkladığı gibi Türkiye “end user” olduğu için bunu başka bir ülkeye satması mümkün değil. KKTC pratikte sadece Tükiye tarafından tanınan bir ülke. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Türkiye adına Garantörlük Anlaşmasından kaynaklanan haklar doğrultusunda Ada’nın kuzeyinde bulunuyor. Teorik olarak Türkiye’nin kendi S-400’lerini Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri emrinde KKTC topraklarında konuşlandırması mümkün. Bunun için siyasi koşulların oluşması gerekiyor.
Türkiye 1998 yılında Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile yaşanan S 300 krizini söz konusu füzelerin Girit’te konuşlandırılması karşılığında sönümlendirmişti. Yunanistan örtülü olarak Doğu Akdeniz krizinin dondurulması karşılığında kontrollü bir krize neden olacak şekilde S-300’leri GKRY’ye intikal ettirebilir. Türkiye de bunun karşılığında S-400’leri KKTC’ye intikal ettirir. Daha sonra her iki ülke AB ve ABD’nin arabuluculuğunda krizi sönümlendirir. Üstelik Erdoğan içeride bu krizi tırmandırmaya çalışacak koalisyon ortaklarını da daha önce Ergenekon operasyonlarında olduğu gibi oyun dışarma fırsatı da yakalamış olur.
Erdoğan çözüm olarak böyle bir yolu tercih eder mi, diğer aktörler bunu kabul eder mi, bu şu aşamada tam olarak bilinemez. Gerçek olan şey şu ki; Türkiye bu haliyle NATO içerisinde kalamaz. Sözde de olsa bir demokratikleşme hamlesi mutlaka yapılmak zorunda.