Dr. İlhan Döğüş
Anaakım iktisatçılar sadece “bedel ödememiz lazım” diyerek kemer sıkma politikalarını ve işsizliğin artırılmasını savunurken sermayenin lehine konumlanıyor değiller, paranın içselliğini kavramadıklarından ekonomiyi de yanlış anlıyorlar. Paranın içselliğini kavramadıkları için yanlış anladıkları temel meselelerden bir tanesi de kamu bütçesidir.
Çalışan yığınların lehine olacak kamu yatırımı ve kamu istihdamı artışına, yoksulların üzerindeki vergi yükünün azaltılmasına yönelik uygulamalara, dar gelirlilerin borçlarının silinmesine “bütçe açığını artıracak” diye karşı çıkan anaakım iktisatçılar, ne hikmetse büyük holdinglerin vergi borçlarının silinmesine aynı itirazı dinlendirmiyorlar.
Bütçe açığına dair yaklaşımları yanlış çünkü devletin harcama yapması için öncesinde vergi veya kamu borçlanması yoluyla para toplamış olması gerektiğini sanıyorlar. Oysa kamu harcamasının kendisi para yaratır tıpkı bankaların kredi verdiğinde yoktan para yaratması gibi. Eğer öyle olmasaydı bütçe açığı durumunda özel sektörün elinde yatırımla yarattığından daha fazla tasarruf miktarı oluşmazdı ve devletlerin kamu borçları miktarı, bütçe açıklarına denk olurdu.
Çoğu ülkede kamu borçlanması miktarı bütçe açıklarının çok çok üzerinde. Dahası Almanya 2013-2019 yılları arasında bütçe fazlası verdiği halde kamu borçlanmasına gitmiş. Türkiye de 2022 yılı içerisinde bütçe fazlası verdiği aylarda bütçe açığı verdiği aylara nazaran daha fazla kamu borçlanması yapmış durumda. Demek ki, kamu borçlanmasının bütçe açığını finanse etmek gibi bir amacı yok çünkü bütçe açığı verildiği anda zaten finanse edilmiştir. Ne kadar vergi geliri elde edeceği hükümetin önceden belirleyebileceği bir miktar değildir ve eğer kamu harcamaları vergi geliriyle finanse ediliyor olsaydı hükümet bir yıl öncesinden yaptığı bütçe projeksiyonunda “ben önümüzdeki yıl bütçe açığı vereceğim” diyemezdi.
KAMU NEDEN BORÇLANIR?
Peki o halde kamu neden borçlanır? Tahvil faizlerinin merkez bankasının belirlediği faizlere yakın olması için ve uzun dönemli tahvil faizleriyle kısa dönemli tahvil faizlerinin farkının kendisinin hedeflediği şekilde olması için.
Açmak gerekirse, eğer uzun dönemli tahvillerin faizi beklediğinden düşükse, Hazine uzun dönemli tahvil ihraç ederek miktarını artırıp fiyatını düşürmek sayesinde bu uzun dönemli tahvillerin faizlerini arttırır. Kısa dönemli faizlerin düşük olduğunu düşünüyorsa kısa dönemli tahvil ihraç eder ve kısa dönemli faizleri arttırır. Eğer faizlerin yüksek olduğunu düşünüp indirmek istiyorsa da merkez bankası piyasadan tahvilleri satın alıp tahvillerin fiyatını yükselterek faizlerin düşürür.
Kendi parasını basan ve o para biriminden borçlanan bir entite olarak merkez bankası ve Hazine batmazlar. Kamu harcamaları için sorun finansman değildir; kamu yatırım ve kamu istihdamı için “parayı nereden bulacağız?” sorusu anlamlı bir soru değildir. Sorun, ulaşılabilir emek, sermaye ve doğal kaynak miktarıdır. Eğer ekonomide atıl kapasite varsa yani verili sermaye miktarı tam kullanılmıyorsa ve işsizlik varsa yani verili emek miktarı tam kullanılmıyorsa burada kamu devreye girip istihdamı arttırıp gelirleri artırıp ekonomiyi istikrara kavuşturabilir.
Kamu harcamayı yaptığında özel sektörde de talep canlandıracağı için özel sektör de işçi alıp maaşları arttırmak durumunda kalacaktır. Bütçe açığının enflasyon yaratması durumu iki şekilde mümkün:
1- Ekonomi tam kapasiteye çok yakındır, işsizlik çok düşüktür ve daha fazla üretim imkanı yoktur, dolayısıyla talep artışı üretim değil fiyat artışıyla karşılanır..
2- Türkiye’de olduğu gibi denk bütçe hedefi kamuya dayatılmıştır ve aynı zamanda dolaylı vergilerin payı toplam vergi geliri içerisinde çok yüksektir, o nedenle de hükümet bütçe açığını kapatmak için fiyatının talep esnekliği düşük olan gıda, tütün, benzin, elektrik, şeker gibi ürünlere zam yaparak enflasyonu körükleyebilir.
Bir başka önemli yanılgıları, bütçe açığını azaltmak için kamu harcamalarını kıstılar ve özelleştirmeler yaptılar. Fakat kamu harcamaları içerisinde kamu yatırım ve kamu istihdamı gibi çarpan etkisi yüksek olan harcamalar kısıldığı ölçüde piyasada vergilendirilecek gelir düştüğü için bütçe açığı daha da arttı, azalmadı.
Öte yandan bu özelleştirmelerin verimliliği artıracağını iddia ettiler fakat tam tersine verimlilik artışı yavaşladı çünkü bu özelleştirmeler piyasada tekelleşmeyi arttırdı ve bu artan tekelleşme de eşitsizliği ve işsizliği arttırdı, talebi baskıladı, dolayısıyla firmalar da verimliliği artıracak yeni üretim teknolojisine yatırım yapma gereği duymadılar. Talebi baskıladığını ölçüde o daha verimli üretim yapacak olan yeni ve pahalı olan makinanın kendisini amorti etme süresi de uzar. O nedenle yatırım iştahı düşük kalır tekelleşmiş piyasalarda çünkü zaten tekelci konumları sayesinde birim maliyetlerinin üzerine yüksek kar marjları koyarak hedefledikleri yüksek karlara ulaşabiliyorlar.
Özetle anaakım iktisat, sadece çelişkiler ve yanılgılar yumağı değil; daha önemlisi çalışan yığınlar aleyhine olan bir iktisat anlayışıdır. İleriki yazılarda tartışmak istediğim husus, enflasyon hedeflemesi uygulamasının aslında emeğin Gayrisafi Milli Hasıla’dan aldığı payı düşürmeyi hedeflediği ve alternatif olarak faizsiz bir iktisat politikasının imkanlarıdır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***