BÜLENT KORUCU | YORUM
Meclis’teki komisyon yeni bir aşamaya geldi ama çözüm için umut değil belirsizlik arttı. DEM Parti’nin raporuyla AKP’ninkinin çok benzeşmeyeceği bekleniyordu zaten. Sürpriz olan MHP’nin de sanki sürece muhalifmiş gibi bir metin yazması. Eş Genel Başkan Tuncer Bakırhan durumu özetlerken, “AKP’nin raporu tam istediğimiz gibi değil ama MHP hayalkırıklığı… Kürt sorunu olmadığını anlatmışlar.” dedi.
Gerçekten de raporda sosyolojik ve siyasi temellerden azede bir terör sorunu var ve onu bitirmek için örgütün muhatap alınıp ikna edilmesi dışında bir çerçeve çizilmiyor. DEM ise kök sorunların çözülmemesi halinde sonuçları ortadan kaldırmanın bir anlam ifade etmeyeceğini anlatıyor. “İki farklı yönde akan nehirler nasıl buluşturulup ortak bir metin ortaya çıkarılacak?” sorusu ciddi bir soru ve endişe olarak ortada duruyor.
İmralı dönüşü tutanak diye ‘birilerinin görüşmeden anladığının özeti’ paylaşılmıştı. DEM buna da çok sert tepki gösterdi lakin fazla uzatmadı. Ancak ortak rapor ve yasa tekliflerinde yüksek sesli tartışmaların yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
DEM’in hayal kırıklığı sadece raporlarla sınırlı değil. AKP’li Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın dozu gittikçe artan şahin mesajları ve Suriye Kürtlerine yönelik tehditlerine karşı ses vermeye başladılar. Grup Başkanvekili Sezai Temelli daha ılımlı eleştirirken, milletvekilleri Ceylan Akça Cupolo ve Cengiz Çandar ağır ifadeler kullandı. Çandar, ‘ayar verilmesini’ istedi. AKP’den de Galip Ensarioğlu daha ileri giderek ‘ya istifa ya görevden alma’ gerektiğini savundu.
AKP’den birileri, Fidan’ın kötü polisi oynadığını, AKP içinden gelen itiraz ve eleştirilerin ise Kürtleri kaybetmemek adına sarfedilmiş sigorta cümleleri olduğunu savunuyor. Bu durumlarda kötü polisi oynamak diplomasi kanallarının başında duran adama düşmez. Güvenlik bürokrasisi şahini oynar, diplomatlar güvercin takılır. Terslik bununla da sınırlı değil; MHP gittikçe Fidan’ın çizgisine yaklaştı. Raporun ‘hayal kırıklığı’ oluşturmasının ötesinde haftada iki gün MHP’nin yayın organı Fidan’ın sert ifadelerini manşete taşıyor.
21 Aralık tarihli manşette bu sefer Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler var ve o da SDG’den terör örgütü olarak söz edip, gerekirse askeri müdahalede bulunacaklarını belirtiyor. Türkgün’ün birinci sayfasında dikkat çeken başka bir haberde, Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Selim Yurdakul, “Terörle pazarlık barış getirmez!” demiş.
Devlet Bahçeli, kendi gazetesini okumuyor olabilir mi? Yoksa orada da rol paylaşımı mı var?
Cumhur İttifakı bu süreci neden başlattı? Uluslararası konjonktürün de yardımıyla barışı tesis etmek ve kalıcı hale getirmek için demokratikleşmeyi sağlamak mıydı hedef? Yoksa 15 Temmuz’dan sonra kurulan rejimin bekası ve Cumhur İttifakı’nın iktidarda kalması mı?
Cumhur İttifakı’nın tek bir kutsalı ve önceliği var: iktidar. Koalisyon paydaşları birlikte yönetimde kalabilmeyi en tercih edilebilir senaryo olarak görüyor. İkinci en iyi ihtimal ise Erdoğan’dan sonra bile iktidarda kalmayı başarmak.
Yukarıdaki sorulara cevap vermek için önceki sürecin lokomotifi olan MİT eski Müsteşarı Emre Taner’in Meclis 15 Temmuz Komisyonunda söylediği iki cümleyi ödünç alalım.
9 Kasım 2016 tarihli oturumda konuşan Taner, CHP’li Zeynel Emre’nin, “Süreç Parlamento eliyle yürüseydi sizce sonuç nasıl olurdu?” sorusu üzerine, şunları söylemişti: “Bizim arzumuz da buydu, İmralı’nın arzusu da buydu. Yani eğer bu böyle olsaydı Habur faciası yaşanmazdı, Oslo yaşanmazdı, belki bu ölçülerde yaşanmazdı. Bu, o dönemde siyasi iktidarın kendi tercihi ve anlayışı çerçevesinde aldığı bir kararla şimdilik böyle yürüsün tarzında planlandı. Bir başka art niyetin olup olmadığı konusunda zaten konuşmaya yetkili değilim ve o dönemde birçok seçim vardı; o kadarını söyleyeyim. Bir çok seçim vardı, arka arkaya seçimler vardı ve Türkiye’nin eylemsiz günlere ihtiyacı vardı, biz bunu sağladık.”
Diğer cümlelerin arasında gözden kaçmaması için can alıcı iki cümleyi tekrar yazayım: “Bir çok seçim vardı, arka arkaya seçimler vardı ve Türkiye’nin eylemsiz günlere ihtiyacı vardı, biz bunu sağladık.”
Eski Müsteşar, Erdoğan’ın seçim kazanmak için terörü bitirmiş ve Kürtlere zeytindalı uzatmış bir lider fotoğrafına ihtiyacı olduğunu diplomatik bir dille ifade etmiş.
Bugün bu önceliklerin değişmesini gerektirecek bir durum var mı?
Fark, Erdoğan’ın sahnede tek başına olmaması. Yardımcı rolde görünen ama yer yer esas oğlandan rol çalan ve sürpriz doğaçlamalarla oyunun akışını değiştiren Devlet Bahçeli’yle sahneyi paylaşmak zorunda.
Ve dananın kuyruğunun kopacağı yer… “Bilal mi Hakan mı?” tercihi kaçınılmaz olduğunda MHP ve Bahçeli, Fidan’ın yanında durmaya hazırlanıyor. Çözüm süreci ve onun yaşadığı gelgitler, bu hesaplardan bağımsız düşünülemez. Önceki süreçte bir güvenlik teşkilatı olan MİT’te güvercin rolü oynayan Fidan’ın, Dışişleri Bakanı koltuğundaki şahin tavrı tesadüf olmasa gerek.
Hakan Fidan, Erdoğan’la mı Bahçeli’yle mi paslaşıyor dersiniz!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***








































