TARIK TOROS | YORUM
Türkiye siyasetinde, rakipleri yargı üzerinden sıkıştırmak, diz çöktürmek hatta yanına çekmek alışılmadık bir yöntem değildir. Ankara yıllarımda muhabir olarak ilk takip ettiğim parti Refah Partisi’ydi. 1995 seçimlerinde birinci parti çıksa da hükümet kurabilmek için TBMM’deki çoğunluğu yetmiyordu. Koalisyon şarttı.
RP lideri Necmettin Erbakan, o dönemde ANAP lideri Mesut Yılmaz’la masaya oturdu ve bakanlık dağılımına kadar varan bir uzlaşma sağlandı. Ancak araya giren bayram tatilinde Yılmaz fikir değiştirdi; koalisyon masası dağıldı. Bunun üzerine ANAP ile DYP, en başından yürümeyeceği belli olan ANAYOL koalisyonunu kurdu. DSP lideri Bülent Ecevit de bu hükümete dışarıdan destek veriyordu.
Erbakan, bu tablo karşısında büyük hayal kırıklığı yaşadı ve oklarını DYP lideri Tansu Çiller’e çevirdi. TBMM’ye üst üste soruşturma önergeleri verdi. TEDAŞ ihaleleri, TOFAŞ bağlantıları ve Çiller’in şahsi mal varlığı hakkındaki dosyalar Meclis gündemini sarstıkça gerilim tırmanıyordu.
Denklemi değiştirecek hamle RP’li anayasa hukukçusu Mustafa Kamalak’tan geldi. DSP, hükümetin güvenoylamasına katılıp “çekimser” oy vermişti. Kamalak bunun hukuken geçersiz olduğunu -tartışmasız biçimde- ortaya koydu. Böylece ANAYOL hükümeti düştü. Yasalardaki ince ayrıntıyı fark eden Kamalak’ı bugün hâlâ takdir ederim.
Sonrasında Çiller için en yakıcı mesele, Yüce Divan tehdidiydi. Çünkü Refah Partisi’nin soruşturma önergeleri büyük ihtimalle kabul edilecek ve Çiller yargılanacaktı. Çaresiz, Erbakan’la uzlaştı. Böylece tarihe geçen Refahyol hükümeti kuruldu ve Meclis’teki soruşturma önergeleri bu iki partinin oylarıyla reddedildi. Çiller “aklandı.”
***
CHP’li Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun, 2002’den bu yana iki dönem milletvekili, dört dönem de belediye başkanı olarak CHP’de sürdürdüğü siyasi kariyerini haftalar içinde çöpe atıp AKP’ye katılması, hangi gerekçeyle olursa olsun, hem siyaseten hem de insani yönüyle milli iradeye ihanettir. Yalnızca bir parti meselesi değil; seçmenin iradesine doğrudan hakarettir.
Herhangi bir partiden seçilen bir milletvekili ya da belediye başkanının, bırakın başka partiye geçmesi, partisinden istifa etmesi bile belli kaidelere bağlanmalı. Hiçbir seçilmiş, seçmenin oylarını kişisel mülkü gibi kullanamamalı.
Konunun AKP’ye bakan yönü ise izahtan varestedir. Çünkü karşınızda devlete çökmüş, amaca ulaşmak için her yolu mübah sayan, hayasız, arsız ve çirkef bir güruh var.
***
2024 yerel seçimlerinden bu yana 7 CHP’li belediye başkanının AKP’ye katılması tesadüf değildir. Dahası, sırada başka isimlerin olduğu da konuşuluyor. Sadece CHP’den değil, farklı partilerden gelenlerle birlikte toplamda 56 belediye başkanı, seçimden bu yana geçen 16 ay içinde AKP saflarına geçti. Bu tablo, iktidar partisinin ne kadar sistemli, bencil, duygusuz ve küstah bir siyaset yürüttüğünün bir göstergesi.
Üstelik bu durum yalnızca belediye başkanları ile sınırlı kalmayacak. Önümüzdeki dönemde muhalefet milletvekillerine de kanca atılacak.
Eğriye eğri, doğruya doğru: CHP dışındaki muhalefet partilerinin varlığı bugün itibarıyla hikâyeden ibarettir. İYİ Parti, DEVA ya da Gelecek Partisi’nin önümüzdeki seçimde sahada güçlü bir karşılığı kalmamıştır. Yeniden Refah ile Saadet Partisi ise, ancak bir ittifak çatısı altında birleşerek yüzde 7’lik ülke barajını zorlayabilir. Soldaki tablo da farklı değildir. Türkiye İşçi Partisi, mecburen DEM ile ittifak yapmak zorunda kalacaktır.
Peki, yelpazenin sağında kalan partilerin milletvekillerinin gelecek seçimde tekrar seçilme garantisi var mıdır? Yoktur.
Bakın, parlamentoya giren her milletvekilinin en temel amacı, sonraki dönemde yeniden seçilmektir. AKP, yeni dönemde hele de anayasa tartışmaları gündeme geldiğinde, 50’nin üzerinde “muhalif” milletvekiline gözünü dikmiş durumda. İktidar, onların kişisel kaygılarını, yeniden seçilme arzularını ve parti aidiyetlerindeki zafiyetleri çok iyi biliyor. Ellerini ovuşturmalarının sebebi de budur: Muhalefet cephesinde gevşek halkaları tek tek koparıp kendi yanına çekmek.
***
CHP ve belediye başkanlarının durumuna gelince: En son Beyoğlu Belediye Başkanı’nın da gözaltına alınmasıyla tam 18 belediyeye operasyon yapıldı. Bunlardan yalnızca Adıyaman Belediye Başkanı görevine iade edildi, diğerleri ise “Sıra bana da gelir mi?” korkusuyla yaşamaya başladı.
Burada mesele, yalnızca AKP’nin CHP’li belediyelere kanca atması değildir. Asıl mesele, CHP’li belediyelerin kendi partilerine ve yargı sürecine güvenlerinin kalmamasıdır. Kendilerinde mücadele gücü bulamamalarıdır. Daha önemlisi, Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere, gözaltına alınan belediye başkanlarının yıllarca içeride tutulabileceğine inanmalarıdır. Ve en kritik nokta: Önümüzdeki seçimde bu tabloyu değiştirecek bir siyasi iklimin oluşmayacağı kanaatinin giderek kökleşmesidir.
İnanç kaybolduğunda, siyasetçi kendi başının derdine düşer. Özlem Çerçioğlu örneğinde olduğu gibi, partisini de seçmenini de tek kalemde satabilir.
***
CHP devrimci bir parti değildir; sistemin içinde, mevcut düzenin sınırlarını zorlamadan siyaset yapan bir partidir. Genel Başkanı da bugüne kadar hep bu çerçevenin içinde kalarak muhalefet yürüttü. Özgür Özel, Kasım ayında iki yılı doldurmuş olacak; ancak hâlen ekonomiyi nasıl düze çıkaracağını, eğitim ve sağlıkta hangi somut adımları atacağını, ülkenin temel meselelerinde nasıl bir çözüm yolunu izleyeceğini ortaya koymuş değildir. Oysa en önemli mesele tam da budur: Somut çözüm üretmek, seçmene güven vermek. Çünkü toplumun büyük çoğunluğu artık ne iktidarın ne de muhalefetin ülkeyi düze çıkaracağına inanıyor.
CHP’ye giden oyların önemli bir kısmı tepki oyudur; yani sorunları çözeceğine inanıldığı için değil, mevcut iktidara duyulan öfke yüzünden verilmiştir.
***
Türkiye siyasetinde şantaj, baskı ve transferlerin tarihi çok eskilere gider. Bugün gelinen noktada, iktidar kendi varlığını muhalefeti parçalayarak, milletvekillerini transfer ederek, belediye başkanlarını korkutarak sürdürüyor. Muhalefet ise kendi programını koyamadığı, mücadele gücünü gösteremediği için seçmene güven veremiyor.
Oysa çıkış yolu belli: Halk muhalefetinin örgütlenmesi.
AKP ve MHP’nin yönlendirdiği hiçbir zeminde yer almadan, dışarıda kalarak ve direnişi örgütleyerek…
Çünkü iktidarın oyununa dahil olunduğunda da olunmadığında da gidişat aynı, değişmeyecek: Büyük bir buhran, ardından korkunç bir çöküş ve iç kargaşa.
Ama dışarıda kalır, direnişi örgütlerseniz, hiç olmazsa anlatacak bir öykünüz olur.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***