Gillian ROSE
Çeviren: Gencer ÇAKIR
Aşağıdaki parçada Rose, Frankfurt Okulu teorisyenlerinin Karl Marx, Friedrich Nietzsche ve Sigmund Freud’u kendi eleştirel teorilerine nasıl dâhil ettiklerini ve kullandıklarını ele alıyor.
KARL MARX
Tarihte birbirini izleyen farklı kültür biçimleri kavramı G. W. F. Hegel için merkezi bir önem taşısa da Marx’ın düşüncesinde birbirini izleyen üretim biçimleri ve bunlar tarafından belirlenen farklı toplumsal biçimler yer alıyordu. Marx’ta, Hegel’de olduğu gibi, bir kültür teorisi yoktu. Hegel’de ise böyle bir teori vardı ve bu teori onun tarih felsefesinin temelini teşkil ediyordu. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Marx’ın bakış açısı, ekonomik temel ile ideolojik, hukuki ve siyasi üstyapı arasında statik, mekanik ve determinist ayrımlara dönüşerek katılaşmaya başladı.
Frankfurt Okulu, kültür ve ideoloji modeli olarak temel ve üstyapı arasındaki bir ayrımdan ziyade, Marx’ın meta fetişizmi teorisine dayanarak toplumsal süreçler ile bunların sonucunda ortaya çıkan toplumsal biçimler arasındaki dinamik bir ayrıma başvurmuştur. Fetişizm teorisinin klasik ifadesi Kapital cilt 1, bölüm 1’de ve Grundrisse’de yer alıyor. Şimdi Marx’ın meta fetişizmi teorisinin ne olduğunu çok kabaca özetlemeye çalışacağım.
Kapital’in 1. cildindeki şu birkaç sayfaya bakmanızı tavsiye ederim. Marx’a göre metalar, emek gücünün ücret karşılığında satıldığı bir toplumda üretilir, ve bu emeğin ürünü işçi tarafından değil girişimci ya da işveren tarafından kâr amacıyla satıldığında artı değer elde edilir.
Bu durum, doğrudan üreticinin ya da işçinin emeğinin ürününü kendisinin tükettiği ya da sattığı pre-kapitalist ya da kapitalist-olmayan bir toplumla bir tezat oluşturur. Burada işçi emek gücünü satmıyor ve üründe içerilen değeri doğrudan kendisi gerçekleştiriyordur. Buna mukabil bir meta, yani kapitalist koşullar altında üretilen bir ürün, iki bileşenden oluşur: kullanım değeri ve değişim değeri.
Metanın kullanım değeri, onun belirli nitelikleri anlamına gelir; örneğin bir elmanın tadı ya da giydiğiniz paltonun sıcaklığı gibi. Buna karşılık değişim değeri, bir metanın başka bir metanın oranı olarak neye eşdeğer olduğudur ve genellikle para ile ifade edilir. Yani değişim değeri bir oran, kullanım değeri ise bir ürünün somut nitelikleridir.
Kullanım ve değişim arasındaki bu ayrımın bir sonucu da değişim değerinin, yani ürünün fiyatının, ürünün kendisine ait bir özellikmiş gibi görünmesidir. İnsanlar değerin ürünün kendisinde var olduğunu düşünürler, ve aslında bunun insanlar arasındaki belirli sosyal ilişkilerin ve faaliyetlerin bir ifadesi olduğunu anlamazlar.
Marx şöyle der: “Üretimin toplumsal karakteri, ürünün toplumsal biçimi ve bireylerin üretimdeki payı, burada metada yabancı ve nesnel bir şey olarak görünür.” “İnsanlar arasındaki belirli bir toplumsal ilişki, şeyler arasındaki bir ilişkinin fantazmagorik biçimini alır.” İşte can alıcı cümle bu; Marx buna fetişizm diyor: bir şeyi kendi içinde bir şey olarak ele aldığınızda, aslında o şey, insanlar arasındaki belirli toplumsal ilişkilerin bir ifadesidir.
Frankfurt Okulu, insanlar arasındaki gerçek toplumsal ilişkilerin şeyler arasındaki ilişkilere dönüştüğü ve yanlış anlaşıldığı fikrinin, toplumsal süreçler ile toplumsal kurumlar ve bilinç arasındaki ilişki için bir model sağladığını düşünüyordu.
Bu model, ekonomik temel ile ideolojik üstyapı arasındaki ayrımın aksine, kurumsal ve ideolojik oluşumları sadece epifenomenlere ya da bir temelin basit yansımalarına indirgemiyordu. Kültür gibi diğer toplumsal biçimlerin toplumsal belirlenimine, ama aynı zamanda göreli özerkliğine, sosyolojik bir açıklama getiriyordu. Bir şeyin hem toplumsal olarak belirlendiğini hem de kısmen özerk olduğunu söylemek için bir açıklama sunuyordu.
Marx, örneğin, meta fetişizminden kaynaklanan yanılsamaların yanlış olduğunu söylemiyor; bu yanılsamaların gerekli ve gerçek olduğunu, ancak yine de yanılsama olduklarını söylüyordu. Georg Lukács’tan itibaren Frankfurt Okulu’nun “şeyleşme” diye adlandırdığı şey budur. Bu terimi Marx’ın kendisi kullanmamıştır, ancak çeşitli nedenlerle bu terim onunla ilişkilendirilmiştir.
Şeyleşme kavramını benimsemeleri Frankfurt Okulu’nun üyelerine Marx’ı farklı yorumlama konusunda muazzam bir özgürlük sağlamıştır. Meta fetişizmi teorisi bile oldukça farklı tarih felsefelerini ve birbirinden oldukça farklı siyasi pozisyonları ve kültür teorilerini destekler hale gelmiştir.
FRİEDRİCH NİETZSCHE
Nietzsche’nin fikirlerinin yirminci yüzyıl sosyal teorisyenleri ve sağ politikacılarca istismar edildiği olağan bir durumdur. Örneğin Oswald Spengler ya da Ernst Jünger’i duymuş olabilirsiniz. Ancak Nietzsche’nin yirminci yüzyıl sol teorisyenleri üzerinde muazzam bir etkiye sahip olduğu pek bilinmez.
Bu durum özellikle Bloch, Horkheimer, Benjamin ve Adorno için geçerlidir. Bu düşünürler Nietzsche ile neden ilgileniyorlardı? Nietzsche ile ilgilenmelerinin birçok nedeni vardı ve ben bunları kısaca sıralayacağım:
- Nietzsche, tarihte nihai bir telos ya da amaç, gelecekte ideal bir toplum ya da tüm çelişkilerin uzlaştırılması fikrine dayanan Hegel’in tarih felsefesini reddetmiştir. Nietzsche çelişki kavramını iyimser tarih felsefesinin bizzat kendisine uygulamıştır; örneğin, tarihsel değişim sürecinin tüm ideallerin tam tersine dönüşebilmesi fikri, ileride Horkheimer ve Adorno tarafından “Aydınlanmanın diyalektiği” olarak adlandırılacaktır.
- Nietzsche ile ilgilenmelerinin bir diğer nedeni, Nietzsche’nin geleneksel felsefi özne kavramını eleştirmiş olmasıdır. Marksizmin bazı biçimleri, örneğin Marksizmin varoluşçu yorumu tarafından da benimsenen bu geleneksel felsefi özne kavramı, bilincin birliğinin tüm gerçekliğin temeli olduğu şeklindedir. Frankfurt Okulu ise tam tersine, toplumsal gerçekliğin bilinç olgularının toplamına indirgenemeyeceğine inanıyordu. Bu noktayı hem toplumsal gerçekliğin insanların bilincine indirgenemeyeceğini hem de analiz açısından öznellik biçimlerinin toplumsal belirlenişinin esas olduğunu, yani öznelliğin toplumsal bir kategori olduğunu vurgulamak için kullanmıştır.
- Nietzsche’ye ilgi duymalarının üçüncü bir nedeni de Nietzsche’nin düşüncesinin “güç istenci” fikrine dayanmasıdır. Frankfurt Okulu da herkesi eşit derecede etkileyen ve klasik özgürleştirici proleter sınıf bilincinin oluşmasını engelleyen anonim ve evrensel siyasal-kültürel tahakkümün yeni biçimlerini analiz etmekle ilgileniyordu.
- Dördüncüsü, Nietzsche ile ilgileniyorlardı çünkü Nietzsche kendi zamanının burjuva kültürüne bir saldırı başlatmıştı. Tıpkı Marx gibi o da “burjuva kültürsüzlüğü” (bourgeois philistinism) olgusundan söz ediyordu. Keza Frankfurt Okulu da hem “popüler” hem de “yüksek” kültürde toplumsal çelişkilerin yeniden ortaya çıkışını göstermek istiyordu. Frankfurt Okulu hem yüksek hem de bayağı kültürü eşit derecede eleştiriyor; aslında böylesi bir ayrımı reddediyordu.
- Frankfurt Okulu’nun Nietzsche’yle ilgilenmesinin son nedeni, Nietzsche’nin Yunan toplumunda trajedinin doğuşuna dair radikal biçimde sosyolojik olan ve Alman düşüncesindeki önceki gelenekten farklı olarak Yunan toplumunu idealize etmeyen bir analiz üretmiş olmasıdır. Bu, Frankfurt Okulu’nun ileri kapitalist toplumdaki edebi türlere ilişkin analizleri için bir model sağlamıştır. Frankfurt Okulu vurgusunu içeriğe değil, edebi biçime yapıyordu.
SİGMUND FREUD
Geleneksel özne kavramı kabul edilemezse, onun yerini ne alacaktı? Frankfurt Okulu, öznelliğin toplumsal oluşumunu ve ileri kapitalist toplumdaki çelişkilerini açıklamak için Freudyen teoriyi kullandı. Psikanalitik teorinin, ekonomik ve siyasi süreçler ile bunların sonucunda ortaya çıkan kültürel biçimler arasındaki bağlantıyı açıklayacağını düşünüyordu.
Ancak Frankfurt Okulu, Freud’un Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları gibi daha sonraki, daha açık ve doğrudan sosyolojik çalışmalarına yönelmedi. Daha ziyade Freud’un en merkezi psikanalitik kavramlarının analizine dayalı bir yorum geliştirdi. Frankfurt Okulu, Freud’un bireyselliğin bir oluşum, bir kazanım olduğu, mutlak ya da verili olmadığı yönündeki görüşünden özellikle etkilenmiştir. Okul, ileri kapitalist toplumda bireyin özerkliğini kaybetmesi ya da gerilemesine dair, en başta özerklik ya da bireysellik olarak sayılan şeyi idealize etmeyecek bir teori geliştirme niyetindeydi.
Frankfurt Okulu, Freudyen teoriyi birçok önemli çalışmasında kullanmıştır; örneğin, geç-kapitalist toplumda otoritenin kabulü ve yeniden üretimi üzerine olan çalışmalarında; faşizmin başarısını inceleme ve açıklama girişimlerinde; kültür endüstrisi kavramının geliştirilmesinde ve bunun insanların bilinci ve bilinçdışı üzerindeki etkisinde; ve son olarak, geç-kapitalist toplumda kültürel ve estetik deneyimin olasılığı ya da imkânsızlığı üzerine genel bir sorgulamada Frankfurt Okulu düşünürleri Freudyen teoriyi kullanmıştır.
Gillian Rose kimdir?
Britanyalı filozof ve sosyolog. Rose, arammızdan ayrıldığı 1995 yılına kadar Warwick Üniversitesi’nde sosyal ve siyasi düşünce kürsüsü başkanlığı yapmıştır. Ayrıca Sussex Üniversitesi’nde çalışmıştır.
Gillian Rose’un (1947-1995) yayınlanmış eserleri:
The Melancholy Science, Paradiso, Mourning Becomes the Law, The Broken Middle, Dialectic of Nihilism, Hegel Contra Sociology, and Love’s Work.
Kaynak: How the Frankfurt School Used Marx, Nietzsche, and Freud
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***