YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Hadis kitaplarında “Kitabü’l-fiten ve’l-melahim” başlığı altında “ahirzaman fitnelerini” ele alan hadislere yer verilir. Bu hadislere baktığımızda bunların âdeta yaşadığımız asrı tasvir ettiğini görürüz. Özetle, bu hadislerde dinî ve siyasi alanda ortaya çıkacak bozulmalara, sosyal ve ahlakî çöküntülere, insanlar arasında yaşanacak fitne ve fesada, Müslümanların haramlara karşı kayıtsızlığına, toplumu esir alan günahlara dikkat çekilir ve bu konuda ümmet-i Muhammed ikaz edilir. Bediüzzaman Hazretleri bu sebepten olsa gerek içinde yaşadığımız asırla ilgili eserlerinin farklı yerlerinde “helaket ve felaket asrı”, “dehşetli, zulümatlı ve nifakı kuvvetli asır”, “mariz (hastalıklı) asır”, “benlik ve enaniyet asrı”, “isyan, tuğyan ve temerrüt asrı”, “hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı taşıyan asır”, “teslimi bozulmuş asır”, “fitne ve belâ asrı” gibi tanımlamalar yapar.
Helaket ve Felaket Asrı
Dinî ve ahlâkî değerlerin aşındığı zor bir dönemde yaşıyoruz. Ticaret hayatında çılgınca bir üretim ve tüketim anlayışı gelişti. Acımasız ve haksız rekabet ticaret ahlâkını bozdu. Aldatma akıllılık addediliyor. Rahat ve konforlu bir hayat sürme özlemi veya kısa yoldan köşeyi dönme düşüncesi nicelerini gayrimeşru kazanç yollarına zorluyor. Para gelsin de nereden ve nasıl gelirse gelsin düşüncesi hâkim. Zaruret ve ihtiyaçlar, yerini lüks ve şatafata terk etmiş durumda. Dahası, harcanan paraların önemli bir kısmı gösterişe, imaja, sembollere, markalara gidiyor. İsraf edilen şeyler hadd ü hesaba gelmez. Kanaat ve iktisat sadece lügatlerde kaldı. Zengin-fakir arasındaki uçurum her geçen gün daha da büyüyor. Sermaye, emeği sömürebildiği kadar sömürüyor. Üretimde de tüketimde de ticari muamelelerde de helâl-haram iç içe geçmiş vaziyette. Meşru kazanç da helâl lokma da önemsenmiyor.
Meşru kazanç yolları terk edilince, yani kazanç haram veya şüpheli olunca, söz konusu kazançla elde edilen gıdalar, mallar da aynı hükme tâbi oluyor. Kazanç helâl olsa bile, tüketilen gıdaların helâlliğine dikkat edilmiyor. Fiyat etiketine bakıldığı kadar, içindekilere bakılmıyor. Çoğu insan gıda sektöründeki problemlerin farkında bile değil. Ne yiyip içtiğini, boğazından midesine ne indiğini bilmiyor. Üreticinin Müslüman olmasını veya gıdanın Müslüman bir ülkede üretiliyor olmasını helâllik adına yeterli görüyor. Ne modern kesim usullerini biliyor ne katkı maddelerini ne de üretim proseslerini. Araştırma, dikkat ve temkin de olmayınca hiç farkına varmadan dinin haram kıldığı gıdalar tüketiliyor.
Modern dünya kadın-erkek arasındaki sınırları kaldıran yepyeni bir “cinsel ahlâk” dayatıyor. Kadın ve erkeğin cinsel anlamda birbirinden faydalanmasının tek ölçüsü rızaya indirgenmiş durumda. Sadece sokaklar değil sanal dünya da günahlarla dolu. Kapitalist dünya kazancı maksimize etme uğruna reklamlarda, dizi ve filmlerde, defile ve moda gösterilerinde, gazete ve dergilerde kadın bedenini istismar ediyor. Popüler kültürün dikte ettiği güzellik kriterlerine sahip olma adına yapılmadık şey kalmıyor. Haya, iffet ve namus gibi kavramlar çoktan önemini yitirdi. Hatta iffetli kalmak alay konusu bile olabiliyor. İhtilat, halvet ve tesettür gibi dinî emirler “modern çağa” aykırı görülebiliyor. Evlilik, nikah ve aileyle ilgili algı ve düşünceler köklü bir değişim geçirdi. Söz gelimi bazı ülkelerde doğan çocukların yarıya yakını nikahsız birlikteliklerden dünyaya geliyor. İslâm’ın bu alanda ortaya koyduğu hüküm ve düzenlemelere riayet etmek, haramlardan uzak temiz bir hayat yaşamak elde kor tutmak kadar zor.
Hayatın anlamı ve amacında radikal bir değişim yaşandı. Bütün himmet ve gayretler güzel ve kaliteli bir dünya hayatı yaşamaya odaklanmış durumda. Bu hedefe ulaşma eğer manevî ve ahlakî değerlerin ihlaline bağlıysa bu konuda tereddüt bile edilmiyor. Özellikle genç nesiller için hayat bir eğlenceden ibaret. Onca çabaya rağmen zararlı alışkanlıkların önüne geçilemiyor. Dünyevileşme sari bir hastalık gibi herkesi esir alıyor. Dünyadan daha fazla kâm alabilme, duyguları daha fazla tatmin edebilme, haz ve zevkin doruklarına çıkabilme uğruna ne haramlar işleniyor ne haramlar!
Kur’ân ve Sünnet’in belki yarısı insanlar arası münasebetleri düzenleyen dinî ve ahlakî normlardan oluşsa da bunların yeterince dikkate alındığı ve bunlara titizlikle riayet edildiği söylenemez. İnsanî ilişkilerle ilgili dinin haram kıldığı gıybet, iftira, suizan, haset, alaya alma, aldatma, yalan söyleme gibi ne kadar haram varsa hepsi altın devrini yaşıyor. Akrabalık, komşuluk, misafirlik, dostluk ilişkileri ciddi yara almış durumda. Bütün ilgiler, gayretler “ene”ye yoğunlaşıyor. Kardeşlik hukuku ihlâl ediliyor. Güven duygusu yıkılıyor. Zihinler bencilce ve kirli düşünceler taşıyor. Dillerden, ellerden sürekli günahlar dökülüyor.
Mutlak bir özgürlük elde etme adına dinlerin, kültürlerin, teamüllerin zincirlerinden kurtulan insanoğlu bu sefer de nefs-i emmarenin ağında çabalıyor. Allah’ın kölesi olmayı reddeden niceleri paranın, şöhretin, makamın kölesi. Nefs-i emmare ise ne vahyin sesine kulak veriyor ne de akıl ve kalbin sözünü dinliyor. Çünkü onda Bediüzzaman’ın da yerinde tespitiyle şuursuz ve kör bir hissiyat hâkim. Serazat bir hayat yaşamak ister. Sınırları ve sınırlanmayı sevmez. Bu yüzden helâl ve meşru alan bütün genişliğine rağmen ona dar gelir. Helâl haram demeden her tür zevki tatmak ister.
Günahı Büyüten Faktörler
Bazı tavır ve davranışlar vardır ki günahı daha da büyütür, ağırlaştırır. Bunlardan biri günahta ısrar ve devamdır. Sürekli işlenen küçük günahlar bile büyük günaha dönüşür. İkincisi, günahın açık ve alenî işlenmesidir. Efendimiz (s.a.s) günahı açıktan işleyenlerin dışında herkesin affedileceğini bildirir. (Buhari, Edeb 60) Çünkü açıktan işlenen günahlar başkaları için de teşvikkâr olur ve onları da aynı bataklığın içine çeker. Üçüncüsü, günahın hafife alınması, küçük görülmesidir. Yani onun kime karşı işlendiğinin, kimin kurallarının ihlâl edildiğinin farkında olunmamasıdır. Dördüncüsü, günahın mutluluk vesilesi görülmesi, günah işlemekle övünülmesi ve onun reklamının yapılmasıdır. Beşincisi, topluma önderlik yapma makamında bulunan ulema ve ümeranın günah işlemesidir. Altıncısı da günahın günah görülmemesidir ki bu zaten kişiyi dinden çıkarır.
Maalesef günümüzde günahı altından kalkılmaz hâle getiren, hatta eski kavimlerin helâkine sebep olan bu hususların tamamı mevcut. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Öyle bir zaman gelecek ki kişi helâlden mi haramdan mı kazandığına aldırmayacak!” (Buharî, Büyu 7) hadisini sanki bugünler için söylemiş. “Ümmetimden bir kavim, zinayı, ipeği, içkiyi, çalgıyı helâl addedecektir.” (Buhari) “Öyle bir zaman gelecek ki bütün insanlar faizle iş yapacak. Ondan sakınanlar dahi tozuna bulaşmak durumunda kalacaklar.” (Ebû Dâvud, Büyu 3) “İlmin kalkması, bilgisizliğin yerleşmesi, çeşitli içkilerin içilmesi, zinanın çoğalması (veya aleni yapılması) elbet kıyamet alâmetlerindendir.” (Buhari, Kitâbü’l-ilm 22) hadisleri de aynı noktaya işaret ediyor.
Buradaki maksadımızın ne bâtılı tasvir etmek ne de ümitsizlik hasıl etmektir. Bilakis nasıl bir zeminde yaşadığımıza işaret ederek inananları günahlara karşı daha dikkatli ve temkinli olmaya çağırmaktır. Arazinin mayınlı olduğunu bilirsek, adımlarımızı ona göre atarız. Problemi bilirsek çözümü için gayret sarf ederiz. Şayet nefs-i emmarenin yanı sıra popüler kültür ve modanın da etkisiyle biz de yaşanan onca günahı normal görmeye başlar, Allah’ın çizdiği sınırların aşılmasına aldırış etmez, helâl-haram hassasiyetini kaybeder, yaşanan bozulma ve yozlaşmaya sessiz kalırsak nesillerin mahvolup gitmesine destek vermiş veya en azından göz yummuş oluruz.
Def-i Mefasit Celb-i Menafiden Evladır
Şunu iyi bilmek gerekir ki din, emir ve yasaklardan oluşur. Bir Müslüman için öncelikli olarak yerine getirmesi gereken temel vazife yasaklardan uzak durmaktır. Zira Allah’ın haramların terk edilmesine verdiği önem, farzların işlenmesine verdiği önemden daha büyüktür. (Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir, 1/87) “Size bir şey emrettiğim zaman gücünüz yettiği ölçüde onu yerine getirin. Size bir şeyi nehyettiğim zaman ise derhal onu bırakın.” (Müslim, Hac 412) hadisi de bunu teyit eder. Allah Resûlü, burada emredilen şeylerin yerine getirilmesini mükellefin güç yetirmesine bağlamış fakat yasağın terk edilmesini herhangi bir şarta bağlamadan derhal ondan uzak durulmasını emretmiştir. Ulemanın konuyla ilgili ayet ve hadislerden hareketle çıkardığı, “Def-i mefasit celb-i menafiden evladır (Zararlı şeylerin uzaklaştırılması, faydalı şeylerin elde edilmesinden önce gelir)” kaidesi de bunu teyit eder. Dolayısıyla bir Müslümana düşen öncelikli vazife, dinin “haram, günah, isyan, fısk, fücur, münker, masiyet, zulüm…” olarak isimlendirdiği tavır ve davranışların tamamından uzak durmaktır.
Kur’ân-ı Kerim bir çok âyet-i kerimede haramların Allah’ın koymuş olduğu sınırlar (hududullah) olduğunu bildirir, değil bu sınırların aşılması ve geçilmesi, onlara yaklaşılmasını bile neyheder. (Bakara sûresi, 2/187) Allah’ın ihsan ettiği rızıklardan ancak helâl ve hoş olmak şartıyla istifade edilebileceğini bildirir. (Bakara sûresi, 2/168) Mâide suresinde bazı davranışların haram olduğunu bildirildikten sonra, “Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” buyrulur. (Mâide sûresi, 5/90) Başka bir âyet-i kerimede Allah ve Resûlü’ne isyan eden kimselerin apaçık bir dalalete düşecekleri haber verilir. (Ahzâb sûresi, 33/36)
Peygamber Efendimiz (s.a.s) yedi büyük günahı saydığı bir hadislerinde bu günahları “helak edici” olarak vasıflar. Hz. Âişe Validemiz, günah karşısında ondan en uzak duran kimsenin Allah Resûlü (s.a.s) olduğunu haber verir. (Buhârî, Menâkıb 23) Efendimiz (s.a.s) dualarında Allah’tan kendisine helâl rızık nasip etmesini ve haramlardan uzak tutmasını talep eder. (Tirmizî, Daavat 111)
Ulema helal-haram sınırını gözetmenin ve insanlara karşı davranışlarda ahlakî ilkelere uygun davranmanın önemine dikkat çekme adına çok genel bir ifadeyle “din muameledir” demişlerdir. İmam Muhammed’den züht konusunda bir kitap telif etmesi istendiğinde, alış-veriş ahkamına dair yazdığı Kitabü’l-kesb kitabını işaret etmiştir. Demek ki ona göre züht ve takvayı elde etmenin en önemli yollarından biri dinin alışverişle ilgili koyduğu hükümlere riayet etmektir. Süfyan-ı Sevrî Hazretlerinin, “Kişinin dindarlığı ekmeğinin helalliği nispetindedir.” sözü de aynı noktaya işaret eder. Hz. Ömer’in bu konuda dile getirdiği şu sözler de oldukça manidardır: “Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet ediyor mu, dünya ile meşgul olurken haramlardan uzak duruyor mu, işte bunlara bakınız.” (Tahâvî, Müşkilü’l-âsâr, 11/73)
Kalp ve Ruhu Yaralayan Günahlar
İnsanlar çoğu zaman çıkar ve menfaatlerini düşündükleri, tutku ve arzularına yenik düştükleri, zevk ve hazlarının peşinde gittikleri için günahlara dalarlar. Fakat işin sonunda maksatlarının tam aksiyle tokat yerler. Çünkü günahlar insanda huzur bırakmaz. Efendimiz’in (s.a.s) tabirleriyle günah, insanın içinde şüphe ve sıkıntı hasıl eder. (Müslim, Birr 14, 15) Farklı bir hadiste her bir günahın kalpte siyah bir nokta oluşturacağı ve günah işlemeye devam edildiği takdirde kalbin simsiyah kesileceği ifade edilir. (İbn-i Mâce, Zühd 29) Bediüzzaman Hazretleri de günahların bu dünyada da kalp, vicdan ve ruh için manevî hastalık sebebi olduğunu, onların kalp ve ruhta yaralar açacağını, kalbi siyahlandıracağını ve iman nurunu oradan çıkarabileceğini ifade eder. Günümüzde yaşanan iç sıkıntılarına, manevî hastalıklara, zihnî problemlere bir de bu gözle bakmakta fayda var.
Bütün bunların yanı sıra haramların ahlâkımıza, ibadetlerimize, dinî hayatımıza, maneviyatımıza ve ahiret hayatımıza bakan yönleri vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder.” (Müslim, Zekât 65) buyurarak haram kazançla hiçbir şekilde Allah’a yaklaşılamayacağını ifade buyurur. “Haramın besleyip büyüttüğü her et için en layık olan yer cehennemdir.” (Suyutî, Câmiu’l-ehâdîs, 21483) şeklindeki sözleriyle mü’minleri haramlardan uzak durma konusunda şiddetle ikaz eder. Daha başka hadislerinde yediği, içtiği ve giydiği şeyler haram olan birinin duasına icabet edilmeyeceğini (Müslim, Zekât 65), haram rızıkla hacca giden kimsenin haccının kabul olmayacağını haber verir. (Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, 5/251)
Sehl b. Tüsteri Hazretleri, haram yiyen kimsenin organlarının da Allah’a isyan edeceğini söyler. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, ahlak üzerindeki en güçlü tesirin tüketilen gıdalar olduğunu ifade eder. İmam Gazzâlî Hazretleri bu konuda şöyle der: “Biz başka değil sadece helâl yiyecekleri yeriz. Bu sebepledir ki, kalblerimiz müstakim olur, hâlimiz aynı kalır, melekût âlemine muttali olur ve ahiret âlemini müşahede ederiz.” Bu konuda büyük zatlardan daha birçok hikmetli söz nakledilir. Maalesef günümüzde işlenen günahlar ve midemize giren haramlar yüzünden ibadetlerimizin tadı, yüzlerimizin nuru, evlerimizin de huzuru kaçtı.
Helâl-Haram Bilinci
Günümüzde yaşanan ahlakî krizin başlıca sebeplerinden biri helal-haram sınırlarının aşınması olduğu gibi, ahlâkî olgunluğu kazanmanın başlıca vesilelerinden biri de helâl-haram bilincini yeniden nesillere kazandırmaktır. Abdullah b. Mesud’un ifadeleriyle her bir günahı üzerine yıkılmasından korktuğu bir dağ gibi gören mü’minin ne elinden ne de dilinden kimseye zarar gelmez. Günahı burnunun ucundan geçen bir sinek gibi gören ve önemsemeyen facirin ise ne kendine ne de topluma bir faydası dokunur. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme 49)
Hasıl-ı kelam, dünyanın bütün cazibedar güzelliğiyle önümüze serildiği, helal-haram sınırlarının birbirine karıştığı bu ifritten dönemde şayet ahlâklı, dürüst ve dindar nesiller yetiştirmek istiyorsak, bunun öncelikli şartının helal-haram bilinci kazandırmaya bağlı olduğunu unutmamalıyız. Esasında Kur’ân ve Sünnet’in öncelikli amaçlarından biri de mü’minlerde helâl bilinci oluşturmak, haramlara karşı onlarda tiksinti hâsıl etmektir. Helâl kazancın, helâl lokmanın, helâl yaşamın oldukça pahalı ve zor olduğu günümüz şartlarında meşru daireyle iktifa eden kimseler hem haramlardan uzak kalmış hem de menfi cihetten sevap kazanmış olacaklardır. Bediüzzaman’ın ifadeleriyle meşru daire keyfe kâfidir, harama girmeye hiç lüzum yoktur. Yazıyı Nebiyy-i Ekrem’in şu sözleriyle noktalayalım:
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki onun bu araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arazisi vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arazisi de haram kıldığı şeylerdir.” (Buhari, Büyu 2)
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***