Sadece Almanya değil hem Avrupa hem Batı dünyası Merkelsiz bir döneme hazırlanıyor. Berlin’de Willy Brant Caddesi No. 1’de bulunan ve ‘çamaşır makinesi’ olarak anılan resmi çalışma ofisine 16 yıl aradan sonra sosyal demokrat bir şansölye yerleşecek. Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) lideri Olaf Scholz, Almanya’nın dördüncü sosyal demokrat başbakanı olmaya hazırlanıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan yeni demokrasi döneminde ülkenin sadece üç sosyal demokrat şansölyesi oldu. Willy Brandt, Helmut Schmidt ve Gerhard Schröder. Onun dışında şansölyelik hep Hristiyan Demokrat Parti’de (CDU) kaldı. Almanya’nın 72 yıllık demokratik deneyiminin 52 yılında iktidarda CDU’lu başbakanlar vardı. Volker Resing’in de dediği gibi ‘CDU, Almanya’nın başbakan üretme makinesi’ oldu.
CDU’nun iki efsanesi ise ‘baba’ Helmut Kohl ve onun ‘manevi kızı’ Angela Merkel. İkisi de tam 16 yıl kesintisiz başbakanlık yaptı. Kohl, siyaseti SPD’ye kaybederek bırakırken Merkel siyasi yaşamını seçim yenilgisi olmadan sonlandırdı. Çocuğu olmamasına rağmen Alman halkının ‘mutti’ (anne) lakabıyla andığı Merkel, siyasi becerileri, sınırları zorlayan temkinli yönetim anlayışı, parlak karizması ve bununla çelişir gibi görünen mütevazı özel yaşamıyla sadece Almanya’da değil Avrupa ve dünya siyasetinde de silinmez izler bıraktı.
HERKES İÇİN REFAH
İkinci Dünya Savaşı’nın Almanya ve Avrupa’nın üzerinden silindir gibi geçtiği, ülkenin enkaz yığınına dönüştüğü yıl, 1945’te kurulur CDU: Üyelerinin tabiriyle Volkspartei (Halk Partisi) kurulduğunda, Almanya hala dört müttefik işgal bölgesine (Sovyet-Amerikan-İngiliz-Fransız) bölünmüş haldedir.
CDU, 19. yüzyıldan itibaren faal olan eski Katolik Parti Zentrum’un (merkez) mirasını devralır. Partinin ilk şansölyesi 1950’de iktidara gelen Konrad Adenauer’dır. (Onun adına kurulmuş Konrad Adenauer Vakfı bugün, aralarında Türkiye’nin de olduğu 80’den fazla ülkede faaliyet gösteriyor.)
1957 seçimlerinde, CDU’nun sloganı ‘Herkes İçin Refah’tır. Bugün bile geçerliliğini koruyan sloganın mucidi önce ekonomi bakanlığı, daha sonra başbakanlık yapacak Ludwing Erhard’dır. Onun Almanyalı Türkler açısından çok önemli bir özelliği var. Erhand, Türk ve Alman hükümetlerinin imzaladığı 30 Ekim 1961 tarihli İşçi Göçü Antlaşması’nın mimarı. Bu yıl 60. yılını kutladığımız işçi göçünü konuşurken atlanmaması gereken siyasetçidir Ludwing Enhard. Ve onun ‘Herkes İçin Refah’ sloganı sadece Alman halkını değil o refahın üretilmesinde katkısı olan başta Türk işçiler olmak üzere bütün göçmenleri de kapsar. Evet, dünyanın en büyük enkaz yığınından, dünyanın en büyük ve gelişmiş ekonomilerinden birine giden süreçte Anadolu’nun bağrından kopup gurbete iş ve aş aramaya Türk işçilerin önemli rolü var.
60’ların Almanya’sında çok büyük iş gücü açığı vardır. Korkunç savaş, çalışma yaşındaki Alman erkeklerin neredeyse yarısını yok etmiştir. Hayatta kalanların bir bölümü de Sovyetlerin esir kamplarında bulunuyordu. Savaşta toplam 27 milyon vatandaşını kaybeden Sovyetler bundan Almanları sorumlu tutuyor ve elinde tuttuğu Alman esirleri aynı zamanda iş gücü olarak da kullanıyordu. Berlin’i uzun süre işgal altında tutan Sovyet birlikleri, ülkede kalan bilim adamı, mühendis ve zanaatkârları da kaçırıp Rusya’da çalıştırmaya başlamıştı. Türk işçilerinin geldiği Almanya işte böyle bir ülkeydi.
DUVARDAN ÜÇ AY SONRA
Tarihin ne garip cilvesidir ki ilk Türk işçi kafilesi Berlin duvarının inşasından (13 Ağustos 1961) sadece üç ay sonra Almanya’ya gelmeye başlayacaktır. Zira, duvarın inşa edilmesi, Batı Almanya’ya, Doğu’dan işçi gelmesinin de durması demektir. Erhand’ın işçi göçü projesinin zamanlaması kusursuzdur.
1970’te gelindiğinde CDU, kendisini ilk kez muhalefette bulur. Şansölye koltuğuna oturan ilk SPD’li, sosyal demokratların efsanevi lideri Willy Brandt’tır. Aynı yıl işçi göçü antlaşmaları da sona erdirilmiştir ancak Almanya’daki Türklerin sayısı 900 bini bulmuştur. 70’lerin başında, ülkede Alman ekonomik mucizesi (wirtschaftswunder) yaşanmaktadır. Ve bu mucizenin aktörlerinden biri de kuşkusuz Türk işçilerdir. 19 Mart 1970’te şansölye Willy Brandt, 9 yıl sonra duvarı geçen ilk başbakan olur ve Doğu Almanya’yı ziyaret eder. 70’lerin başında Almanya’nın yaşadığı ekonomik mucizeyi anlamak için sanırım tek bir kıyaslama yeterli olacaktır. Batı Almanya’da, 1948’de her 1000 kişiye düşen otomobil sayısı 6,3 iken, 1970’te bu sayı 277’ye yükselmiştir. Yine tarihin garip cilvesi; Ludwing Erhand’ın ‘Herkes İçin Refah’ sloganının ilk somut sonuçlarını görmek rakip partinin şansölyesine nasip olur. Almanya, 70’lerde Nazizm felaketini büyük ölçüde aşmıştır.
SCHRÖDER ETKİSİ
SPD’nin son başbakanı Merkel’in selefi Gerhand Schröder’in Türkiye açısından en önemli özelliği, Avrupa Birliği (AB) müzakere sürecinin onun zamanında başlaması. 1999’da iktidarı devraldıktan sonra Türkiye AB ‘aday ülke’ statüsü alır. Türkiye’yi her zaman AB projesinin dışında gören Helmut Kohl’dan iktidarı devralan Schröder zamanında hem Türkiye ile ilişkiler hem de Alman hükümetin göçmen Türklere yaklaşımı değişir. SPD ve Schröder hem Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir hem de Türk göçmenleri Almanya’nın bir parçası olarak görmektedir. 40 yıl içinde misafir işçilikten kalıcı göçmenliğe oradan da vatandaşlığa geçen gurbetçiler için o yıllarda SPD ve Grüne (Yeşiller) en cazip siyasi partilerdir. Türklerin ilk aktif siyaset maceraları da bu iki parti üzerinden olur. Türk kökenliler artık sosyal demokrat ve yelpazenin solundaki partiler açısından önemli bir oy kitlesidir.
Ancak 2018’de yapılan araştırma (Hennlette Litta et Alex Wittlif ‘Göçmenlerin Parti Tercihleri, eski modellere veda’ Alman Entegrasyon ve Göç vakıfları Danışma Konseyi – Berlin 2018) göçmen kökenli SPD seçmeninden, CDU’ya doğru kayma olduğunu gösteriyor. Araştırmaya katılan göçmenlerin yüzde 40’ı CDU/CSU’yu desteklerken, yüzde 28’i SPD ve yüzde 10’u da Yeşiller, Die Linke (Sol Parti) ve diğerlerini destekliyor. Araştırmada yapılan şu tespit çarpıcı: ‘Bu değişim, Türk kökenlilerin SPD’ye yönelik güven kaybından kaynaklanıyor.’
Peki uzun yıllar CDU’ya çok mesafeli duran Türkler neden son dönemde bu muhafazakâr partiye oy vermeye başladı?
Türkiye’de oy tercihini daha çok lidere göre yapan Türklerin bu alışkanlığı konu Alman siyaseti bile olsa değişmiyor! Yani Merkel faktörü. Anlaşılan CDU’lu seçmenin ‘mutti’sinin liderlik yeteneklerin ve kendine özgü karizmasına ülkedeki yabancı kökenliler bile kayıtsız kalamamıştı. Bu ilgi de elbette Adenauer ve Kohl’ün koyu muhafazakâr ve ötekini dışlayan siyasi tutumlarının Merkel döneminde ılımlı, kapsayıcı ve esnek Alman sağına evirilmesinin de önemli etkisi var.
USTASINI ALT EDEN LİDER
Siyasete 1990’da Helmut Kohl’ün davetiyle giren Angela Merkel, 35 yaşında bakanlık koltuğuna oturdu. Siyasetteki ustası Kohl, önce Batı Almanya şansölyesi olmuş daha sonra Birleşmiş Almanya’nın ilk başbakanı unvanını almıştı. 1999 seçimlerinde SPD’ye kaybeden Kohl’e en büyük darbe hiç ummadığı yerden gelir. Çırağı Merkel (Kohl onu ‘bizim kız’ diye anmaktadır) FAZ Gazetesi’ne yazdığı bir makale ile ustası Kohl’ü istifaya davet ederek liderlik yolunda ilk adımını atar. 2000 yılındaki parti kongresinde CDU Genel Başkanı seçilir ve 2005’te ülkenin ilk kadın şansölyesi olur.
KRİZLERDEN GÜÇLÜ ÇIKTI
Merkel’in siyasetteki ilk imtihanı 2008 yılı Euro bölgesi krizidir. Onun bu krizdeki tavizsiz tutumu hem kendisinin hem de ülkesinin AB içindeki liderliğini ve gücünü pekiştirecektir. 2011’de Japonya’da yaşanan Fukişima nükleer felaketi sonrası Almanya’nın 17 nükleer reaktöründen 8’ini kapatacağını ve ülkesinin 2022’ye kadar nükleer enerjiyi terk edeceğini açıklar ve bu söylemini hayata geçirir. Bu politikalarıyla sol seçmenlerin bile takdirini kazanır. 2015’teki büyük mülteci krizinde ülkesinin kapılarını binlerce göçmene açmakta tereddüt etmez. Partisinin muhafazakâr tabanının tepkisini çekme pahasına Merkel, mülteci meselesine insani bakış açısı getirmiştir. Ve ülkesindeki yabancı kökenlilerin de gönlünü kazanmıştır.
Angela Merkel zamanında Ankara-Berlin ve Ankara-Brüksel ilişkileri sürekli gelişerek devam etti. Zaman zaman yaşanan krizlerde arabuluculuk yapan ve Türkiye’nin Avrupa için önemini vurgulayan hep Merkel oldu. Buna rağmen Merkel Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini hiçbir zaman desteklemedi ve hep imtiyazlı ortaklık fikrini savundu.
GELİR ADALETSİZLİĞİ VE DÜZENSİZ GÖÇ SCHOLZ’UN ÖNEMLİ SINAVLARI OLACAK
Merkel sonrası şansölyeliğe hazırlanan SPD lideri Olaf Scholz ise iddiasız ve daha çok teknokratı andıran kişiliği ile Berlin’de farklı bir portre çizmeye hazırlanıyor. Daha teknik ve daha gösterişsiz, siyasi karizmadan yoksun liderlik. Onun maliye bakanlığı birikimi elbette önemli. Zira pandemi sonrası Alman ekonomisinin küresel ekonomideki etkisi ve belirleyiciliği arttıracağını öngörmek zor değil. Maliyeci şansölyenin ilk hedeflerinden biri de elbette yüzde 2,5’e yükselen enflasyon ve pandemi ile artan gelir dağılımı adaletsizliği ile mücadele olacak.
Scholz, SPD geleneğine uygun olarak göçmen Türkler ve Türkiye’ye sıcak mesajlar gönderecek ve ilişkileri daha da geliştirmeye çalışacaktır. Ancak Almanya gibi oturmuş, kurumlaşmış demokrasilerde iç ve dış politikada çok köklü değişimler beklemek de gerçekçi değil.
Yeni şansölyeyi en fazla zorlayacak konu ise kuşkusuz ‘bitmeyen dert’ düzensiz göçmen krizi olacaktır. Zira hem Avrupa hem Almanya tarihlerinin en büyük düzensiz göç akımı ile yüz yüze. Müstakbel şansölye Scholz ve koalisyon ortakları, ülkelerinin soğuk savaş sonrası en zor dönemini yönetmeye hazırlanıyor.
BAHADIR POLAT
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***