Saygı, özellikle Ortadoğu’da, çoğunlukla geniş kapsama alanı dışında, “şekli yönü” ön planda olan bir kavramdır. Adı çok geçer ve genelde güçle ilintilidir. Zayıfın güçlüyle arasında olan bir dinamiği vardır. Güçlünün zayıftan beklediği bir şeydir. Ve güçlünün zayıfı tolere etmesidir. Saygı iyi tanımlanmış bir kavram değildir. Ve hakiki saygıdan farklı olarak, ikiyüzlülüğün çok sık tezahür edebildiği kaygan bir zemin üzerinde durur. Duruma, zamana, hepsinden önce de kişiye göre değişkenlik gösterir.
Saygı güç ve iktidarla – yani beklentilerle ve stratejik pozisyon alışlarla – ilintilidir çünkü güçlü olan saygıyı dayatır. Zayıf bu dayatmaya karşı koyamadığı için yelkenleri suya indirir ve güce göre pozisyon alır. Böylece saygı bir erdem olma vasfını yitirir ve stratejik eyleme dönüşür. Bu nedenle başta Ortadoğu’da, saygı formel-şekilsel bir etiket halini alır, çürür.
Bu bağlamda saygı hak edilen değil, zorla elde edilendir. Yani korkuyla saygı el ele gider. Bu şekliyle saygı, bir hayatta kalma hamlesidir. Kendinden bekleneni yapmak zorunda olmaktır. Otoriteye boyun eğmektir. Hiyerarşide yerini bilmektir. Bu çürümüş sahte saygı, güçlünün güçsüze gücünü kabul ettirmesiyle ilintilidir. Güçsüzün, güçlenene dek sineye çektiği bir durumdur. Gelip geçicidir. Güçsüz güçlendiği anda, eskiden güçlü olana saygı dayatır. Böylece sahtekârlıkların bayrak yarışında yeni bir etap başlar.
Saygı Ortadoğu’da çoğunlukla eşitler arası bir durumda ortaya çıkmaz. Biat etmekle saygı duymak çoğu zaman birbirine karışmış durumdadır. Bu abartılı saygı konsepti, şahsiyetsizleştirir. İnsanlar çoğu zaman oldukları gibi görünmemeyi saygı temelinde meşrulaştırır. Karşı tarafın beklentisine göre – reflekssel – bir durumdur. Karşı tarafın beklentisine uygun davranışı sağladığı oranda başarılıdır. Ataerkil ortamlardaki baba otoritesi gibi, saygı yerini bilmek, munis olmak, karşı çıkmamak, ses çıkarmamak, kolun kırılıp yenin içinde kalmasıdır.
Saygı çoğu kez Ortadoğu’da sakız çiğnememek ve bacak bacak üstüne atmamaktır. Sesini yükseltmemektir. İtiraz etmemektir. “Siz daha iyisini bilirsiniz” demektir. Saygı, düşündüğünü ve hissettiğini söylememektir. Çoğu kez rol yapmak, olmadığı bir karakteri yaşam boyu oynamaktır. Kendi fikrine sahip olamamaktır. Olsa bile bunu yok saymaktır. Saygı bu bağlamda kendine saygı duymamaktır.
Saygı, olanı kabullenmek, payına düşene razı olmaktır. Bazen İstiklal Marşı’nda gülümsememek, bazen ayağa kalkmaktır. Saygı, Kasım’ın onunda müzik dinlememek veya Ramazan’da oruç tutuyor görünmektir. Hatta sorulan bir soruya, başını öne eğerek yanıt vermektir. Saygı, kocanın yaptığı hataya itiraz etmemek, “bence” diye bir cümleye başlamamaktır.
***
Oysa gerçek saygı bu değildir. Gerçek saygı, refleksif – karşısındakine ilişkin – bir pozisyon olamaz. Endojendir, yani içten gelir. Nereden geldiği belli değildir. Bu nedenle yaratıcının üflediği ruhla en ilintili olan erdemlerdendir. İçimizden geldiği için saygı duyarız. Gerçek saygıdan bahsediyorum. Gerçek saygının vücut şeklinizle, fiziksel duruşunuzla, kelime seçiminizle, mimiklerinizle veya ses tonunuzla alakası marjinaldir. Kendine saygı duymakla başlayıp, başkalarına saygı duymaya doğru genişleyerek akar. Empatidir. Empati – kendini başkasının yerine koymak – özelliği olmayan biri gerçek saygı duyamaz. Sınırsızdır. Kullanıldıkça azalmaz. Sevgi gibidir. Hatta sevginin ikiz kardeşidir. Genelde sevgi dedikten sonra aklımıza ilk gelen kavram olması bundandır. Korkudan değil, sevgiden doğduğunda gerçektir. Korkudan doğan stratejik, sevgiden doğan saygı ise hakiki ve samimidir. Karşılık beklenmeden hissedilendir.
Küçüklerin sevilip büyüklerin sayıldığı bir denklemden samimi bir saygı doğmaz. Küçükler büyükleri sevebildiği kadar, büyükler de küçüklere saygı duyabilmelidir. Saygı otoriteyle alakalı bir kavram olamaz. Otorite zorlayıcıdır. Zorla saygı duymaz, duyarmış gibi yapabilirsiniz. Oysa samimi olmayan saygı, doğası gereği sahtedir ve kelimenin içini boşaltır. Formel hale getirilen – şeklileştirilen – saygı kavramı, oksimorondur. Saygı formel olamaz. Sevgi gibi, ne zaman hissedeceğiniz değişir. Aşk gibi, sizi ne zaman vuracağı belli olmaz. Kuralı kaidesi yoktur. Zarafetle, kibarlıkla, edeple, alçakgönüllülükle, düzgünlükle, hazımla ve dürüstlükle doğrudan alakalıdır. Saygı tabu değildir. Tabulaştırmak değildir. Eleştirilmez kılmak değildir. Kırmızıçizgi çekmek değildir. Yargılamak değildir. Beklenti değildir. Ummaktır, hak etmektir, umut etmektir. Zorlamak değildir.
Saygı değerlerle alakalıdır. Evrensel olarak saygı duyulacak maddi ve fiziksel hiçbir şey yoktur.
Şekillere ve sembollere indirgenmiş, sahte erdemler dünyasında, herkesin herkese rol yaptığı ve olmadığı bir şey gibi göründüğü bir maskeli baloda, “ikiyüzlüler!” diye haykırmak, saygısızlık addedilebilir mi? Karşılıklı suskunlukların hiyerarşisinde, dürüst ve samimi bir uzlaşı doğabilir mi? Kurumsallaşmış takıyye üzerine kurulu saygı, mantık evliliği gibidir. Oysa aşk evliliği, samimi karşılıklı sevginin sağlam temellerinde sonsuza kadar yaşar. Saygı, içten geliyorsa saygıdır. Dahası, fiziksel jest-mimik ve vücut dili saygıya kanıt olamaz. Yaşa veya sosyal statüye bağlı biat ve stratejik davranışla saygı karıştırılmamalıdır. Benim kızımın veya oğlumun odasına girmeden önce kapısını çalmam saygıdır. Ama bir dekanın önünde fikrini söyleyemeyen asistanın, katılmadığı fikirleri sineye çekerek “harika bir fikir” demesi, sahtekârlıktır. Saygı ve sahtekârlık hiç aynı ortamda bulunabilir mi? Peki, itaatkâr ve teslimiyetçi bir değerler evreninden samimiyete bina olmuş eleştirel bir özgürlükçü ruh çıkabilir mi? Özgür bir ruhun duyduğu saygıyı, otoriteye karşı çıkmaktan korktuğu için suskunluğu seçen birinin iç isyanına bir tutabilir misiniz? Hangisini yeğlersiniz?
Saygıyla ilişkili bir arınma olmadan, özgür bireylerden oluşan, kendine ve diğerlerine saygılı, uzlaşı arayışında dürüstçe ama tavizsiz tartışacak – hatta evet, mertçe düşünsel kavga verecek – bir toplum doğamaz. Her gerçek erdem gibi, saygı da reflekssel bir bağlamda ortaya çıkacak. Yani içten gelecek. Göstermelik olmayacak. Hakiki olacak.
***
Ve ez cümle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın Fatih Sultan Mehmet’in mezarı başında kollarını arkada kavuşturarak yürümesi ile hakiki saygı arasında hiçbir ilişki yoktur. Ama buradan saygı ilişkisi devşiren siyasal atmosferle korkunç toplumsal çürüme ve değerler erozyonu arasında dikkate değer bir korelasyon bulunmaktadır. Buna mukabil, mesela şehit cenazesinde tabuta kolunu dayamak gerçek saygı yoksunluğudur. Çünkü güçlünün güçsüze – hatta artık hayatta olmayana – gücünü dayatmasıdır. Dahası onu kaale bile almamasıdır. Veya saygı yoksunluğu, maden faciasında yakınını kaybeden vatandaşa vahşice tekme atan bıyıkları yeni bitmiş parti bürokratıdır. Saygı yoksunluğu fakir ve gariban vatandaşı için “turistin önüne aşısız çıkmayacak” diyebilen densiz siyasi cümlesidir. Size doğrusunu söyleyeyim: Gerçek saygı eşitler arası bir erdemdir. Kendinizden büyük veya kıdemli biri ile de eşitler arası bir ilişkide olabilirsiniz. Bu kibir ve küstahlığı beraberinde getirmez. Ama otorite karşısında formel saygının suskun fırtınasını içinde yaşarken, kibri ve küstahlığı kamufle etmek mümkündür. Mesele hangisini seçtiğinizdir: Şekli mi, yoksa içeriği mi seçiyorsunuz?
Mehmet Efe Çaman / TR724