YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Evrim teorisini kabul eden ve İslâm’da ona aykırı bir hüküm bulunmadığını iddia eden modern araştırmacılar, bu görüşlerini seleften bazı âlimlere dayandırır ve İslâm tarihinden verdikleri örneklerle evrimin ilk defa İslâm kültür havzasında ortaya çıktığını savunurlar. Mesela İslâm’da Evrimci Yaratılış Teorisi ismiyle bir kitap kaleme alan Prof. Dr. Mehmet Bayraktar şöyle der: “Gerçek manada bir evrim düşüncesi ilk defa 9. yüzyılda İslâm kültüründe doğmuş ve müteakip yıllarda geliştirilerek çeşitli şekiller almıştır. Hatta Batı kültüründe evrimci düşüncenin doğuşunun sebebi de İslâm kültüründeki bu evrim düşüncesidir.” (s. 16)
Bu konuda verilen örnekleri ve ileri sürülen iddiaları çok genel hatlarıyla şu şekilde özetleyebiliriz: İlk evrimci düşünceler, “kumun” ve “zuhur” teorileri adı altında mutezili bir âlim olan Nazzam (ö. 219/835) tarafından ortaya atılmıştır. Nazzam’a göre Allah, bütün türlerin özü ve nüvesi mahiyetinde olan ve onlara ait bütün hususiyetleri bi’l-kuvve kendinde barındıran ilk canlı varlığı yaratmış, sonrasında da bütün ana türler birbirinden bağımsız olarak bu ilk çekirdek varlıktan ortaya çıkmıştır. Nazzam, hiçbir ana türün değişerek yeni bir tür oluşturacağını kabul etmez, yani türlerin sabitliği fikrini savunur. Dolayısıyla ona göre insan da hayvan türlerinin evrimleşmesi sonucunda dünyaya gelmemiştir. (Mehmet Bayraktar, İslâm’da Evrimci Yaratılış Teorisi, s. 40-47)
Evrimin öncüsü olarak gösterilen diğer bir İslâm âlimi de Câhız’dır (ö. 255/869). Nazzam’ın talebesi olan ve üç yüz civarında eserinin yanında yedi ciltlik bir biyoloji ansiklopedisi de (Kitâbü’l-hayavân) yazmış olan Cahız, hocasından aldığı evrimci görüşleri daha da geliştirmiştir. O da canlı türlerinin oluşumunu hocası gibi Allah’ın çekirdek mahiyetinde yarattığı ilk canlı varlığa bağlar. Fakat o, hocasından farklı olarak canlı türlerinin zamanla değişiklik geçirerek yeni türler oluşturabileceğini kabul eder. Fakat Cahız’a göre bu değişiklik, tabii seleksiyon ve mutasyon gibi mekanizmalarla değil, Allah’ın yaratmasıyla ortaya çıkar. Cahız, buna benzer görüşlerinden ötürü meşhur Ehl-i Sünnet kelamcıları tarafından materyalist ve dehri olmakla suçlanmıştır. (Ahmet Özdemir, “Kur’ân ve Bazı İslâm Âlimleri Açısından Yaratılış ve Evrimci Görüş”, Bitlis İslâmiyat Dergisi, Haziran 2020, s. 68-69)
Evrimci İslâm âlimleri zikredilirken, Farabî (ö. 338/950), Birûnî (ö. 453/1061) ve İbn Tufeyl’e (ö. 581/1185) de yer verilir ve bunların bazı görüşleriyle Darwinizm arasında bir kısım irtibatlar kurulur. Ne var ki bunların hiçbiri, açıkça bir türün başka bir türe dönüşebileceğini ifade etmemiştir. Bilakis yaratmanın ancak Allah’a mahsus olduğunu belirtmişler ve türlerin sabitliğine kail olmuşlardır.
Cansız varlıklardan bitkilere, bitkilerden hayvanlara, onlardan da insana kadar yeryüzünde mevcut olan varlık hiyerarşisi üzerinde duran bir kısım İslâm filozoflarıyla İslâm ahlakçılarının da evrimi kabul ettikleri ileri sürülür ve İhvanüs’s-sava, İbn Miskeveyh, İbn Haldun, Nasiruddin et-Tusi, Kazvini, Kınalızade Ali Efendi, Molla Sadra, Erzurumlu İsmail Hakkı gibi bir dizi âlimin ismine yer verilir. Hatta Râgıb el-İsfehanî, İbnü’l-Heysem, el-Kazvinî, Sadruddin Şîrâzî, Mevlânâ ve İbn Arabî gibi daha birçok İslâm âliminin isimleri zikredilir. (Bkz. İsmail Yakıt, “Darwin’den Önce İslâm Düşünürlerinde Evrimle İlgili Fikirler”, Felseve Arkivi, 1984, sayı: 24, s. 101-122; Muhammed Hasan, el-İnsân beyne’l-halki ve’t-tatavvur, s. 42-58)
İsmi geçen âlimlerin tek tek görüşlerinin ele alınıp detaylı bir şekilde incelenmesi müstakil çalışmaları gerektirir. İslâm ulemasının evrime delil olarak gösterilen görüşlerinin, evrim teorisi açısından çok genel bir değerlendirmesini yapacak olursak şunları söyleyebiliriz:
İslâm tarihindeki evrimciler olarak gösterilen ulemanın görüşleri ile Darwin tarafından ortaya konulan evrim teorisi arasında, yüzeysel ve kısmi benzerliklerin ötesinde bir bağ kurmak mümkün değildir. Konu etrafında yapılan çalışmalar incelendiğinde, İslâm âlimleri tarafından öne sürülen görüşlerle Darwin tarafından ortaya konulan teori arasında çok büyük farklar olduğu görülür.
En başta şunu ifade etmek gerekir ki, Darwin’in ana hedefi, yeryüzünde görülen bütün türlerin kökenine dair natüralist ve pozitivist bir izah getirebilmektir. Hâlbuki İslâm ulemasının kâinat veya canlı türleri hakkında yaptıkları bütün izahların merkezinde hep Allah vardır. İlk canlılık, Allah’ın yaratmasıyla başladığı gibi, bütün türler de O’nun yaratmasıyla oluşmuştur. Cahız’ın dışında hiçbir İslâm âlimi açıkça bir canlı türünün başka bir türe dönüşebileceğini iddia etmemiştir. Şu önemli noktayı da ilave etmeliyiz ki konu etrafındaki açıklamaları çok net olmayan Cahız, bu dönüşümün de Allah’ın fiil ve eseri olarak vücut bulduğunu belirtmiştir.
Cahızın konuyla ilgili fikirlerini araştıran bilim tarihçisi Profesör Gillian Beer’in şu tespitleri önemlidir: “Cahız’ın Darwin’den bin yıl önce evrim üzerine yazmış ve doğal seçilimi keşfetmiş olduğunu ileri süren kimi tarihçiler yanılgıya düşmüşlerdir. Cahız’ın anlamaya çalıştığı şey dünyanın nasıl meydana geldiği veya türlerin nasıl oluştuğu değildi. Her şeyi Tanrı’nın yarattığına ve bunu en mükemmel biçimiyle yapmış olduğuna inanıyordu. İlahi yaratımı ve dahiyane tasarımı doğru kabul ediyordu. Ona göre başka bir açıklama düşünülemezdi.” (Gillian Beer, Darwin’in Hayaletleri, s. 93)
Nitekim Câhız, Kitâbu’l-hayavân isimli kitabını yazma amacını şöyle açıklar: “Akıl sahibi her kişi, Allah’ın yarattığı her şeyin bir amacı olduğunu ve Allah’ın yarattıklarını kaderlerine terk etmediğini; atladığı, alamet-i farikasından yoksun, karmaşa içinde ya da korumasız bıraktığı hiçbir şey olmadığını; eşi benzeri olmayan öngörülerinde asla yanılgıya düşmediğini ve ne kurduğu düzenin herhangi bir detayının, ne bilgeliğin güzelliğinin ne de güçlü kanıtların görkeminin onu yanılttığını bilecektir. Tüm bu etkinlik bitten ve kelebekten yedi gök küreye ve dünyanın yedi iklimine kadar her şeyi kapsamaktadır.” (Gillian Beer, Darwin’in Hayaletleri, s. 98)
İslâm âlimleri, canlı varlıklar ve yaratılış etrafında ortaya koydukları açıklamalarla Allah’ın vaz etmiş olduğu kanunlara dikkat çekmiş; mesela tabiatta ve canlı organizmalarda gözlemlenen değişim ve tekâmül üzerinde durmuş; bu değişime sebep olan çevre şartları, yiyecekler, iklim ve atmosfer gibi faktörleri ele almışlardır. Bazılarının evrime benzeyen görüşlerinin merkezinde ise Allah’ın ilk varlığı ve türlerin ilk üyelerini yoktan var etmesi fakat daha sonraki yaratmaları bir vesile ve sebep ile gerçekleştirdiğini izah etme maksadı vardır. Kimileri de bütün varlığın aynı özden yaratıldığına dikkat çekmiştir.
Evrim şeklinde anlaşılan veya evrimle alakası kurulan bir kısım görüşlerin maksadı ise kâinattaki atom ve moleküllerin nasıl bir devir-daim içerisinde olduğunu, nasıl hâlden hâle geçtiğini, Allah’ın aynı cins maddelerden nasıl olup da muazzam çeşitlilikte varlıklar yarattığını göstermektir. Mesela cansız durumdaki atom ve moleküller sürekli canlı organizmaların yapı taşlarında kullanılmakta, bitkileri hayvanlar yemekte, hayvanları da insanlar. Bir açıdan bitkiler hayvanlara, hayvanlar da insanlara dönüşmekte. Element ve moleküller farklı kademelerden geçerek insan vücudunda yer almakta.
İbn Arabi ve Mevlânâ gibi zatlara ait olan ve evrim olarak takdim edilen bazı görüşler ise insanın; psikolojik, ruhî ve manevî değişim ve terakkisiyle ilgilidir. Onlar, insanın, ahlâkî ve manevî açıdan terakki ve tedenni edebileceği mertebelere dikkat çekmiş; yapacağı kötülük ve fenalıklarla insanın bitki ve hayvanların hayat seviyesine düşebileceğini, iyilik ve hayırlarıyla da melekî seviyeye çıkabileceğini ifade etmişlerdir.
İbn Miskeveyh, İbn Haldun ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi şahıslar ise silsilevi yaratılış düzeninden bahsetmiş, yaratılıştaki birlik, bütünlük ve hiyerarşiyi göstermek istemişlerdir. Kainattaki yaratılışın nasıl basitten başlayarak kompleks varlıklara doğru sıralandığını açıklamış, farklı varlık cinsleri arasındaki üstünlükten bahsetmiş, yani bir yönüyle Allah’ın yaratmadaki âdet ve sünnetine dikkat çekmişlerdir. İnsanın, diğer varlıklar arasındaki müstesna konumuna işarette bulunmuşlardır.
Her ne kadar cansız varlıklar arasındaki mercanın en düşük hayat seviyesindeki bitkilere, hurmanın en düşük hayat seviyesindeki hayvanlara, at, fil ve maymun gibi bir kısım hayvanların da zekâ ve kabiliyet açısından bir kısım insanlara yakınlığından bahsetseler de, ne bunların “ara türler” olduğunu ne de birbirine dönüştüğünü söylemişlerdir. “Varlık mertebelerini” veya “küllî varlık zincirini” açıklama adına kullanılan bu tür ifadelerden evrim görüşü çıkarmak oldukça abartılı, aşırı ve yanlış bir yorumdur. Onların benzerlikler üzerinden yaptıkları yakınlık yorumlarını evrim teorisini destekler şeklinde yorumlamak bilimsel bir yaklaşım değildir. Onlar da zaten böyle bir iddiada bulunmamışlardır.
Cahız, Nazzam, Farabi ve İbn Haldun gibi İslam âlimlerinin konu etrafındaki görüşlerinin incelendiği akademik bir makalede şu değerlendirmelere yer verilir: “Bu görüşlerin, modern evrim görüşüyle uzaktan bir alakasının olmadığı kesindir. Burada kademeli olarak canlılar arasındaki özellik farkından bahsedilmektedir. Canlıların kademeli ve birikimli bir evrimsel sürecin ürünleri olduğunu değil; aksine statik, değişmez, son halleriyle mükemmel yaratılışları ileri sürülmektedir… Evrim konusunda, özellikle Müslüman bilim adamları tarafından evrimi savunma pozisyonunun ortaya çıkması, aynı mana ve mefhumların ve aynı kelimelerin farklı kimseler tarafından değişik manalarda kullanılmasından kaynaklanmaktadır… İslam âlimlerinin evrim diye bir problemi yoktur. Çünkü onların çalışmaları incelendiğinde, kâinatın oluşumunun ve canlıların yaratılmasının Yüce Allah tarafından gerçekleştirildiğinin çok iyi ifade edildiği görülür.” (Ahmet Özdemir, “Kur’ân ve Bazı İslâm Âlimleri Açısından Yaratılış ve Evrimci Görüş”, Bitlis İslâmiyat Dergisi, Haziran 2020, s. 61-76)
Bu tür konularda sebeplere aşırı vurgu yapan, Kur’ân’da ortaya konulan yaratma düşüncesine ters açıklamalar ileri süren âlimlerin sert tepkiyle karşılaştığını, onlar hakkında reddiyeler yazıldığını ve hatta tekfire gidildiğini de hatırlatmak gerekir. Bu tür düşüncelerin ortaya atılmasında Yunan felsefesi ciddi etkili olmuştur. İslâmcı evrime misal olarak verilen görüşler, delilden yoksun oldukları için hiçbir zaman İslâm düşüncesi ve kültürü içerisinde ana bir akım hâline gelmemiş, genelin nazarında meşruiyet kazanamamıştır. Bütün türlerin Allah tarafından ve müstakil olarak yaratıldığı konusunda Sünni kelamcılar arasında bir ihtilaf yoktur.
Kaynak: Tr724