Yok hayır, İnce ve partisi değil bu yazının konusu. Çok konuşulacak nasılsa o. Daha bir hafta öncesine kadar, Davutoğlu/Babacan ekipleri kastedilerek, “Yeni partiler AKP’yi ve Cumhur ittifakını nasıl etkiler?” tartışması yapılıyordu. Şimdi bu soruya takla attırıldı ve “İnce’nin partisi CHP’yi ve Millet ittifakını nasıl etkiler?” biçiminde kurgulanarak CHP’nin kapısına bırakıldı. Yazılı görsel, bütün bir Saray medyası tam mesaide… Tartışmaları izledikçe insanın nutku tutuluyor tabi ki. Nasıl bir çürüme halidir bu. Davutoğlu ve Babacan partileri konuşulurken, üç gün önce “bunlar magazin, parti enflasyonunun kuranlar da dahil hiç kimseye en küçük bir yararı yoktur…” havalarında ‘vizyon’ kasanların, şimdi İnce partisini konuşurken “efendim, ne kadar çok parti olursa o kadar iyi, Türkiye sosyolojisinde siyasal boşluklar var ve demokrasi rekabet gerektirir…” türünden gak guklarla iştigal etmeleri mesela… Utanma sıkılma yok ve herkesi hafızasız aptallar olarak görüyorlar. Ar damarı çatlamış hepsinin, deyip geçelim…
KÜRT SORUNUNDAN KAÇAMAZSIN!
Buradan yazının konusuna geçebileceğimiz bir ‘ilginç tesadüf’den de bahsedilebilir. İnce’nin partisinin öngörülen siyasal/ideolojik koordinatları (“CHP’nin kuruluş ilkelerine bağlı, Atatürkçü ve milli değerlere bağlı bir parti”) da dahil olmak üzere, CHP ve Kürt sorunu bağlamında bir başka tartışmanın da suyu ısıtılıyor gibi.
Kılıçdaroğlu’nun, fazlasıyla eklektik de olsa, kongrede ‘Kürt sorunu’nu telafuz edip ‘Kürt raporu’ hazırlığından bahsetmiş olmasının hemen akabinde, “CHP’de Kemalist mi kaldı?!” sorusunun köpürtülmeye çalışılması tesadüf sayılabilir mi? İnce’nin çıkışının böylesi bir ‘uygun zemin’le buluşması peki? Bilemeyiz. Ama bildiğimiz, sonuçta gelip Kürdün kaderine bağlanan ve hâlâ çözülmemiş o sorundan kaçmak mümkün olamıyor. CHP de kaçamıyor; her kavşakta, her kritik süreçte gelip yakasına yapışıyor. Ya o soruna dair tarihsel/rasyonel yanıtlar üretip yüz yıllık bir yükten kurtulmaya çalışacaksın, ya da geri-eklektik öteleme çabaların bile seni krize doğru çekecek, yönlendirmelerin konusu olacak, iç tartışmalardan da kurtulamayacaksın…
CHP’nin bu ‘otantik’ girdaptan kurtulabilmesi, en azından kendi iç dinamiklerince, mümkün olmayacak ama. Onu sarsacak bir başka toplumsal muhalefet düzeyi gerekiyor. Kürt sorunu da dahil, birçok gerçekle yüzleşilmesi ancak böyle mümkün olabilecek. Hem sadece CHP için de değil bu dediğimiz. CHP’yi de kapsayan ama onu çok aşan bir tarihsel damardan, devletin dokularına sinmiş ve bir bütün olarak düzen siyasetini şekillendiren tarz ı siyasetlerden biridir söz konusu olan. Kemalistinden siyasal İslamcısına kadar, farklı versiyon ve renklerle de olsa, birbirine zıt da görünse, Kürdün ‘Kürt’ olma halini tartışmaya açan inkârcılıktır bu.
HANGİ TARİH?!
Yusuf Karataş arkadaşımızın geçtiğimiz günlerde yazdığı iki yazıda tartıştığı Alt kimlik-Üst kimlik konusu da bu ‘inkâr’ın rafine edilmiş bir biçimi sadece. Öz değişmiyor yani. İnkâr korunuyor. Karadaş’ın yazılarına vesile olan Cumhuriyet yazarı M. Ali Güller’e sorsan, kendisini ‘sosyalist’ olarak tanımlar pekala. Perinçek ekibinden ‘koparak’ Cumhuriyet’e gelmek de bir ‘gelişme’ elbette! Ama işte, mesele Kürt sorunu ve Kürtlerin kaderi olunca, bu ‘kopuş’un içinde içselleşmiş inkârcı süreklilik daha bir belirgin oluyor. Daha bir göze sokuluyor. Güller de ‘Seni Başkan yaptırtmayacağız’ dediği için kaç yıldır zindanda tutulan Selahattin Demirtaş’a “otur yerine, sus” mealinde ‘had bildiren’(!) yazısında bakın şöyle sokuyor gözümüze, içinde yaşattığı devletin inkârcı dilini:
“Ah vah etmenin… bir faydası yok. Her yerde olduğu gibi bu topraklarda da tarihin ve toplumların yasası işledi sonuçta…”
Atı alan Üsküdarı geçti demek istiyor yani; tarih ‘üst kimlik’ için Türk’ü uygun gördü, ah vah etmeyin boşuna!
Öyle mi peki? Güller’in ‘tarih’inin uygun gördüğü hakkında, yaşayan tarihin ne dediğinin hiç mi önemi yok? Hangi tarihten bahsediyoruz, budur önemli olan. Egemen ulus şovenizminin yutturmaya çalıştığı Güller’in de afiyetle yutmuş bulunduğu ezen ulus tarihi mi; yüz yıldır bu ‘alt kimlik’ kostümüne bir türlü razı edilemeyen bir halkın direniş tarihi mi? Hangisi?
BİLİNÇLERE ÇAKILMIŞ MIH
Biri gelir “senin üst kimliğin Müslümanlıktır” der, rıza ister, olmadı sopalar; diğeri ise “üst kimliğin ‘Türk Milleti’dir” der, itiraz istemez. Özü değişmiyor; “kamusal ve kolektif nitelikte olmamak” koşuluyla kendine ‘Kürt’ diyebilirsin. Ki bu, Türk’ün folklorik bir renginin ötesine geçmeyen bir ‘Kürt’tür!
Kabul görmüş müdür? Ortada.
Ama Kürdün kabul edip etmemesinin bir önemi yok bunlar nezdinde. ‘Tarih’ öyle uygun görmüştür! Güller’in bunu nereden öğrendiği tahmin edilmez değil. Bakın tedrisatından geçtiği ustası Perinçek ne diyordu 15 yıl önce:
“Çünkü Kürtlerin devlet geleneği yoktur… Çünkü Türk milleti büyük bir millettir…Çünkü Kürdün kendisine kimlik istemesi emperyalizm işbirlikçiliğidir…”
Güller de o zaman Perinçek’in genç bir militanıydı işte. Şimdi yanında değil ama onun söyledikleri bilincine çakılmış mıh gibi, bir milim ötesini söyleyemiyor.
Türkiye’deki Kürt realitesi karşısında ‘modern’ bir asimilasyon dolayımı dışında bir anlam taşımayan bu ‘Üst kimlik-Alt kimlik’ parantezinin meali şu oluyor aslında:
“Tamam dün hepten yok sayılıyordun, adın kart kurttu. Şimdi ‘alt’ın Kürt ama ‘üst’ün Türk’tür. Yani Türklüğünü kabul ettiğin sürece Kürtsün, aksi halde yoksun ya da emperyalizm uşağısın.”!
Aynen bu müktesebatla iştigal edip ‘sosyalistim’ diyebiliyorlar bir de!
BU DA ‘ANDIMIZ’I ÖZLEYEN BİR ‘SOSYALİST’!
Geçen gün müdavimi olduğu CNN Türk ekranında kendisine ‘sahte Kemalist’ diyen AKP’liye kızıp, “Ben sosyalistim, sokaklarda mücadele vermişim” diyerek başlıyordu sözlerine Sözcü yazarı Aytunç Erkin. ‘Vay be, neymiş adam, du bakalım nolecek’ derken, frenler boşalıyor, balatalar yanıyor ‘sokak sosyalisti’ Erkin’de: “Bu bayrağı, andımızı savunan bir sosyalistim ben. Andımızı kaldıran sizsiniz. TC ibaresini kaldıran sizsiniz…”
Aynı tür işte. “Sosyalistliğinin” kanıtına bakar mısınız; ‘Andımızı’ savunuyormuş!
“Rahat, hazırol, dikkat!” komutları sonrası, “Türküm, doğruyum, çalışkanım”la başlayıp, “varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye ajite eden, nihayet “ne mutlu Türküm diyene” şeklinde biten o devlet metnini unutmayan bir ‘sosyalist’…
“Bilinmeyen dilde” hayata başlayan çocukların, “meğer Türk olduklarını” ilk öğrendikleri bu “kimlik(siz)lendirme” ayinlerini özleyen bir ‘sosyalist’…
Bu fani dünyada bir küçük iz bile bırakmayarak gideceği kuvvetle muhtemel “varlıkların”, kendilerini, o “ezeli ve ebediliği” şüphe götürmez “Türk varlığına” armağan ettiklerinde “var” olabileceklerinin belletilmesini isteyen bir ‘sosyalist’…
Yoksulluk ve yoksunluğu katık etmiş hayatların inim inim inleten acılarını bir “kutlu” aidiyet bağı üzerinden tersine çeviren, onlara, her sabah “Türksün işte, mutluluğunun kıymetini bil” dedirterek sistemle barışıklık formülü öneren devlet reçetesini huşuyla anan bir ‘sosyalist’…
Güller’e sorsan büyük ihtimal o da özlemle anacaktır ‘Andımız’ı…
Ve bunu, dediğimiz gibi, solculuk, sosyalistlik adına yapıyorlar ya, ‘ya kardeşim ‘sosyalist’ ismini niye kirletiyorsunuz, yürüyün kendi çöplüğünüze” diyesi geliyor insanın. Ama dediğimiz gibi bir ‘damar’ bu.
Velhasıl, Kürt meselesi aslında bir Türk milliyetçiliği sorunudur.
Güller’in ‘sen sus, cezanı çekmeye bak’ dediği Demirtaş’ın savunmasında vurguladığı gibi:
“Ben bir Kürdüm. Siz bana Kürt değilsiniz demedikçe Kürtlüğümü çok da hatırlamıyorum doğrusu…”
Evet, bütün mesele, ‘Kürt değilsiniz’ dayatmasında… ‘Alt’ı da ‘Üst’ü de buraya çıkıyor.
‘Kürt realitesi’nin tarihsel ve güncel ağırlığı karşısında bu ‘hileli’ dayatmayla alınacak yol bellidir.
Bu yol yol değildir; şu hayattan öğrenin biraz…
Reklam
Yazar: Vedat İlbeyoğlu
Yazar: Vedat İlbeyoğlu
Kaynak: Evrensel