İkibinli yılların “başka türlü bir şiir” arayışı içerisinde şair kadınlar farklı bir şiir inşa etmek yönünde önemli bir adım attılar. Modern Türkçe şiirde yok denilecek kadar zayıf ve daha çok Gülten Akın’la temsil edilegelen ve seksenli yıllarda Nilgün Marmara, Lale Müldür, Leyla Şahin, Günseli İnal gibi tekil örnekleri olan bir “çığırı”, yeni kuşak şair kadınlar topluca, doksanların ikinci yarısından itibaren alabildiğine genişletecek bir girişimde bulundular. Hatta deyim yerindeyse o çığırı başlı başına bir anayola dönüştürdüler. Şair kadınlar, modern Türkçe şiire egemen olan eril ve hiyerarşi üreten dikey söyleyişin dışında, dişil ve iktidar karşıtı yatay bir söyleyişin önünü açtılar. Bu konuda farkındalık oluşturdular. Nilay Özer (1976) de doksanlı yıllardan başlayarak çift sıfırlı yıllardan itibaren o çığırın genişletilerek anayolun oluşmasında çaba sarf eden şair kadınlardan biri oldu. Özer’le ilgili şu tespit Ahmet Günbaş’a ait: “Özer’in şiirlerine kuşbakışı bakıldığında, kadını sorunsalı içinde ele alan modern bireyin sancıları göze çarpıyor. Yabancılaşmanın cenderesinde çelimsiz sınırlarına yapışıp kalan, gece’yi algılamalarının üssü olarak olumlayan ince bir telaşla donatılmıştır şairimiz. Ne ki onun şiir diye bir artısı vardır.”
Şiir yolculuğu 1995’te dergilerde yayımladığı şiirlerle başlayan ve ilk kitabı “Zamana Dağılan Nar” adıyla 1999’da okurla buluşan Nilay Özer’in bir sonraki kitabı “Ol!..”un yayın tarihi 2004’tür. Özer’in, adı “Ol”, ünlem ve iki nokta yan yana olarak da okunabilen kitabını Haydar Ergülen şöyle değerlendirmiştir: “Baştan beri sevdiğim ‘genç’ ve ‘şair’lerden biri Nilay Özer, onun sarı defterinin adı ‘Ol!’. İkinci kitabı henüz. Gençliğine rağmen çok olgun bir şiirin sahibi Nilay. Kısa şiirleri gibi, uzun şiirlerinde de hayranlık duyulacak bir ustalığa erişmiş. ‘Babam İçin Sonsuz’ adlı uzun şiirini ilk okuduğumda, bu söz ve duygu ustalığına nasıl ulaşmış şaşırmıştım. Şiirleriyle bu şaşkınlığımı her zaman besledi Nilay: ‘İyisi mi sen birkaç yaprak al yanına benden/ bir gülün tamamını taşımak zordur’ derken de, ‘Bir parça masumiyet bulursan yüreğimde/hırsızın kaçarken düşürdüğü güle say’ derken de aynı dinginliği taşıyan, şiirin sabırla olduğunu bilen iyi bir şair var karşımızda.”
Nilay Özer’in üçüncü kitabı “Korkuluklara Giysi Yardımı” da 2015 yılında okurla buluşur.
İlk şiirlerinden itibaren hem okurların ilgi ve beğenisini kazanan hem de önceki kuşaklardan şairlerin ve şiir üstüne yazanların övgüsünü alan Özer’in, 2024 tarihi itibarıyla yayımlanan şiir kitaplarının sayısı kayıtlarda dört olarak görünüyor. Bu sayının, Nilay Özer’in şiir yayımlamaya başladığı tarihten itibaren geçen süre dikkate alınarak yadırganması olağan. Ancak olağan olmayan, kanımızca Özer’in otuz yıla varan şiir yolculuğu sürecinde dört kitapla yetinmiş olması denilebilir. Bunu Nilay Özer’in geçen süreçte şiir yazmak açısından daha üretken olabileceğine dair izlenimimize dayanarak ifade ettiğimizi de belirtelim.
Öte yandan Özer’in dördüncü kitabının okurla buluşmasından bu yana çok da zaman geçmediğini kaydedelim. Şairin, “Yüzü Kelebeklerle Örtülü” adıyla yayımlanan dördüncü kitabı Ağustos 2024’te Everest yayınlarından çıktı.
“Yüzü Kelebeklerle Örtülü”, “Ödünç Yüz”, “Yüzü Kelebeklerle Örtülü” ve “Yüz/Yakın Plan” ara başlıklarının altında on beş şiir ve seksen sayfadan oluşuyor. Ara başlıkların içerik ve temasıyla ilgili Kobe Abe ve Gilles Deleuze’den alıntılar yer aldığını da kaydedelim. Kitabın ilk şiiri olan “Marikula’nın Köklerine Dokunduğu Ağaçlar” başlıklı şiirin girişinden bir bölüm sunalım:
ne kadar mı barındırdım öfkeyi
kan gövdemde bir kez dönene kadar
damarlarımdan çözdüğüm eğlenceyi
bir kuyu giysin dedim bir bahçenin dindarı
madem suya atılmış harçtan umulur melal
ve kökleri sevindirmek ölülerin işidir
bekledim tomurcuklar da buzdan çözülsün
ama sonrayı hiç düşünmedi ağaçlar
kaldıkları bakır kovalarda kör cinleri
gittikleri bir yokuşun eğimini inciten
rumlardan kalma taşların vardığı dip
sesimi kaybetti düne kendi ipiyle sarkıtılan
o gün bugündür kuyuda sus sürmekte
bir dağın tersini düşünmek neyse
boşluğu tavaf ettikçe döne döne
yağmura dik göğe çapraz dizilmiş taslar
sözcüklerde de aynı derinlik mimarisi
bakıyorlar saniyelik bir tenezzül
ve selamları gülüşlerinden esirgedikleri
bir altın diş gibi parıldıyor içimde
Dramatik şiir ve yapı
Kitapta on sayfayı kaplayan şiirde şair köklere doğru ve köklerden doğru bir yolculuğa çıkıyor, okuru da bu yolculuğa eşlik etmeye davet ediyor. Dramatik şiirin imkânları kullanılarak anlatılan yalnızca Marikula’nın hikâyesi değil. Onunla birlikte bir semt, o semte dair yaşantı geçmişe doğru ve geçmişten bugüne anımsayışlarla, hatta yer yer sayıklamalarla, ama şiirin dilsel, imgesel düzeyi gözetilerek kurgulanıyor ve dile getiriliyor. Nilay Özer, kitabın ilk şiirinde olduğu gibi sonraki şiirlerinde de benimsediği dramatik kurgusal yapıyı sürdürüyor.
Kitaba adını veren ve ikinci bölümde yer alan “Yüzü Kelebeklerle Örtülü” başlıklı şiirden bir betik okuyarak devam edelim:
çelişkiyi benden al bu yokuşu bu düzü
bir dağa isim düşünmüş kadar yorgunum çoğu zaman
ve oldurmak istiyorum şeyleri
bozkırın ortasında soyunup
kelebekleri çağırıyorum tenimle
gelip örtüyorlar yüzümü her yerimi
hep bir rüya nakli
uçsuz kanat nakli aramızdaki
Günbatımında konuşan şiirler
Kimi şairler mevsim ayırmaksızın, gün doğumunu kuşlara bırakıp gün batımında konuşmayı tercih ediyor gibidirler. İranlı şair Füruğ Ferruhzad örneğin. Şairin Türkçede 1989’da Ada yayınlarından çıkan ilk kitabı “Sonsuz Günbatımı”nın adında da dikkati çeker. Adlandırmada imlenen aslında günbatımında konuşanın sesidir. O adın imgenin bize, getirdiği sese kulak kesildiğimizde duyduğumuz Furuğ’un şair varlığından, şiir dilinden yükselen karakteristik sesidir.
Nilay Özer için de günbatımında konuşan, anlatan, seslenen, mırıldanan, bazen de söylenen şairlerden diyebiliriz…
Günbatımında konuşmak aslında konuşmanın en zor olduğu zamandır. Gün boyu birikmiştir hem de ne çok şey birikmiştir çünkü. Gün boyunu biriktirenlerin başında da genellikle şairler vardır. İlhan Berk’e öykünerek söyleyelim: Bir gün boyu biriktiricisidir şair. Gün boyu olanların biriktiricisi. Şair biriktirdiğini nedensiz biriktirmez elbette. Gün boyu olanları biriktirdiyse gece boyu anlatacaktır, anlatır da. Yoksa geceye nasıl tahammül edilir. Çağın, devrin, dönemin çok da önemi yok. Geceye tahammül her zaman zordur. Ya aşk gerekir, ya masal, gecenin karanlığına katlanabilmek için. Masal yoksa, şiir olur. “Binbir Gece Masalları” aynı zamanda Doğu gecelerinin zifiri karanlığında her akşam yakılan bir mum olarak da düşünülemez mi?
Özer, “hiçbir şey biriktirmedim ömrüm boyunca” diyerek bitiriyor kitabını. Gün boyunca biriktirilen harcanırsa ömür boyu birikmeyecektir diye düşünebiliriz. Nilay Özer de gün boyu biriktirdiklerini anlatıyor okura. Gün boyu birikimini böyle harcıyor ya da eritiyor. Anlatıyor değil de daha çok paylaşıyor demek gerekiyor. Çünkü Özer’in şiir dilinin önemli açılımlarından biri de paylaşımcılığı olarak dikkat çeker.
Sokak başındaki bir evin cumbasından bakarken şiire gidiyor; bir semtten yola çıkarak hayata, dünyaya açılıyor. Sonra bir kuyudan sesleniyor. Kuyuda olma halinden, kuyu olmakla zedelenmekten ve zedelemekten kaynaklanan duygulara, düşüncelere, duyarlılıklara odaklanıyor. Odaklandığı sorunsalı irdeliyor. Kitabın başına dönerek o uzun ilk şiirden bir alıntı daha yapacağız:
yaşarken de bilinir kuyu bir derinliktir
siyah bir şemsiyenin açılışı yağmurda
damlaların şemsiyeye çarpıp parçalanışı
ya da fırtına dindikten sonra
kırık telleri telekleri yırtık kumaşları kanatlarıyla
şemsiyeler ve kuşlar için bir ceset düşüncesi
toz zerreleriyle taşınır sonsuzca
bir adam aynaya bakar aynaya bakar aynaya
ayaklarını birbirine sürter bir sinek sürter bir
ve dünyada çimler biçilirken
görünür olurum ben bir anlığına
yaşarken de bilinir
çimlerin biçilmesi bir derinliktir
Şiir boşuna mı yayımlanıyor
Ara başlığımızdaki “şiir boşuna mı yayımlanıyor” sorusunu yanıtlayarak devam edelim. Yok, şiir boşuna yayımlanmıyor. Örneğin modern Türkçe şiirde her dönem “sıkı şiir okuru” ve “eli kalem tutan” yazarlar olmuştur. Bu dönemde de var. Yeni yayımlanan her kitabın ve o kitabın şairinin bir “Haydar abisi”, bir “Şeref Bilsel kardeşi” mevcut. Onlar, örneğin kendilerine ulaştırılan yeni yayımlanmış şiir kitaplarından hem şiir okurlarını haberdar ediyorlar hem de şiirlere, şairlere dair okur için ipucu oluşturacak notlar paylaşıyorlar. Şiirde kendileri için bir yer arayan yeni isimleri cesaretlendiriyorlar. Onların yaklaşımından yola çıkarak diyebiliriz ki şiir boşluğa savrulmuyor, şiir için verilen emekler hiç de berhava olmuyor.
Yine de daha çok şiir konuşmalı, şiiri konuşturmalıyız. Şiire kâhyalık yapmayan, aksine arkadaşlık eden, dostça el uzatan her girişime, yaklaşıma köstek değil, destek olmak önemli.
Haydar Ergülen’in, Oksijen gazetesindeki köşesinde Nilay Özer’in dördüncü şiir kitabına ilişkin yaptığı değerlendirmeden bir bölüm şöyle: “Sabırla koruk helva olur! Sabırla düşünce de böyle uzunca okunacak, tadına varılacak, defalarca ve yeniden dönüp bakılacak, ezcümle iyi bir şiirde olması gerektiği gibi, yapılı, katmanlı, üretken ve içinde, şair öyle istemese de, şiire dair bir dolu dersin de olduğu, zamandan taşan bir şiir olur. Sıkı şiir zor gibi görünür, yazması zor olmalı, okurken insan bu zorluğa hayretini dile getirebilir, şiirin geçirmezliğini anlayabilir. İyi şiir bir anlam üreticisidir ve yazılan ne olursa olsun, dediği gibi Nilay Özer’in ‘hep bir imkân nakli aramızdaki’ olur. Şiiri bir ‘imkân’ olarak gören ama bu ‘imkân’ı kullanırken onu yeni ‘imkân’larla da büyütüp zenginleştirmeyi bir görev kabul eden şairlerden Nilay Özer.”
İrdeleyici şiirler
Şiir eleştirel, yorumlayıcı, betimleyici olabildiği gibi irdeleyici de olabilir. Dramatik anlatıda, dramatik şiirde de ağırlığın betimlemekten çok irdelemeye verildiği gözlemlenir. Nilay Özer’in şiirinde de görüyoruz bunu. Şair kitaptaki şiirlerde anahtar rolü, üslubunun cerrahi titizliğini üstlenmesi için “irdelemek” fiiline vermiş gibi.
Bu kez alıntımız kitabın “Yüz/Yakın Plan” başlıklı üçüncü bölüme adını da veren ve şairin gizemli bir biçimde altı kuş uçurduğu şiirden bir betik olsun:
buraya nasıl ve neden geldiğimiz
arzularımızın bir otopsisini gerektiriyor
dosdoğru konuşalım öyle ki
cetvelle ölçülebilsin cümlelerimizin
evrende eylemsel tek kabiliyeti
ağır konuşalım
birbirinin ayağına taş bağlayıp
denize atlamış iki sevgili gibi
çünkü buraya nasıl ve neden geldiğimiz
bileklerimi kesiyor benim
sense bir güneş saatini onarıyorsun
sesinde daima esirgeyen bağışlayan
bir insan parçacığı var
Yüzü kelebeklerle örtülenin, ilk akla geleceği biçimde, içinin de çiçek bahçesi olacağı düşünülebilir. Sözün gelişi öyledir çünkü. Ama gerçekten öyle midir, öyleyse de acaba nasıl bir çiçek bahçesidir. Ya yüzü kederle örtülenin içi… Örneğin şairin kelebekleri aslında kederin, kedere neden olanların yüze düşen gölgeleri olabilir mi?
Şairin iddia ettiği gibi “telkinle susturulmuş mananın tahrik, ima ile geçilmiş sırların tehdit edildiği” kitaptaki şiirlerden elbette başka sorular da çıkarmak mümkün. Bir kitabın içerebileceği soruları da, karşılıklarını da merak edenler için “Yüzü Kelebeklerle Örtülü”deki şiirler örnek olabilir.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***