Bilgesu KİPER
Ankara
ODTÜ’de mevcut rektörün son seçimlerde ikinci seçilmesine rağmen atanmayı kabul etmesi ve görevi boyunca birçok uygulaması tepkilere neden olmuştu. ODTÜ’ye önümüzdeki haftalarda yeni rektör atanacak. Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği Başkan Yardımcısı, Öğretim Üyesi Dr. Kağan Parmaksız rektörlük seçimlerinin kaldırılması ve üniversitelere etkisine ilişkin sorularımızı yanıtladı. Rektörlerin atama yoluyla göreve gelmesinin yanı sıra verilen yetkilerin de ciddi bir sorun olduğuna dikkat çeken Parmaksız, “YÖK yasası ile kendilerine verilen yetkiler açısından rektörler aslında kendi üniversitelerinin ‘derebeyleri’ haline geldi” dedi.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından çıkarılan 676 sayılı KHK ile, zaten tartışmalı olan rektörlük seçimleri tamamen kaldırıldı. Bunun üniversitelere etkisi ne oldu?
Siyasetin ve siyasetçilerin doğaları gereği ‘gerçek’le ilişkileri hep sorunlu olagelmiştir. Akademinin temsil ettiği ‘bilim’ ise gerçeğe ulaşma çabasıdır. Dolayısıyla tarihsel olarak siyasi gücü elinde tutanlar için çoğu zaman ‘bilim’ ve bilimsel bilgi üreten odaklar, kontrol altında tutulması gereken bir tehdit olarak görülür. Yüzyıllar süren mücadeleler sonucu bugüne taşınan akademik özerklik kavramı, bilimi ve bilim insanlarını siyasetin müdahalesinden korumaya yönelik oluşmuş kurumsal yapılar ama daha da önemlisi içselleştirilmesi gereken bir teamüller bütünüdür. Siyasetin kontrolü altında bilim olmaz, düşünce ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı bir ortamda toplumsal fayda üreten bilim yapılamaz. Özerk ve demokratik üniversite, soyut bir kavram olmanın ötesinde, üretken ve toplum yararına çalışan bir üniversitenin olmazsa olmaz koşuludur. Bu açıdan değerlendirildiğinde, içlerinde ODTÜ’nün de bulunduğu, ülkemizin dünya çapında öne çıkan üniversitelerinin, özerklik konusunda en hassas olan üniversitelerimiz olması da tesadüf değildir.
Esasen bundan önceki seçimli sistem de üniversite paydaşlarının doğrudan rektörü seçmesinden ziyade rektör adaylarını belirlenmesinin öğretim üyelerinin iradesine bırakan bir sistemdi. Yasal olarak atama, YÖK ve cumhurbaşkanı tarafından, öğretim üyelerinin belirlediği adaylar arasından yapılıyordu. Her ne kadar mevcut siteme göre çok daha katılımcı bir süreç olsa da rektör belirleme süreçlerinin pratikte her zaman üniversite iradesini tam olarak yansıttığı söylenemez. ODTÜ özelinde, 2016 yılında yapılan seçim sonrası atamaya kadar, olması gerektiği gibi daima seçimlerde en çok oy alan aday ODTÜ rektörü olarak atandı.
ASIL SORUN YETKİLERDE
Ancak mevcut Rektör Verşan Kök’ün seçimlerde ikinci olmasına rağmen atanmasıyla bu gelenek bozuldu. Atanmış bir rektörün ODTÜ’ye etkisi ne oldu?
Bu sorunun cevabını ODTÜ’de yaşadığımız kendi tecrübelerimiz üzerinden vermek çok anlamlı değil. Her ne kadar son rektör ataması öğretim üyelerinin sandıktan çıkan iradesi dışına çıkmış olsa da yeni sistemde olduğu şekilde, üniversite bileşenlerinin hiçbir aşamasında katılımcı olarak yer almadığı bir sistemin atadığı rektörle çalışma durumu olmadı.
Genel olarak baktığımızda, atamanın nasıl yapıldığından ziyade mevcut yasaların rektörlere ve genel olarak üniversite idarecilerine vermiş olduğu yetkiler esas sorun. YÖK gibi merkezi bir yapının kontrolü ve mevcut yasaların varlığında özerk üniversiteden bahsedebilmek gerçekçi değil. ODTÜ ve ülkemizdeki az sayıda başka üniversitelerin bu sorunlu kurumsal yapı içerisinde yaşatmaya çalıştığı özerk üniversite anlayışı aslında sistem içinde bir ‘anomali’. YÖK yasası ile kendilerine verilen yetkiler açısından rektörler aslında kendi üniversitelerinin ‘derebeyleri’ haline geldi. Mevcut yasal düzenlemeler altında siyasetin üniversite üzerine tahakkümünün en kolay yolu, üniversite üst düzey yönetiminin kontrolü. Dolayısıyla rektörlerin tercihi, tecrübesi ve yetkinliği ışığında, rektör üniversite içerisine siyasetin bir uzantısı olarak davranabildiği gibi yine yasal yetkilerini kullanarak üniversitesi ile siyaset arasında bir koruyucu kalkan işlevi de görebilir. ODTÜ tarihi bunun iyi ve kötü örnekleriyle dolu.
Nasıl?
Son dönem pratiğinden görebildiğimiz kadarıyla maalesef atanan rektörler yönetmeye talip oldukları üniversitelerin öncelikleri yerine kendilerini o makama atayanların önceliklerini ön plana alarak davranmayı tercih ediyorlar. Bunun üniversiteler üzerinde yarattığı tahribatın kısa dönem sonuçlarını yaşıyoruz. Sürdürülebilir olmadığını düşündüğümüz bu sistemin devam etmesi durumunda orta ve uzun vadede de artarak yaşamaya devam edeceğiz gibi gözüküyor.
Peki sizce üniversite yönetimlerinin seçimi nasıl gerçekleşmeli?
Bu sorunun net bir cevabı yok. Üniversitelerdeki yönetim sorunu rektörün nasıl belirlendiğinden ibaret değil. Bu konunun bu derece gündem olmasının sebebi de aslında siyasetin üniversite üzerindeki etkisini rektör seçimi yoluyla hayata geçirmek istemesi ve buna karşı üniversitede oluşan direnç. Evrensel üniversite değerlerinin içselleştirildiği ve konu üzerinde mutabakatın oluştuğu toplumların çoğunda, bu konu herhangi bir yasal düzenlemeye gerek duymadan üniversite özerkliğini güçlendiren yöntemlerle çözümlenebiliyor. Dolayısıyla, detayları ne olursa olsun, tüm bileşenlerin katılımını sağlayan ve özerkliği muhafaza eden bir yöntem olması gerek.
BURCU SARI: ÜNİVERSİTELER KONUSUNDA ÜMİTSİZ DEĞİLİZ
Eğitim Sen 5 No’lu Şube ODTÜ İşyeri Temsilcisi Araştırma Görevlisi Burcu Sarı, seçimde ikinci olmasına rağmen atanan Rektör Verşan Kök ile rektör atamalarını farklı bir biçimde deneyimlediklerini anlattı. 4 yıl boyunca birçok yasak, soruşturma ve mobbingle karşılaştıklarını belirten Sarı, “Ülkemiz ve üniversiteler konusunda hiç ümitsiz değiliz” dedi.
Rektörlerin yalnızca Cumhurbaşkanı tarafından atanmasının üniversiteye ve ODTÜ’ye etkileri nedir?
ODTÜ’de 2016 yılına kadar atanan tüm rektörler seçimde birinci seçilen rektörler olmuştu. Cumhurbaşkanının 2016 yılında, ikinci seçilen Prof. Dr. Mustafa Verşan Kök’ü rektör atamasıyla ODTÜ’de de atama usulü kullanılmış oldu. ODTÜ bileşenlerinin bu atamanın üniversitenin gelenek ve ilkelerine açık bir saldırı olduğuna dair tüm uyarılarına rağmen bu şekilde yönetilmenin sonuçlarını daha fazla yasak, soruşturma, mobbing olarak deneyimledik. Bu süreçte yandaş sendikalar rektörlük eliyle güçlendirildi. Polis çeşitli bahanelerle defalarca ODTÜ yerleşkesine girdi, öğrencilere ve çalışanlara şiddet uyguladı. Elbette her saldırıya ODTÜ bileşenleri tepki gösterdi ve ODTÜ’nün ilkelerini çiğneyen ODTÜ yönetimini tanımadığını haykırdı. Rektörün protesto edilme kaygısıyla rutin törenleri, hatta mezuniyet törenini bile iptal etmek zorunda kalması ODTÜ’nün atama usulüyle yönetilemeyeceğini çok net ortaya koydu.4 yılın sonunda Prof. Dr. Verşan Kök’ün görev süresi doluyor ve bu yeni “seçimsiz” sistem ODTÜ’de ilk defa uygulanacak. Yeni atanacak rektörün ODTÜ’yü daha fazla baskılamak ve piyasanın kullanımına açmak için görevlendirileceği çoğu ODTÜ’lünün ortaklaştığı bir mesele. Fakat iktidar bilmelidir ki; zulmün olduğu yerde mücadele de yeşerir. Ülkemiz ve üniversiteler konusunda hiç ümitsiz değiliz. Üniversitelerde ilk seçimlerin üniversite bileşenlerinin mücadelesi sonucunda 1992 yılında kazanıldığını biliyoruz ve tarihimizden güç alıp üniversitelerin nasıl olacağına ve nasıl yönetileceğine yine bizlerin karar verdiği bir üniversiteyi yeniden kurmak için mücadele ediyoruz.
Sizce üniversite yönetimi nasıl seçilmeli?
Sendikamızın 2012 yılında yayımladığı “Nasıl bir üniversite ve nasıl bir rektör istiyoruz?” broşürü bu konudaki görüşlerimizin temelini oluşturuyor. Özetlemek gerekirse; bilimin özgürlüğü ve herkesin bilgi üretiminde eşitliği için yeni bir üniversite yönetim modeli geliştirilmesi gereklidir. Bu modeli geliştirip hayata geçirecek olan ise başta üniversite bileşenleri olmak üzere tüm toplumun bu talep etrafında birleşerek ısrarlı bir mücadele örgütlemesidir.
Üniversitelerin yeniden yapılandırılmasını öngören, “Yüksek Öğretim Reformu Politika Belgesi Taslağı”na göre üniversitelerde yönetimin bir parçası olarak oluşturulması planlanan üniversite konseylerinde akademi dışından yöneticilerin olmasının önü açılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Taslak, kurulacak olan konseyde “Ülkenin kültür, sanat ve iktisadi hayatına temayüz etmiş, toplumla üniversite arasında köprü kurabilecek kişiler”in olacağını söylüyor. Bunun anlamı, sermayenin ve siyasi iktidarın ideologlarının üniversiteyle bir ilgisi olup olmamasına dahi bakılmadan üniversiteler hakkında söz sahibi olmasının önünün açılmasıdır. Kurulacak köprü toplumla değil sermaye ile olacaktır. Eğer toplum ve üniversite arasında bir bağ kurulacaksa bu bağı, üniversiteleri binalardan ibaret gören, üniversite emekçilerini ise patronların emeğine hükmettikleri emekçiler haline getirmek isteyenler kuramaz. O köprüyü, her sene köylere kütüphane yapmaya giden öğrencilerin, ormanına ve suyuna sahip çıkan emekçilerin, halkın sağlığı ve refahı için bilimsel bilgi üreten akademisyenlerin emeği kurabilir.
ÖĞRENCİ TOPLULUKLARI: ÜNİVERSİTEDE KAYYUM İSTEMİYORUZ
Biyoloji ve Genetik Topluluğu: Topluluklar özellikle okul tanıtımlarında bolca övünülüyor ama etkinlik yapmak istediğimizde destekleyici değil, tersine önümüze türlü engeller koyan bir yönetim görüyoruz. Toplulukların çoğu, kendileri için ayırılan bütçeden ya hiç faydalanamıyor ya da çok kısıtlı bir şekilde faydalanabiliyor. Çoğu topluluk kültür işlerine bağlı ama karar alma mekanizmasında öğrencilerin hiçbir söz hakkı yok. Her sene yaptığımız bilimsel faaliyetlerden en kapsamlısı olan Aykut Kence Evrim Konferansımızı (AKEK) işte bu zorluklarla mücadele içerisinde yapıyoruz. Özellikle 2018 yılında gerçekleştirdiğimiz AKEK için okulumuzun Kültür Kongre Merkezinden ayırttığımız yer konferansa çok az bir süre kala, Rektörlük tarafından atılan tek bir maille iptal edilmiş; gerekçe olarak ise tadilat olacağı belirtilmişti. Ancak asıl sebep okulumuza Cumhurbaşkanının gelecek olmasıydı. Bu ve daha çoğaltabileceğimiz örnekler gösterir ki atanmış rektör, öğrenciler üstünde baskı oluşturmak, aydın ve özgür bir eğitim hayatının önüne geçmek için kullanılan bir ögedir. Üniversitelerde kayyum rektör istemiyoruz!
Felsefe Topluluğu: Biz özgür bir ortamda etkinliklerimizi gerçekleştiremeyeceğiz, çünkü üniversitenin demokratik yapısı iktidar eliyle otoriterleştirilmis olacak. Günü gelecek (Daha önce de gördüğümüz gibi) etkinliklerimiz sakıncalı sayılıp iptal edilecek. Bizler ise bu durumda kendi istediğimizi değil, “bir başka otoritenin” izin verdiği ve istediği ölçüde bir şeyler yapmaya çalışacağız. Bir kampüsün içinde yaşıyoruz, yaşam alanımızdaki faaliyetlere ve yaşam tarzımıza müdahale; doğrudan bizi bir baskı mekanizması içine sokmayı hedefleyecek ve özgür, demokratik yapımızı olumsuz yönde etkileyecek diye düşünüyorum
Müzik Toplulukları: Üniversiteler tanım gereği yönetiminde ve içeriğinde birtakım özerklikler bulunması gereken kurumlardır. 2016 ODTÜ rektörlük seçimlerinde yapılan usulsüzlük ve seçimler süresince şeffaf olunmaması üniversite camiasında rektöre ve alınan kararlara güveni sıfır noktasına indirmişti. Seçimlerinde bile demokratik bir yol izlenmemiş bir üniversitenin takip eden senelerinde hem öğrencilere hem de akademisyenlere karşı uygulanan otoriter tavır, atanmış bir rektörle gelen faktörlerdi. Her an bir polis müdahalesi tehlikesi ile toplulukların yaratıcı alanı ve etkinlikleri kısıtlandı, müzik topluluğu olarak da aynı şeylerden şikayetçiyiz. Güvenilir bir eğitim ve üretim alanı yaratılması için öncelikle üniversite yönetiminin özgürce seçilebilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
ODTÜ Medya Topluluğu: Rektör atamasının ODTÜ öğrencilerini ve topluluklarını nasıl etkilediği konusunda topluluğumuzun usulsüzce kapatılmasını örnek verebiliriz. ODTÜ Rektörlüğü, 2018’deki mezuniyet töreninde Verşan Kök’ü protesto eden öğrencilere yapılan müdahaleyi paylaşan ODTÜ Medya Topluluğunun ekipmanlarına el koymuş ve işlerine ara vermişti. İktidar politikalarını ODTÜ’de uygulamayı görev edinen rektörlük, okul dışından faşist çetelerin kampüse rahatça girmesine göz yummuş, işe alacağı yeni öğrencilere “Disiplin cezası almamış olmak” şartını eklemiş, Kavaklık’ta skandal kararlara imza atarak kampüsün bütünlüğüne ve doğasına zarar vermiştir. ODTÜ, var olduğu sürece iktidarların hedefinde olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Bugünlerin sorumluları unutulmayacak, bu akıl almaz kararlar toplumsal hafızada yerini alacaktır. ODTÜ ise bileşenleriyle birlikte direnmeye devam edecek ve bu günlerden çıkmasını da bilecektir.
Eşli Danslar Topluluğu: ODTÜ’nün Kurucu Rektörü Kemal Kurdaş ile başlayan, öğrencilerinden akademisyenlerine, birlikte ve özgürce kendi topluluk dinamiklerinini oluşturabilen ODTÜ kültürü, maalesef ki rektörlük makamı atanmasının Cumhurbaşkanlığına alınması ile büyük yara alacak. Geçtiğimiz yıllarda görülen, öğrencilerin ve toplulukların rektörlük ile yaşadığı iletişim kopukluklarının artacağını ve buna bağlı olarak öğrencilerin yaşam pratiklerinin, özgür ve aktif topluluk üretimlerinin eskisi gibi devam edemeyeceğini düşünüyoruz.
Kaynak: Evrensel
Reklam