Açılışını ve moderatörlüğünü Tenkil Müzesi Kurucularından Yönetim Kurulu Üyesi Yasemin Aydın’ın yaptığı panele, Türkiye’de 15 Temmuz sürecinde gözaltında işkenceyle öldürülen öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun eşi Tenkil Müzesi Derneği kurucularından ve Yönetim Kurulu Üyesi Tülay Açıkkollu, 1990’lı yıllarda ailesi ile birlikte Afganistan savaşından kaçmak zorunda kalan aktivist Nilab Taufiq ve İran’daki haklar mücadelesi için seferber olan İran asıllı aktivist Daniela Sepehri katıldı.
İlk konuşmacı olarak söz alan Daniela Sepehri, 16 Eylül 2022’de başlayan ve halen başta başkent Tahran olmak üzere ülkenin her şehrinde ve bölgesinde süren insan hakları ve özgürlük mücadelesini, yaşanan ihlalleri ve devrim olarak nitelendirdiği gelişmeleri aktardı. Sepehri, ailesinin İran’da yaşadığı baskıları, kendi hayatını şekillendiren yaşanmışlıkları ve İran’daki protestoları anlatırken şu ifadeleri kullandı:
ANNEM VE BABAM BASKILARDAN KAÇTI
“Kalbim İran meselesi için atıyor. Benim annem babam 1997’de kaçmışlar. Babam Hıristiyanlığı seçmiş, ardından da 1979 İran Devrimi sonrası oluşan rejimin baskısıyla karşılaşmışlar, ciddi bir zulüm yaşamışlar ve ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlar. Bu, benim çocukluğumu şekillendiren yaşadığım güçlüklerden biridir. Ama ne olursa olsun İran benim evim. İranlı bir kadınsanız, aktivist olmaktan başka çareniz olmuyor bugünlerde. Ben İran’daki devrimden bahsedeceğim. Wikipedia’da ya da internette göreceğiniz şeyler değil anlattıklarım..
Şu an olan bitenleri niye devrim diye tanımlıyorum, buradan başlamak istiyorum. Bence bu devrimin temel başlığı ‘Kadınlar Özgürlük İstiyor’. Kadın, hayat ve özgürlük ne demek? Teker teker her birimiz özgür olana kadar hiçbirimiz özgür değiliz aslında. Kadınlar aslında tüm marjinalize edilmiş grupları, tüm ayrımcılığa uğramış grupları temsil ediyor. İran’da Mollaların görüşüne uymayan her şey yasak gerekçesi. İşte protestolarla tam da bu sorgulanıyor.
İRAN’DA YAŞANAN ŞEY BAŞÖRTÜSÜ TAKIP TAKMAMAKLA İLGİLİ DEĞİL, 44 YILLIK BİR ZULÜM SORGULANIYOR
İran’da yaşanan şey başörtüsü takıp takmamakla ilgili değil, daha geniş anlamda bakıldığında herkesin istediğini giyebilmesi üzerinden başlayan bir özgürlük mücadelesi olayı. Bu devrimde, başörtüsü takan da var, takmayan da var. Bu aslında özellikle biz kadınların kendimizle alakalı ne yapabileceğimize dair karar verme hakkımızla alakalı. Karşımızdaki rejim 44 yıldır sistematik olarak kadınların haklarını, özgürlükleri kısıtlayıp engelliyor.
BU BİR SİVİL İTAATSİZLİK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ
Bu yaşananlar neden devrim? Diğer olaylar belli bölgelerde ve merkezi yerlerde, Tahran’da ortaya çıkmıştı. Bu kez ilk defa protestolar ülkenin her yerinde. Sadece Tahran değil, her yerde var. Diğer bir fark organizasyon ve liderlik şekliyle ilgili. Bu devrimin lidere ihtiyacı yok. Çünkü insanlar geçmiş deneyim ve travmalardan öğrendiler. Herkes organizasyonun içinde. İnsanlar kendileri organize oluyorlar. Üçüncü husus, burada sivil itaatsizlik var. Bunun da merkezinde kadınlar var.
İnsanlar sokakta ve sivil itaatsizlik sürüyor. 16 Eylül 2022’den bu yana devam ediyor.”
20 BİNDEN FAZLA KİŞİ HAPİSTE, TECAVÜZ İŞKENCELER İNANILMAZ ARTTI
Protestolar sonrasında Tahran başta olmak üzere 20 binden fazla kişinin hapsedildiğine, idam, tecavüz ve her türlü işkence yönteminin kullanılarak insan haklarının ve yaşama hakkının insanların elinden alındığına dikkat çeken Daniela Sepehri, “400’den fazla kişi öldü. Tahran, politik suçlularla hapishanelerin dolup taştığı bir yer. Maalesef şu an hapishanelerde işkence var. Reşit olmayan, 16 yaşındaki kişilerin bile elektrik şoku ve başka yöntemlerle işkenceye uğradığını düşünün. Tecavüz de yine baskı yöntemi olarak kullanılıyor. Bu protestolar öncesinde de vardı. Şimdi her yerde var. Bakireler idam edilemez diye bir inançları olduğu için, idam kararı verdikleri kadınlara tecavüz ediyorlar. Bu aşikar şekilde son dönemde kullanılan sistematik bir işkence yöntemi. Kadın ve çocuklara sistematik olarak tecavüz vakaları yaşanıyor.
Bu protestolar sadece 2 bin entelektüel ve üst sınıftan birilerinin yönettiği bir olay değil. Öncekilerin aksine her sınıftan katılım var. Gençler, yani Z kuşağı ve kadınlar öncülük eden gruplar olarak belirleyici bir rol oynuyorlar.” diye konuştu.
Batılı ülkelerin özellikle Avrupa’nın mevcut İran rejimi ile çalışmaya devam etmesine karşı politik duruş sergilemesi gerektiğinin altını çizen Sepehri, Devrim Muhafızları gibi grupların terörist ilan edilmesi, her bir mağdura, cezaevindeki insanlara ismen sahip çıkılması ve onların yaşadıklarını dünya kamuoyuna duyurarak politik baskı oluşturmak için ortak çalışılması gerektiğini ifade etti. Sepehri, isimlerin zikredilmesiyle kamuoyunun mahkumları koruduğunu, mağdurların kamuoyu tarafından ismi bilinince, serbest bırakılan mahkumların olduğunu, hiç değilse şartların iyileştirildiğini
anlattı ve konuşmasını şöyle sonlandırdı; “İnsanları daha görünür hale getirmek gerekiyor. Ödevimiz bu.”
Panelin ikinci konuşmacısı, Afganistan kökenli aktivist Nilab Taufiq oldu. Bilim insanı olarak, çalışmalarını insan hakları ve özgürlükleri alanında yoğunlaştıran Nilab Taufiq, uluslararası faal olan ASIYAH derneğinin kurucusu olduğunu, Almanya’da gençlerle birlikte Afganistan’da yaşananları Almanya ve bütün dünya gündemine duyurmaya çalıştıklarını, insan hakları mağdurlarının sağlık, psikolojik ve maddi ihtiyaçlarına yönelik projeler geliştirdiklerini anlattı.
Afganistan’da kadınlara yönelik açık şiddet ve insan hakkı ihlali olarak ‘asitli saldırıları’ araştırarak bu alanda çalışmalara başladığını aktaran Nilab Taufiq, yürüttüğü projeleri ve ülkesinde yaşanan insan hakları ihlalleri şu cümlelerle anlattı:
GENÇLERLE BİRLİKTE AFGANİSTAN’I DÜNYAYA DUYURMAYA ÇALIŞIYOR
“Ben bir bilim insanı ve araştırmacıyım. Asiyah International’ın kurucusuyum. Biz gençlerin platformuyuz. Yani Almanya’da yaşayan gençlerin platformuyuz. Siyaset bilimci olarak erken dönemde başladım bu etkinliklere. Afganistan’ın önceki hükümeti ile çalışmaya başladım. Asit saldırılarını çalıştım ve epeyce bilgi topladım. Kadın İşleri Bakanlığı’na gittim, kadınların durumu ile ilgili raporlamalar yaptım. Bakanlıktaki kişiler asit saldırılarının realitede olmadığını söyledi. Akabinde
hastanelerle irtibat kurdum. Heret’e gittim, İran sınırında. Kadın doktorlar asit saldırılarının realitesiyle ilgili farklı şeyler söyledi. Ve ben konuyu daha da derinleştirerek incelemeye başladım. Web sitemde bununla ilgili fotoğraflar var, belgeler var. Afganistan’da kadınlara karşı şiddetin istatistiği yok maalesef. Ama günümüzün realitesi. Halen tabu olan bir konu. Kadınlar bu alanda daha da fazla çalışmaya başladı. Ben de asit mağduru olan kadınlarla çalışmaya başladım. Onların tedavisini
organize etmek ve onları istihdam etmek gibi projelere başladık.
SAFRAN TARLALARININ GELİRLERİ ASİT SALDIRISINA UĞRAYAN KADINLARA
Afganistan çok ataerkil bir yapıya sahip. Erkek, ailenin reisi. Bu aileler bir şekilde bağımlılık ilişkisi üzerine kurulur. Kadınlar, erkeklere bağımlı hale geliyor. Küçük ama zamanla büyüyen projeler yaptık. Asit mağduru kadınları birleştirmeye çalıştık. Amcamı yanıma alıp, çiftçilerle konuşmaya gittim. Tarlanızda safran yetiştirebilir miyiz, diye sorduk . Başlangıçta zordu ama anlaştık. Asit saldırıları mağduru kadınlara bu tarlalarda iş verilmeye başlandı ve bu kadınların kendi gelirleri oldu. Kadınlar
bu tarlalarda çalışmaya başladı. Almanya ile ticari bağlar kurduk.
KADINLAR DAHA GÜVENLİ DİYE HAPİSHANEYE GİRMEYE RAZI OLDU
Asit saldırıları ve diğer kadına yönelik şiddet olaylarında cerrahi müdahale gerektiren hadiselerle karşılaştık. Afganistan’da bu tıbbi ve teknik imkanlar yok. 15 kadın asit saldırısı sonrası hapishane hücresine atılmıştı. Bu kadınlar yiyecek bulmada bile güçlük çekiyordu. Bu kadınlardan bazıları bilerek hapse girmişler. Çünkü içerde dışarıdan daha güvenli olduklarını düşünmüşler. Maalesef enfeksiyon kapanlar ve tecavüze uğrayanlar olmuş.
KADINA ŞİDDET CEZASIZ, KADINLAR DEĞİL SUÇ İŞLEYEN ERKEKLER KORUMA ALTINDA
Afganistan’da bir namus kodu var. Eğer biri sizi bir erkekle görürse, dışlanırsınız. Aile üyesi olarak bile kabul görmezsiniz. Erkeğin onuru kadının davranışı üzerinden belirleniyor. Erkek kendi onurunun çiğnendiğini düşünüyor. Eşinin burnunu, ağzını kesebiliyor. Bazı kadınlar cerrahi operasyonlarda öldü, bazıları öldürüldü. Sonrasında bu kadınların yakıldığını söylemeliyim. Taliban Rejiminin uygulamaları bunlar. Sistem erkekleri koruyor. Ailesinin herhangi bir kadın üyesini cezalandıran bir erkeğin
cezalandırılması söz konusu değil.
Ferhunde kızımız vahşice bir erkek gurubunca 2014’te linç edildi, benzin dökülerek sokakta yaktılar. Suçu neydi Ferhunde’nin. Benzer bir suçu bir erkek işlese 3 yıl yatıp çıkardı. Taliban başa geçince 2019-2020’den kısa süre önce güvenli evleri vardı asit mağduru kadınların. Bu güvenli evlerin önceki hükümet ve hali hazırdaki hükümetle ilişkileri çok iyi değildi.
Taliban başa geçtikten sonra işler daha da kötü hale geldi. Evlenmek istemeyen bir kız, yakılmak için fırına atılmıştı. Burada Kadın İşleri Bakanlığı, başka bir bakanlığa dönüştürüldü. Afganistan’da kadınları artık bu bakanlık desteklemiyor. Artık bu kapı da kapalı. Daha önce de var olan sosyal tabu daha kötü hale geldi. Aile içi maruz kalınan şiddet konuşulmuyor. Dayak yer ama bunu söylemezsiniz. Bu Afganlı kadınların sadece ülkesinde değil, diasporada da yaşadığı bir gerçek. Ülkedeki Güvenli evlerimiz artık imkan dahilinde değil. Asit saldırısına uğrayan kadınlar, evlenmeyi reddettiği için bu saldırılara
uğruyordu. ‘Ya benimsin ya toprağın diye’ düşünen erkekler kadınlara bu asit saldırlarını yapıyordu. Maalesef bunlar sık görülüyor. Magina Varda adlı aktivist şöyle diyor: “Her Afgan erkeğin altında minik bir Taliban var.” Altına imzamı atarım. Bütün mücadelemiz, insan haklarına saygılı bir ülke, özgür yaşayan kadınlar mücadelesi.”
Panelin son konuşmacısı 15 Temmuz sürecinde işkence altında öldürülen öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun eşi Tenkil Müzesi Derneği kurucusu ve yönetim kurulu üyesi Tülay Açıkkollu oldu.
Eşinin işkence altında öldürülmesi ve Tenkil Müzesi Derneği’nin kuruluş ve çalışmalarına dair detaylı bilgiler veren Açıkkollu, “Türkiye’de normal bir öğretmen iken, insan hakları aktivisti haline geldik.” cümleleriyle söze başladı. Açıkkollu, Aralık 2013 tarihinde iktidarın yolsuzluklarının ortaya çıktığını, iktidarın kendini korumak için Hizmet Hareket’ni suçladığını hatırlatarak şunları söyledi:
“15 Temmuz 2016 sonrası yaşananlar Hizmet Hareketi ve mensuplarını yok etme amacı güden bir süreçti. Biz de bundan nasibimizi aldık. Eşim bir kişinin onu suçlaması ile gözaltına alındı. 13 gün boyunca sistematik işkenceye maruz kaldı. Kaba dayak, jopla tecavüze kadar işkenceler yapıldı. Eşim işkence sonucu vefat etti.
HAK ARAYIŞINA EŞİM VEFAT ETMEDEN BAŞLADIM, İŞKENCE İLE ÖLDÜRÜLDÜĞÜ BELGELENDİ
Ben hak arayışına eşim vefat etmeden başlamıştım. Eşim daha hayatını kaybetmeden, gözaltına alındığında avukat tutmaya çalıştım. Avukat tutmamıza bile izin verilmedi. Eşimin vefat haberi geldikten sonra onun öldürüldüğüne dair cinayet davası açmak istedim. İşkencede gözlüğü kırılmıştı. Onun gözlüğünü aldım. Bu gözlük devrin sembolü olacak dedim. Halen Tenkil Müzesi’nde sergileniyor. Dava açtım, soruşturma açtırdım. Sessiz kalmadım, yaşananları anlattım. Özellikle yurtdışından
gazetecilerle konuştum. Dava reddedildiğinde delil bulup açılmasını sağladım. Otopside kalp krizinden öldürüldüğü söylendi. Bağımsız bir kurul, eşimin işkence ile öldürüldüğünü belgeledi ve yeniden dava açtık. Ardından medyada hedef haline getirildim, gözaltına alındım. Çocuklarım korku içindeydi. Eşim de öyle olmuştu, bir gece alınıp götürülmüştü. Beni de ansızın gözaltına aldılar. Eşimin suçsuz olduğu ortaya çıktı. Vefat ettikten sonra, öğretmenlik görevine iade edildi. Onun gibi işkenceye uğrayanların da sesi olmak için neler yapabilirim diye çaba sarf etmeye başladım.”
Açıkkollu, mücadele azmini sağlayan motivasyon kaynaklarını da aktararak, şöyle devam etti:
“Mücadele azmimi sağlayan şeyler var. Eşim vefat etmişti ama hala işkenceye uğrayanlar vardı. İşkenceye uğrayanlara yardım etmeli, onların sesi olmalıydım. Ayrıca yıllar önce Fethullah Gülen Hocaefendi’nin kitaplarından öğrendiğim bir kavram vardı, ‘aktif sabır’. Bu kavramın anlamı yaşadığın süreç ve konumda üzerine düşeni yapıp sonuç almayı beklemek demekti. Ben de bu prensibi uyguladım. Eşimin vefat ettikten sonra göreve iadesini basınla paylaştım. Çünkü masum birini
öldürmüşlerdi. Bunun hesabını vermek zorundaydılar. Bu mücadelemden dolayı hedef haline geldim ve ülkeyi terk etmeye karar verdim. Geldiğim ülkede de çalışmalara devam ediyorum.
TÜRKİYE’DE NETİCE ALAMADIM, DAVAYI BİRLEŞMİŞ MİLLETLERE TAŞIDIM
Eşimle ilgili çok detaylı bir dosya topladım, dava hep reddedildi. Dosyaları yanımda getirdim yeni bir dava süreci başlattık. BM Çalışma Komisyonları davayı kabul etti. Bu dava ile ilgili soruşturma açıldı. Aralık 2022’de eşimin yaşama, tedavi ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verildi ve Türkiye’ye ceza verildi. Türkiye Tribunal mahkemelerine de tanık olarak katıldım. Orada oluşturulan dosyalar ile Lahey İnsan Hakları Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulunuldu.”
Tenkil Müzesi ile tanışmasını ve kuruluşunu da paylaşan Tülay Açıkkollu şu açıklamalarda bulundu:
“Yaşadıklarımızı duyurmaya çalışan cesur gazeteciler vardı. Türkiye’de yaşananları sadece duyurmakla kalmayıp bu sürecin sembolleriyle bir müze inisiyatifi başlatmışlardı. Yaşanan süreci belgelendirip, sembol objelerle bireylerin hikayelerini anlatmaya başlamışlardı. Brüksel’de, Türkiye’de yaşananları anlatacak bir sergi açılacağını, eşimin gözlüğünü de orda sergilemek istediklerini söyleyip beni de davet ettiler. Ben de katıldım bu sergi ve panele. Bu gözlük zulmün sembolü olacak demiştim ve gerçekten de öyle oldu. Eşimin gözlüğü bu sergide sergilendi. Sonra Tenkil Müzesi envanterine dahil
oldu. Böylece benim için Tenkil Müzesi Derneği kuruluşu süreci başlamış oldu. Ben de kurucu üyelerinden biriyim. Tenkil Müzesi neden önemli? Hala 21. yüzyılda zulüm işkence, kollektif cezalandırma devam ediyor.
TENKİL MÜZESİ ZULÜM YAŞANIRKEN KURULDUĞU İÇİN ÇOK DEĞERLİ
İsmini Gülen Hareketi mensuplarının kendilerine Erdoğan rejimi tarafından yapılan sistematik insanlığa karşı suçları tanımlamak için kullandıkları terim olan TENKİL kelimesinden alan Tenkil Müzesi daha önceki örneklerin aksine Türkiye’de zulümler devam ederken kuruldu. Genelde bu tarz müzeler sistematik insan hakları ihlalleri bittikten yıllar sonra, araştırmacıların belgelere ulaşma çalışmaları tamamlandıktan sonra kurulur. Ama başta da ifade ettiğim gibi, cesur gazeteciler sayesinde bizim belgelendirme sürecimiz neredeyse eşzamanlı gerçekleşiyor. Bu yönüyle özel bir öneme sahip.
Türkiye’de yaşanan insan hakkı ihlallerini hatırlatmak, gündemde tutarak yüzleşmeyi sağlamak istiyoruz. Hatırlayalım ki yüzleşelim. Yüzleşelim ki iyileşelim. Unutmak istemiyoruz yaşananları. Adil bir şekilde yüzleşmek istiyoruz. İnsanların bu travmaları atlatabilmeleri için buna ihtiyacı var. İnsanların iyileşmeleri için buna ihtiyaç var.
DERDİMİZ İNSAN ONURUN HİÇBİR ŞEKİLDE FEDA EDİLEMEYECEĞİ İDEALİNE KATKI SAĞLAMAK
Ve ayrıca her kesimi kuşatan, herkesin kendi konumunda kabul edildiği, bireysel hak ve özgürlüklerin korunduğu, insan onurun hiçbir şekilde feda edilemeyeceği idealine katkı sağlamak istiyoruz. Bunun için de farklı projelerimiz var. Gerçekleştirdiğimiz projelerimiz var, gerçekleştirmek istediğimiz projeler var. Mesela Korona öncesinde üç tane gezici müze formatında sergimiz açıldı. Ve oradaki anlatılan olaylara ve objelere bakarak dinleyen insanlar o kadar etkilendiler ki, katılımcılardan biri gelip şöyle demişti: ‘Acınız acımdır, sizin acınızı yüreğimde saklayacağım.’ Yani yaşanmışlıkları bir obje üzerinde görmek insanların empati duygusunu artırıyor. Onun için Tenkil Müzesi ve sergilenen emanetler çok önemli.
2022 yazında Frankfurt Kitap Fuarı’na katıldık. Türkiye’de yaşananları insanlara anlatmak için stand açtık ve orada da çok ilgi gördü bu çalışmalar. Hali hazırda yaptığımız çalışmalardan bir tanesi Tenkil Hafıza Merkezini oluşturmak. Ne demek Tenkil Hafıza Merkezi? Bu dönemde yaşanmış olayların belgeleri ve delilleri ile birlikte kayıt altına alınması ve bu şekilde bir veri tabanı oluşturulması. Bu kalıcı bir arşiv hükmünde aslında. İleride, özellikle Türkiye’de insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili
açılacak davalarda bu veri tabanı büyük bir delil kaynağı teşkil edecek. Yani insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmadığı için, çok önemli bir kaynak diye düşünüyoruz bu veri tabanını. Şu ana kadar zulme uğrayıp vefat eden 1200’den fazla insan var. Yaşadıkları kayıt altına alındı, alınıyor. Bunlar çeşitli başlıklar altında toplandı. İşkence altında hayatını kaybedenler, yaşadığı baskılar neticesi travmalarla baş edemeyip intihar edenler, bu zulümden kurtulmak için, tehlikeli bir yolculuğa çıkıp, Ege ve Meriç’te vefat edenler, bununla birlikte cezaevinde tedavi hakkından mahrum edildikleri için
vefat edenler, kaybedilenler ve kaçırılanlar. İnsanlar siyah transporterlar ile kaçırılıyor. Akibetleri bilinmiyor. Yusuf Bilge Tunç var mesela, 3 yıldır haber alınamıyor. Kaçırıldığı kamera kayıtlarıyla sabit olmasına rağmen kendisinden haber alınamıyor.”
TENKİL MÜZESİ SONRAKİ NESİLLERİN İNSAN HAKLARI VE ÖZGÜRLÜKLER KONUSUNDA
FARKINDALIKLARINI ARTTIRACAK PROJELERİ HAYATA GEÇİRİYOR
Açıkkollu, verilen mücadeleyi her alanda sürdüreceklerini hatırlatarak sözlerini şöyle tamamladı:
“Bununlu birlikte gençlere yönelik projelerimiz var. Onların demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda farkındalıklarını artırmaya ve bu konularda inisiyatif almalarını sağlamaya yönelik projeler. Tabi daha yolun başındayız. Dilerim, bizden sonraki nesiller böyle müzeler açmak zorunda kalmaz. Bu tarz müzelerin açılmasına gerek kalmayan bir dünya olur. Gelecek nesiller güzel bir dünyada yaşar ki, bu müzeler kalıcı ve sürdürülebilir toplumsal uzlaşı ve insan hakları için koruyucu hekimlik görevlerini başarılı bir şekilde ifa eden yerler olur, yaşananları hatırlatma, tarihi inceleme, yaşananlarla yüzleşme ve geçmişin yaralarını iyileştiren müzeler haline gelir.
BM TOPLANTILARINA DÜNYANIN İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI VE STK’LARI YAKINDAN İZLİYOR
Her yıl yapılan Kadının Statüsü Komisyonu oturumlarında; Birleşmiş Milletlere üye devletlerin yanı sıra dünyanın farklı coğrafyalarından binlerce sivil toplum kuruluşu tarafından kadınların ve kız çocuklarının sosyal ve ekonomik kalkınmaları, kadına karşı her türlü şiddetin önlenmesi, etkin karar verici pozisyonlara gelmeleri, kız çocuklarının eğitimi, kadınların bilim ve teknoloji sektöründe yer alması, kadın gazetecilerin sürdürülebilir barışın inşasına yönelik katkıları gibi birçok konu ele alınıyor
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***