YORUM | AHMET KURUCAN
Diyanet’in fiyat artışları ile alakalı bir soruya verdiği cevap ve o cevapta referans olarak kullandıkları hadisle, İmam Halil Konakçı’nın en hafif nitelendirme ile Cemaat ve mensuplarına karşı nefret söylemi iki üç gündür ülkenin belli kesimlerinin ve tabii ki sosyal medyanın haklı olarak bir numaralı gündemi. Artık kısmen ümitsiz vak’a gördüğüm için 7 yılımı geçirdiğim Diyanet kurumuyla alakalı haberleri okumak, gelişmeleri takip etmek için zaman harcamıyorum. Fakat ister istemez önüme düşen bu haberler ve yorumlara kısaca da olsa bakıp geçiyorum. Son iki hadise üzerine yaşanan tartışmalar bana çocukluk dönemimde rahmetli dedemden dinlediğim bir hatırayı hatırlattı. Onu paylaşmak istiyorum sizlerle. Neden mi? İster kurumsal düzlemde isterse teker teker müftü, vaiz, imam, müezzin olarak tanıdığınız kişilerle zihnen dün-bugün mukayesesi yapmanız, “Diyanet nereden nereye, cami imamı nereden nereye?” sorusunu sormak ve cevap bulmanız için.
Kütahya Azot Gübre Fabrikasının temel atma töreni olacak. İnternette yaptığım taramada bu törenin 21 Ekim 1954 tarihinde olduğu yazılı. Ben daha hayatta yokum. Törene dönemin başbakanı Adnan Menderes katılacak. Menderes 2 Mayıs 1954’te yapılan genel seçimlerde aldığı yüzde 57 oyla ikinci defa tek başına iktidar olmuş. DP’nin ikinci defa tek başına iktidar olduğu dönem yeni başlamış. Azot gübre fabrikası da 1950-1954 yılları arasında başlatılan ekonomik kalkınma döneminin ürünlerinden biri olarak planlanmış.
Dedemden dinlediğim kadarıyla fabrika Tavşanlı’ya mı Kütahya’ya mı kurulsun konusu üzerinde uzun boylu tartışmalar yaşanmış daha önceden. Her iki tarafın eşrafı fabrikanın kendi beldelerinde kurulması konusunda kulisler yapmış ama neticede karar Kütahya lehine verilmiş. Derdi ki dedem: “İşte o günden beri biz Kütahya’yı çok sevmeyiz.” Neden diye sorardım çocuk aklımla. “Onlar vilayet olmuştu, fabrika da bizde olsun dedik. Birçok insan aç açık, garip gureba iş bulur diye düşündük ama ne yaptılar ne ettiler fabrikanın Kütahya’ya kurulması kararı çıkarttılar.”
Bu fasıl bir kenara, fabrikanın temel atma töreninden sonra Adnan Menderes’in programında Tavşanlı gezisi de var. Programa göre Tavşanlı’ya gelişi öğle saatlerine denk geliyor. Şehir meydanında konuşma yapacak, DP ilçe merkezine uğrayıp partililerle konuşacak ve ardından küçük bir şehir turuyla Tavşanlı’dan ayrılacak. Fakat günlerden Cuma. Haftanın başka günleri olsa bir problem yok ama Cuma olunca Cuma namazı ne olacak? Haydi başbakan Cuma namazı kılmayacak ya Tavşanlı’daki halk? Cuma namazına gitseler tam da Cuma namazı saatine denk gelen ziyaret saatine gelirse kimse karşılamıyor gibi bir manzara oluşacak. İlçe teşkilatı Cuma namazına gidilsin gidilmesin diye bir şey söylememiş. Herkesi kendi vicdanı ile başbaşa bırakmış ama yaptıkları düzenlemede Başbakan’ın şehre girişte karşılanacağı yeri belirlemiş. Orada karşılanacak Menderes büyük bir kitle tarafından ve kurbanlar kesilecek.
Yer, hala daha varlığını koruyan asri mezarlığın hemen aşağısında bulunan askerlik şubesinin önü olarak belirlenmiş ve halk orada toplanmış. Ama programda belirtilen vakitte Menderes’ten ses seda yok. Bu arada da Cuma namazı vakti gelmiş ve ezan okunmuş. Hepsi mi bilmiyorum ama karşılamaya gelen partililerin oldukça büyük bir kısmı askerlik şubesine yaya mesafesinde en yakın cami olan Çavuş Camii’ne akın etmiş. Hiç olmazsa Cuma’nın farzını kılar geri döneriz diye düşünmüşler.
İsmi yanlış hatırımda kalmış olabilir o günlerde Çavuş Camii’nin imamı Ali Rıza Efendi isimli bir zatmış. Ben çok duydum bu zatı. Hem dedemden, hem babamın dayısı Abdurrahman Seferoğlu’ndan hem de büyüklerin meclislerinde katıldığım ve dinlediğim sohbetlerden. Saygın bir imammış. Halkın sevgi ve saygısını kazanmış, dini yaşantısı parmakla gösterilen, Osmanlı medreselerinden mezun dini bilgi birikimi olan birisiymiş.
Ali Rıza Efendi iç ezan okunduktan sonra minberden halka hutbe irad edecek. Bir de ne görsün? Karşısında bayram namazlarında bile görmediği kadar büyük bir kalabalık. Tabii anlamış bu kalabalığın sebebini. Hutbe dualarını okuduktan sonra o büyük kalabalığa şunları demiş. Aslında üç cümle. O üç cümle ile bir zamanlar Diyanet’in ve bir zamanlar imamların siyaset ile arasındaki mesafenin ne olduğunu ve nerede durduklarını görebilirsiniz. Zaten yazıyı kaleme alış nedenim de o.
Şimdi müsaade ederseniz o cümleyi Tavşanlı pardon Davşannı lehçesi ile yazacağım: “Geeeemedi dee mi? Geeeseydi geeeemecekdiniz deee mi? Vallaha size Cuma namazı kıldırmam!”
Bu kadar. Bu üç cümleyi sarf etmiş, cübbeyi sırtından çıkartıp cemaati yara yara dışarı çıkıp gitmiş.
Pekala ne olmuş? Şimdi bu yazıyı okuyanların yapacağı gibi büyük ihtimal tenkit edenler de olmuştur Ali Rıza Efendi’yi takdir edenler de. Ama bana göre merhum büyük bir ders vermiş muhataplarına ve 68 yıl geçmiş olmasına rağmen bize.
Aklıma bir soru geliyor: Merhum günümüzde olsaydı ve siyasetin ve siyasilerin emirber gönüllü kölesi olmuş Diyanet’i ve Diyanet görevlilerini görseydi acaba ne derdi?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***