Türkiye’de Corona virüsü salgını öncesinde ülkenin en önemli gündem maddesi Yunanistan sınırına yığılan mültecilerdi. Şubat ayında hükümetin sınır kapılarını açma politikası, Yunan güvenlik güçlerinin sert müdahalelerine ve dikenli tellerine takılmıştı. Salgınla birlikte mülteciler sınırdan ayrıldı ve gündem hızla değişirken, sayıları dört milyonu bulan Türkiye’deki mülteciler de yaşam mücadelelerini salgın koşullarında sürdürmek zorunda kaldı.
Merkezi İzmir’de olan Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği’nin Başkanı Muhammed Salih Ali bu süreçte yaşananları VOA Türkçe’ye “Önceden yük ağırdı, şimdi bir de karşımıza yokuş çıktı” sözleriyle anlattı. Suriyeli mültecilerin büyük bir kısmının günlük ya da haftalık ücret aldığını belirten Salih, “Atölyelerin ve fabrikaların kapalı kalması nedeniyle birçoğu gelirsiz kaldı. Bebeklerine mama, bez, evlerine yiyecek alamaz hale geldiler. Ev kiralarını, faturalarını ödeyemediler. Yaşam koşulları salgın öncesinde de iyi değildi ama şimdi daha da kötüleşti” diye konuştu.
“Destekler sınırlıydı”
Bu süreçte küçücük evlerde bazen birkaç aile kalan mültecilerin, kendilerini salgından koruma konusunda da sıkıntı yaşadığını vurgulayan Salih, ekonomik nedenlerle temizlik ve hijyen malzemelerine erişimde de sorunlar yaşandığını söyledi. Salih okulların kapanmasıyla birlikte birçok Suriyeli öğrencinin eğitiminin sekteye uğradığını vurgulayarak “Bazılarının evinde internet yok, bazılarının televizyonda dersleri izleyecek ortamı yok. Yüz yüze eğitimde anlatılanları anlamakta zorluk çekiyorlardı. Şimdi bu zorluk daha da arttı” dedi.
Suriyeli Mültecilerle Dayanışma Derneği Başkanı, salgın sürecinde birçoğu kayıt dışı çalışan mültecilerin, devletin açıkladığı desteklerden yararlanamadığını belirterek “Sınırlı sayıda aile biner lira yardım aldı. Bazı ilçe belediyeleri ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK) erzak desteği yaptı. Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Göç Örgütü (IOM) aracılığıyla bazı ailelere destek verdi. Ama bütün bu destekler sınırlıydı” diye konuştu.
Ayrımcılık ve nefretin salgın sürecinde arttığını vurgulayan Salih, her şeye rağmen Avrupa’ya geçmek isteyen mülteci sayısının fazla olmadığı görüşünde. Salih “İki, üç kere göç etmek kolay değil. Kimse kurulu düzenini bozmak istemez. Geçim koşulları pandemiden dolayı zorlaştığı için bazı aileler nerede geçinebileceklerse oraya gitmeyi düşünüyor. Ama sınırlar kapalı, kaçak gidenler orada da zorluk yaşıyor. Örneğin kaçak olarak Yunanistan’a giden bir ailenin, bu nedenle bir ay sonra Türkiye’ye geri döndüğünü biliyorum” dedi.
“Pandemiyle birlikte mülteciler konusu birden buharlaştı”
İltica ve Göç Araştırma Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır da Şubat ayında, Yunanistan sınırında yaşanan görüntülerin ardından salgının başlamasıyla birlikte kimsenin, mülteci sorununu gündeme getirmek istemediğini belirtti. VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Çorabatır, “Pandemiyle birlikte mülteciler konusu birdenbire buharlaştı. Birçok sorunumuzu halının altına süpürdüğümüz gibi bu sorunu da görmüyoruz. Ne iktidar ne de muhalefet bu konunun konuşulmasını istiyor. Örneğin CHP’nin Kurultayı yapıldı. Açıklanan 13 maddelik beyannamede ben mültecilerle ilgili bir kelime göremedim. Hükümet kanadında da herhangi bir söylem yok. Medyada doğru düzgün bir haber ya da analiz yok. Sorunların büyümesine rağmen konu gündeme getirilmiyor. Endişe verici olan bu” dedi.
Salgın öncesinde iktidarın da muhalefetin de farklı yöntemlerle olsa da “Suriyelileri geri göndereceğiz” söyleminde buluştuğunu kaydeden Çorabatır “Suriyelilere karşı, ırkçılığa ve nefret söylemine varan kasıtlı ve siyasi söylemler gerçek dışı olmalarına rağmen toplumda bir karşılık buldu. Pandemide hiçbir siyasi partinin bu insanları gündeme getirmemesinde, sanırım bu faktör etkili oldu” diye konuştu.
Salgın sırasında mültecilerin geçinme, barınma, beslenme, eğitim gibi birçok konuda ciddi zorluklar yaşadığını vurgulayan Çorabatır, buna karşılık hem merkezi hükümetin hem de yerel yönetimlerin, mültecilere yönelik ciddi bir destekte bulunmadığını belirtti.
“Maske yardımı alamıyorlar, ama bazı illerde sokakta maske takmadıkları için ceza alabiliyorlar. Zaten o cezayı ödeyecek parası olsa maske alacak” diyen Çorabatır, salgın sırasında kayıt dışı göçmenlerin, sınır dışı edilme korkusuyla hastanelere başvurmaktan çekindiğini de sözlerine ekledi.
“Konjonktür AB’den yeni bir yardıma uygun değil”
Çorabatır, salgın öncesinde Türkiye’yle Avrupa Birliği (AB) arasında mültecilere yardım konusunda yeni bir görüşme mekanizmasının gündeme geldiğini ancak salgın nedeniyle, bu sürecin de sekteye uğradığını vurguladı. Mülteciler sorununda, AB’nin yeteri kadar sorumluluk üstlenmediğini söyleyen İGAM Başkanı sözlerini şöyle sürdürdü: “BM de bu konuda Türkiye’yi destekliyor. Ama Şubat ayında hükümetin ‘kapıları açarız’ söyleminin fiilen çalışmayacağını, Yunanistan ve Bulgaristan’ın sınırda hazırlıklı olduğunu gördük. AB’de zaten göçmen aleyhtarı popülist, sağcı eğilimler çok yaygın. Türkiye’ye daha fazla yardım yapılmasını zorlayacak eğilimler daha az. AB’nin bugünkü siyasi konjonktürü daha önceki gibi 5-6 milyar Euro’luk bir desteğe açık değil. Bu da kaygı verici bir şey tabii”.
“Bu durumda iş yine Türkiye’ye kalıyor” diyen Çorabatır, Türkiye’nin sayıları dört milyonu bulan mültecilerin kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayacak adımlar atması, büyük uyum programlarını hayata geçirmesi gerektiğini söyledi.
“Türk toplumunun yüzde 87’si Suriyelilerin kalıcı olduğuna inanıyor”
Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Murat Erdoğan’sa mülteciler konusunun ülke gündeminin arkasında kalmasının hayatın normalleşmesiyle ilgili bir sinyal olabileceğini söyledi. VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Erdoğan “Türk toplumunun yüzde 87’si Suriyelilerin kalıcı olduğuna inanıyor. Dolayısıyla bütün rahatsızlığına rağmen toplum kendisini bu kalıcılığa alıştırıyor. Bu zorunlu birlikteliğin, bir gerçeklik olarak devam edeceğini düşünüyor” dedi.
Türkiye’deki mülteci sayısı düşünüldüğünde Şubat ayında sınıra yığılanların çok sınırlı olduğunu belirten Erdoğan, sınırların açılması kararının İdlib’te 34 Türk askerinin ölmesinin hemen ardından alındığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Zaten içlerindeki Suriyelilerin sayısı da düşüktü. Daha çok düzensiz göçmenlerin yöneldiği bir hareket oldu o. Asıl heyecan Türk toplumundaydı. Çünkü birçok insanda ‘Bu insanlar artık gitmeli’ düşüncesi vardı. Hükümet de bunun farkındaydı. Her gün sınırı geçen mültecilerin rakamlarının açıklanması bununla ilgiliydi. Bütün bunlar aslında toplumdaki bu konuya, arzuya yönelik bir politik hamleydi. Türkiye’de dört milyon mülteci var. Oradan 100 bin kişi de geçse, 500 bin kişi de geçse Türkiye’deki mülteci sorununda çok ciddi bir değişiklik olmayacak. Bunun herkes farkında. Ama amiyane tabiriyle toplumun biraz gazı alınmış olacaktı”.
Türkiye’deki Suriyelilerin ve uluslararası koruma altındaki mültecilerin sağlık sisteminden yararlanabildiğini söyleyen Erdoğan, Corona virüsünden etkilenen mülteci sayısı konusunda resmi veriler olmasa da Göç İdaresi ve Sağlık Bakanlığı yetkilileriyle yaptıkları görüşmelerde, ağır hasta olan ya da vefat eden mülteci sayısının, Türkiye ortalamasının altında olduğu sonucuna vardıklarını vurguladı.
Bunda mültecilerin yoğun bir genç nüfusa sahip olmasının etkili olduğunu söyleyen Erdoğan “Mültecilerin Covid dönemindeki en büyük sıkıntısı işlerini kaybetmek ve işlerin kısıtlanması oldu. Bu, onların günlük hayatlarını sürdürmesini zorlaştırdı. Herkes zorluk çekiyor ama her yerde olduğu gibi bizde de mülteciler ekstra zorluk çekiyor” diye konuştu.
“AB, Türkiye’ye destek olmak zorunda”
Erdoğan, Türkiye’de mültecilere yönelik destek çalışmalarının çok büyük ölçüde dış kaynaklı olarak finanse edildiğini belirterek, “En büyük kaynak da AB’den geliyor. 2016’da yapılan anlaşma Türkiye’ye dört yıl içinde 3+3 yani 6 milyar Euro verilmesini öngörüyordu. Bu paranın tümünün şu ana kadar Türkiye’de olması gerekirdi ama bu paralar proje bazlı olduğu için 4 milyar Euro’ya yakını geldi. Bu hem Türkiye’nin hem AB’nin hatası” dedi.
Erdoğan, Avrupa Birliği’nin mülteciler konusunda Türkiye’ye verdiği desteğin gerekçesini de şöyle açıkladı: “AB, kendisine gelecek mülteciyle baş etmenin ekonomik, mali ve siyasi risklerini kendi üzerinden atarak Türkiye’ye yönlendirdi. Bu, AB’nin bugüne kadar yaptığı en büyük insani yardım bütçesi. Ama Türkiye’deki sorunun boyutlarını dikkate aldığınızda bu yardım gayet limitli. Almanya’da Köln Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre bir mülteci onlara bir yılda 15 bin Euro’ya mal oluyor. Türkiye’ye verdiği parayla o mülteciyi yılda 300 Euro’ya mal ediyor. Dolayısıyla AB’nin bu konuda harcayacağı para, kendisinin üstleneceği yükle karşılaştırıldığında gerçekten çok sembolik kalıyor”.
Erdoğan’a göre, AB’nin Türkiye’ye verdiği destek bundan sonra da devam edecek. Erdoğan “Eli mahkum verecek. AB Türkiye’ye destek olmak zorunda. Çünkü bu konunun risk yarattığını düşünüyor. İster Suriyeli olsun ister diğer mülteciler, eğer Türkiye’de stabilize olurlarsa, uyum süreçleri çalışırsa, Avrupa üzerindeki baskı azalacak. Eğer bu olmazsa, Türkiye’de sıkıntılar yaşarlarsa Avrupa’nın üzerindeki baskılar artacak. Sosyal politikalar bakımından, siyasal yükleri bakımından mülteci belalı bir iş” diye konuştu.
Erdoğan, Türkiye’nin de mültecileri yeniden sınıra yığma politikasına döneceğini savunarak, “Hele bir de seçim gündeme gelirse, mutlaka bu sınır politikaları sürecek. Çünkü Şubat ayında bunun toplumda ciddi bir karşılığı olduğunu gördük. Siyasetçi bunu atlamaz” dedi.