Pandeminin yükseldiği 2020 ikinci çeyrek döneminde yüzde 10’un üstünde küçüldüğü tahmin edilen ekonomiyi çukurdan çıkarmak için haziran başından itibaren hızlandırılan bol ve ucuz kredi pompalaması, beraberinde bir ısınmayı getirmişken sert bir döviz yükselişi ile şoke oldu.
Tüketiciler, kamu bankalarının öncülük ettiği bir yıl ödemesiz, bol taksitli ucuz krediye adeta hücum etti. Konut satışları hızlandı, otomobilde görülmedik bir talep özellikle ikinci el piyasayı coşturmuş durumdaydı. Kredi ile kışkırtılan iç talep, duran sanayi çarklarını da çalışır hale getirdi. İhracatta fazla bir kıpırdama görünmese, turizm komadan çıkmasa da ekonomi iç talep artışı ile toparlanma çabasındaydı.
Ne var ki özellikle kamu bankalarına verilen direktif ile dağıttırılan kredilerin kışkırttığı talep, birçok yan etkiye yol açıp, tuzaklar da kuruyor. Talep artışı, beraberinde tüketici enflasyonunu da kışkırttı. Yıllığı yüzde 12’yi bulan enflasyon ürkütüyor. Canlanan sanayiinin ithalat talebi arttı ama ihracat ve turizmden döviz girmeyince döviz açığı, cari açık büyüyor.
Açığın finansmanı için, yabancı kaynak girişi yerine çıkış var ve Merkez Bankası eldeki kıt rezervleri ile yangına su yetiştirmeye çalışıyor. Ancak, yetişemiyor ve kontrol edilmeye çalışılan dövizde yeni tırmanışlar başladı. 6 Ağustos’ta dolar fiyatı 7 TL’den 7.30 TL’ye kadar çıktı. Öyle görünüyor ki, haziran-eylül döneminde yaşanacak yalancı baharı, ekim ile birlikte kış karşılayacak.
Britanya merkezli ekonomi gazetesi Financial Times (FT), pandemi tam da kontrol altına alınmadan başlatılan ekonomide açılmanın, kredi ile ısınmanın tehlikeli bir kumar olduğunu yazdı. 3 Ağustos’ta Türkiye muhabiri Laura Pitel’in imzasıyla yayımlanan “Erdoğan hızlı iyileşme konusunda kumar oynarken Türkiye rezervlerini bitiriyor” başlıklı makalede, ülkenin turizm sektörünün zorda olduğu ve yatırımcıların “kaçıştığı” ifade edildi.
Pitel, Ankara’nın bu şartlar karşısında yeni bir döviz krizini önlemek için milyarlar harcadığını yazdı. FT, Türkiye’nin krizdeki ekonomik yaklaşımını yüksek riskli olarak nitelendirirken, hızlı iyileşme yönünde atılan adımların kumar olduğunu ifade etti.
Makalede, pandeminin turizmde yarattığı çöküntünün Türkiye’nin finanslarında açığa neden olduğu, bu yılın başından itibaren resmi rezervlerde 13 milyar dolar azalma gerçekleştiği vurgulandı.
FT haberi aslında yeni bir unsur içermiyor. Türkiye’de uzun zamandır yapılan analizleri özetliyor. Ama yine de konuyu mercek altına alan FT olunca olanlar oldu. Piyasalar dalgalandı ve Türkiye’den sermaye çıkışı hızlandı. Özellikle döviz rezervinin düzeyi ve kura müdahale şekline odaklanan, bunun canlanan ekonomiyle çeliştiğini vurgulayan analiz, yabancı yatırımcılar üzerinde etkili oldu. Londra swap piyasasında TL faizleri yeniden yüzde 1000’i aştı. Yabancı satışlarının etkisiyle bankalar öncülüğünde düşen borsada, bir aşamadan sonra yerli yatırımcılar da satışa katıldı.
Özünde, bağıra çağıra gelen ve sonunda bir döviz şoku yaşatan “yeni sarsıntı” kimseyi şaşırtmıyor. Çünkü özellikle 2018 Haziran ayından itibaren uygulamaya başlanan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, Türkiye’nin yaşamsal ihtiyaç duyduğu yabancı kaynakları elinde tutan Batılı yatırımcıları “bekle-gör”e soktu. Yeni sistem Erdoğan’a olağanüstü “tek adam” yetkileri tanıyor, parlamentoyu işlevsizleştiriyor, yargıyı daha çok Saray’ın vesayeti altına sokuyor. Bağımsız medyadan pek eser kalmadı.
Erdoğan Londra’da verdiği mülakatlarda Merkez Bankası’nın bağımsızlığını anlamsız bulduğunu söyleyip bir de Hazine ve Maliye Bakanlığı gibi kilit bir koltuğa damadı Berat Albayrak’ı oturtunca yabancılar biraz daha uzaklaştılar. ABD ile Rahip Brunson krizi bütün bunlara tuz biber ekerken Türkiye 2018’de sert bir döviz türbülansı yaşadı ve ekonomi 2019 ortalarına kadar daraldı. Ama bu arada, bugün de devam eden yabancı yatırımcı çıkışları başladı. Öyle ki son bir yılda borsadan 16 milyar dolarlık çıkış gerçekleşti. Çıkan yabancılar geri dönmedikçe döviz fiyatının tırmanışı hep bir tehdit olarak varlığını korurken, fırtına 6 Ağustos’ta patladı ve dolar fiyatı bir günde yüzde 4 arttı.
Erdoğan rejimi, ekonomideki daralmayı, Merkez Bankası’nın yönetimini değiştirip ona düşük faizli para politikası dikte ederek aşmak istedi. Umulan şey, enflasyona rağmen düşürülmüş faizlerin ekonomiyi canlandıracağıydı. Ama aynı zamanda döviz fiyatlarının artışını da önlemek gerekiyordu. Bunun için de Merkez Bankası piyasaya müdahil oldu, kamu bankaları üstünden döviz satarak fiyatlara ayar verdi.
Ancak döviz, TL’ye güvenmeyen tasarrufçu tarafından halen talep ediliyor ve tasarruflarda payı yüzde 53’e kadar çıktı. En yakın 12 ayda çevrilmesi gereken dış borç 170 milyar dolara yaklaşıyor ve bunun için de döviz talebi var. Ne kadar azaltılsa da ithalat için de dövize ihtiyaç var.
Yükselen döviz talebine karşılık, döviz girişleri ihracatın düşmesi, turizmin pandemi nedeniyle çökmesi sonucu azaldı ve Merkez Bankası’nın döviz taleplerine yetişip fiyat artışını önlemesi, ancak swap işlemiyle döviz bulmasına kaldı. Bu yolla da 16 milyar doları Katar ve Çin’den, kalanı içerideki bankalardan olmak üzere 60 milyar dolara yakın döviz bulundu. Toplam rezervlerdeki payı yüzde 68’i bulan bu tahta bacaklı önlem ile zaman kazanılsa da uzun vadede dövizi kontrol giderek zorlaşıyor.
İşte 3 Ağustos’ta FT’de yer alan makale de buna işaret ediyor. Mart-mayıs arasında geniş anlamda işsizliğin yüzde 52’ye kadar çıkmasına yol açan daralmayı, haziran başında ekonomiyi açarak aşmak, bunun için tüketicinin aklını geri ödeme süresi uzun, fiyatı düşük kredi ile çelmek, oynanan kumarın adı. Kredi hacmi hızla artırıldı, özellikle konut, otomobil, ihtiyaç kredisi kullanan tüketicinin borç stoku 737 milyar TL’ye ulaşarak son yedi ayda yüzde 25 arttı.
Konut, otomobil, beyaz eşya, mobilya satışları artıyor, talep canlanıyor, buna bağlı olarak sanayi çarkları yeniden hareketleniyor, bekleyişler yükseliyor. Ama bu ısınma ile birlikte bir yandan tüketici fiyatları tırmanıyor, bir yandan üretimin ihtiyacı olan ithalat için döviz talebi döviz fiyatlarını yükseltiyor.
Ekonomiyi ısındırma, içeriye ve dışarıya tam da güven vermiş görünmüyor. Çünkü hâlâ eline TL geçen, artacağı beklentisiyle döviz alıyor, yabancılar Türkiye’de kalmak istemiyorlar. Ağustos başında 560’a çıkan Türkiye’nin risk primi (CDS), yükselen ülkeler arasında birinci basamaktaki yerini korurken en yakınındaki Güney Afrika’nın priminden yüzde 84 yukarıda.
Isınmanın arkasından gelen döviz sıçramasının ekonomiyi soğutmasından ama daha sert bir türbülansın sonbahar aylarında gelmesinden herkes endişe ediyor. Bu endişe, kontrol altına alınamayan pandemi ile de ilgili. Birçok konuda olduğu gibi pandemi verilerinde de şeffaf davranmayan rejimi tekzip edercesine vaka sayılarında yaşanan tırmanma, hükümetin ekonomi politikasına olduğu kadar, pandemiyi yönetme performansına da güveni azaltıyor ve bu da güvensizliğe tüy dikiyor.
Yazar: Mustafa Sonmez
Kaynak: Al-Monitor