AYDOĞAN VATANDAŞ | YORUM
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile Oval Ofis’te verdiği fotoğraf, iktidar medyası tarafından büyük bir diplomatik zafer gibi yansıtıldı. Ancak tarih, Washington’dan alınan böyle anlık ‘meşruiyetlerin’, çoğu zaman o liderin sonunun başlangıcı olduğunu da göstermiştir.
Tarihte benzer sahneler çoktur. Saddam Hüseyin, 1980’lerde ABD’nin göz bebeğiydi. İran’a karşı savaşında, hatta kimyasal silah kullanımında bile Washington’un örtük onayı vardı. Saddam bu güvenle Kuveyt’i işgal ettiğinde ise ABD tavrını bir gecede değiştirdi. ‘Yeşil ışık’ sandığı şey, aslında darağacına çıkan yolun başlangıcıydı. On yıl sonra yalnız bırakıldı, devrildi ve idam edildi.
İran Şahı Rıza Pehlevi de ABD’nin desteğiyle iktidarını pekiştirmişti. Washington için Ortadoğu’da modernleşmenin sembolüydü. Ama Şah, bu desteğin arkasına sığınarak muhalefeti şiddetle bastırdı, özgürlükleri yok etti. Halkın öfkesi birikti, sonunda ABD bile onu kurtaramadı. 1979’da devrildi, sürgünde öldü. Oval Ofis’te parlayan dostluk mesajları, birkaç yıl sonra onun kapı kapı ülke arayışında kimseye sığınacak yer bulamamasıyla sonuçlandı.
Manuel Noriega örneği daha da çarpıcıdır. CIA’nın yıllarca en yakın ‘adamı’ olan Panama lideri, ABD desteğine güvenerek muhalefeti sindirdi, baskıcı rejimini sürdürdü. Ancak ABD çıkarları değiştiğinde gözden çıkarıldı. 1989’da bizzat Amerikan ordusu Panama’ya girerek Noriega’yı paketleyip Washington’a götürdü. Yıllarını ABD ve ardından Fransa hapishanelerinde geçirdi, daha sonra Panama’ya iade edildi ve orada öldü.
Vietnam lideri Ngo Dinh Diem de benzer bir kader yaşadı. Komünizme karşı Batı’nın en önemli müttefiki olarak yıllarca ABD’den destek aldı. Ancak içeride muhalefeti şiddetle ezdi, halk desteğini kaybetti. ABD’nin sabrı taştığında ise kendi generalleri onu devirdi. ABD’nin verdiği ‘yeşil ışık’, birkaç yıl içinde ölüm fermanına dönüştü.
Afrika’da Mobutu Sese Seko da Soğuk Savaş boyunca Washington’un gözdesiydi. Zaire’de demir yumrukla iktidarını sürdürdü, ABD’den gelen milyarlarca dolar yardımı kendi hanedanı için kullandı. Halkı sefalet içinde yaşarken ABD’nin ilgisi bir günde bitti. Mobutu, gözden düştüğünde hastalık ve yalnızlık içinde sürgünde öldü.
Nikaragua’nın Somoza hanedanı da aynı sonu yaşadı. ABD’nin tam desteğini aldılar, muhalefeti şiddetle ezdiler. Ama halk isyanı büyüyünce Washington onları da terk etti.
ABD’nin verdiği meşruiyet, dönemselidir, halkından kopmuş lider için bazen de ölümcül bir tuzaktır. Putin gibi kendi meşruiyetinizi kendi gücünüzle pekiştirebilecek küresel bir aktör değilseniz ve sizden çok daha büyük güçlerin çatışmasının tam ortasındaysanız, işiniz zordur.
Erdoğan da tam da bu yüzden çok zor durumda. Yıllardır ülkeyi bir otoriter rejime sürükledi, yargıyı, basını, muhalefeti susturdu. Ama hâlâ tam anlamıyla yok edemediği bir toplumsal muhalefet var. Oval Ofis’teki fotoğrafı, kendi gözünde içeride daha da sertleşmek için bir onay belgesi gibi görüyor. Son kalan muhalefeti şiddetle ezmeye, meydanları tamamen susturmaya çalışacak. Ama işte tam burada tuzağın kapağı kapanıyor. Çünkü tarihsel olarak, ABD desteğini arkasına alıp şiddeti artıran hiçbir lider uzun ömürlü olmadı.
Bugün dünya, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana belki de en gergin dönemlerinden birine girmiş durumda. ABD ile Çin arasındaki rekabet, Rusya’nın saldırganlığı, Ortadoğu’da Gazze krizi, Avrupa’da yükselen aşırı sağ… Her yerde fay hatları kırılmaya başladı. ABD, Venezuela’ya karşı saldırı planlarını gündemine alırken, Çin Tayvan’ı işgal etme planları yapıyor. Rusya-Ukrayna Savaşı birdenbire bir dünya savaşına dönüşebilir. Böylesi bir küresel gerginlikte Erdoğan rejimi hiç olmadığı kadar kırılgan.
Bugün Erdoğan’a Oval Ofis’te gülümseyen Washington, yarın Erdoğan’ın en ufak bir sadakatsizliğinde, onu gözden çıkarmakta tereddüt etmeyecektir. Yanısıra, Rusya ve Çin’in hedefi olmak da ayrı bir problem. Bu yeni dönemde kimse kalıcı bir müttefik değil; sadece geçici bir piyon olabilir.
Shakespeare’in kahramanları gibi Erdoğan da sahneye gülümseyerek çıktı ama arka planda onun kaderini mühürleyecek görünmez bir el çoktan kalemi kâğıda sürmüş olabilir.
Macbeth, krallığa ulaşmak için aldığı yeşil ışığı kendi iktidarının mutlak onayı sandı. Tahta oturduğunda gücünü pekiştirmek için daha çok kan döktü, daha fazla muhalif susturdu. Ancak bu, tahtını sağlamlaştırmadı, aksine kendi sonunu hızlandırdı. Bugün Erdoğan’ın Oval Ofis’te aldığı işaret de aynı Macbeth’in cadılardan duyduğu uğursuz kehanet gibidir: dışarıdan meşruiyet gibi görünen ama aslında sonun yaklaştığını fısıldayan bir ses.
Julius Caesar da Roma’da halkın alkışları ve dostlarının sadakatiyle kendini dokunulmaz sandı. Oysa en yakınındaki Brutus bile hançeri kaldırmıştı. Oval Ofis’te verilen poz, Erdoğan’ın çevresinde de aynı hançerlerin gölgelerini hissettiren bir andır. Çünkü tarihin sahnesinde en güçlü görünenler bile bir günde yalnız kalabilir. ABD’nin verdiği geçici desteğe yaslanmak, Brutus’un elini öpmek gibidir; ertesi gün o el hançeri saplayabilir.
Shakespeare’in tragedyalarında kaderden kaçış yoktur. Gücün büyüsüyle sarhoş olan kahraman, kendi adımlarını hızlandırarak uçuruma koşar. Saddam’ın darağacına giden yolu, Şah’ın sürgünde ölüme terk edilişini, Noriega’nın Miami zindanına kapatılışını, Diem’in kurşun yağmurunda can verişini düşünün. Her biri kendi Oval Ofis pozunu çekmişti, her biri bir gün kendini dokunulmaz sanmıştı. Ama sahnenin perdesi kapandığında alkış yerine uğultu, iktidar yerine yalnızlık kaldı.
Macbeth’in kanlı tahtı gibi, kısa vadeli bir güç, uzun vadeli bir yıkıma dönüşür. Oval Ofis’te gülümseyerek verilen fotoğraf, tarihin sahnesinde trajedinin giriş sahnesi de olabilir. Erdoğan belki kendini hala bir küresel lider olarak görüyor ama Shakespeare’in bütün kahramanları gibi, onun da yazgısı satır aralarında çoktan mühürlenmiştir: Halktan kopmuş, dış güçlere yaslanmış bir liderin sonu, ışıkların en parlak olduğu anda başlar.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***