M. NEDİM HAZAR | YORUM
Sevgili okurlarım gerek kişisel bazı sıkıntılarım gerekse gündemin hızlı değişen doğası neticesinde, başlarken bir çırpıda bitiririm, diye düşündüğüm Nepal Devrimi konusundaki seriyi bir türlü tamamlayamadım. Müsaadenizle, bu konuyu hitama erdirmek istiyorum. Önce daha evvel yayınladığımız iki yazıda neler anlattık bir özet geçelim isterseniz:
8 Eylül 2025 sabahı Katmandu sakin bir güne uyandı. Kimse 48 saat sonra başbakanın helikopterle kaçacağını, parlamentonun alev alev yanacağını tahmin etmiyordu.
Modern tarihte hiçbir hükümet bu kadar hızlı çökmemişti. Sovyetler Birliği aylar süren bir süreçte dağılmış, Arap Baharı haftalarca sürmüş, İran devrimi bile aylarca, yıllarca sürmüştü. Ama Nepal’de sadece 48 saat içinde bir hükümet tamamen kontrolü kaybetti.
Sebep?
Bir gecede kapatılan 26 sosyal medya platformu. Resmi gerekçe “kayıt yükümlülükleri”ydi ama gerçek neden belliydi: “Nepo Kids” skandalları viral olmuş, siyasi elitlerin çocuklarının lüks yaşamları TikTok’ta milyonlarca kez izlenmişti. Bir bakanın kızının ayakkabısının fiyatı ortalama bir ailenin yıllık gelirine, bir milletvekilinin oğlunun tek bir akşam yemeği masrafı asgari ücretlinin altı aylık maaşına denk düşüyordu. Başbakanın oğlu Dubai’deki özel yatında parti yaparken, milyonlarca vatandaş elektrik kesintileriyle boğuşuyordu.
Günde binlerce genç ülkeyi terk ediyordu. Yedi buçuk milyon kişi – nüfusun dörtte biri – göç etmişti. İktidar onları “hain” ilan ederken, kendi çocukları Londra sokaklarında Lamborghini’lerle dolaşıyor, Paris’te alışveriş turları atıyordu.
Sosyal medya yasağıyla patlayan öfke tesadüf değildi. Nepal’in DNA’sında direniş vardı çünkü.
Hitler’e savaş ilan eden ilk ülkelerden biriydi bu küçük Himalaya ülkesi, Almanya’nın Polonya’yı işgalinden sadece bir gün sonra, 4 Eylül 1939’da. İngiliz İmparatorluğu’na diz çöktüren, 200 bin askerini dünya savaşlarında feda eden efsanevi Gurkha savaşçılarının vatanıydı. 1814-1816 Anglo-Nepal Savaşı’nda, sayısal olarak çok daha güçlü İngiliz kuvvetlerine karşı inanılmaz bir mücadele vermişti. Nalapani Kalesi’nde sadece 70 askerle direnen Balbhadra Kunwar, teslim olmak yerine düşman hatlarına saldırarak kaçmayı başarmıştı.
Nepal, topraklarının üçte birini kaybetmesine rağmen bağımsızlığını koruyan, dünya üzerinde hiçbir zaman tam anlamıyla sömürge olmamış birkaç ülkeden biriydi.
İşte bu direniş genleri, 2025’te yeniden uyanıyordu. Z Kuşağı, atalarının yabancı güçlere gösterdiği direnişi, bu kez yolsuzluk ve nepotizmle mücadelede gösteriyordu. İronik olan şuydu: Hiçbir zaman sömürge olmayan Nepal, kendi elitleri tarafından “içeriden sömürülüyordu” artık.
Ve gençler, buna “yeter” diyordu.
Şimdi devam edelim.
Nepal’da yaşananların ayniyle olmasa da misliyle yaşanan bir tekrar olduğu muhakkaktı. Aslında yozlaşmış her rejimin akıbeti aşağı yukarı böyleydi.
1951’de 104 yıllık Rana Hanedanlığının çöküşü, Nepal tarihinde yeni bir sayfa açtı ama bu sayfa hiç de temiz kâğıt değildi. Demokratik açılımla başlayan süreç, aslında ülkenin modern çelişkilerinin de tohumlarını barındırıyordu. Bu çelişkiler, 57 yıl sonra 2008’de monarşinin kaldırılmasına ve nihayetinde bugün yaşanan Gen Z isyanına giden yolun temelini oluşturacaktı.
1951 devriminin tetikleyicisi, paradoksal biçimde komşu Hindistan’daki gelişmelerdi. İngilizlerin 1947’de alt kıtayı terk etmesi, Nepal’deki güç dengesini de altüst etmişti. Artık Nepal elitleri, İngilizlerle değil Hindistan’ın yeni liderleriyle oynamak zorundaydı. Bu değişim, özellikle eğitimli Nepalli gençliği derinden etkiledi. Kalkutta ve Banares’teki üniversitelerde okuyan Nepal’li öğrenciler, Mahatma Gandhi’nin satyagraha (gerçek gücü) felsefesinden, Nehru’nun sosyalist ideallerinden etkileniyorlar, ülkelerine döndüklerinde Rana otokrasisine (tek adam yönetimi) tahammül edemiyorlardı.
Nepal Kralı Tribhuvan!
Kral Tribhuvan’ın 1950’de Hindistan’a kaçması, bambaşka bir dinamik ortaya çıkardı. Bu kaçış, aslında bir tür “saray darbesi”ydi ama ters yönde işleyen bir darbe. Kral, kendi başbakanına karşı halkın desteğini arayarak ülkesini terk etmişti. Bu durum, Nepal siyasetinde kralların da mutlak güce sahip olmadığını ama aynı zamanda halkın desteği olmadan hiçbir gücün ayakta kalamayacağını gösterdi. Tribhuvan’ın bu hamlesi cesur olduğu kadar riskli de idi çünkü eğer Nepalli halk ve Hindistan hükümeti onu desteklemeseydi, krallık tamamen sona erebilirdi.
1951’deki Delhi Uzlaşması, üç farklı gücün – Kral Tribhuvan, Rana ailesi ve yeni kurulan demokratik partiler – arasında hassas bir denge kurdu. Bu uzlaşı kağıt üzerinde ideal görünüyordu: anayasal monarşi, çok partili demokrasi, ama pratikte çok karmaşık bir güç paylaşımına sebebiyet vermişti. Kimse tam olarak ne kadar güce sahip olduğunu bilmiyordu. Kral sembolik mi yoksa fiili güce mi sahipti? Başbakan gerçekten ülkeyi yönetiyor muydu yoksa kralın onayı olmadan bir şey yapabilir miydi? Bu belirsizlik, Nepal siyasetinin kronik istikrarsızlığının temel nedenlerinden biri oldu.
1960 yılı, Nepal tarihinde bir kırılma noktası oldu. Kral Mahendra’nın darbesi, sadece o dönemin değil, sonraki yarım asrın da kaderini belirledi. Mahendra’nın hamlesi dikkatle planlanmıştı. Demokratik yönetimin getirdiği siyasi kargaşa, ekonomik sorunlar ve özellikle de Çin’deki komünist devrimin Nepal sınırında oluşturduğu tehdit algısı, Mahendra’ya gerekçe verdi. Ama asıl neden daha derinlerdeydi: Nepal’deki geleneksel elitler, demokratik açılımın kendi ayrıcalıklarını tehdit ettiğini görüyorlardı.
1970’li ve 1980’li yıllar, Nepal gençliği için özellikle sıkıntılı geçti. Eğitim imkanları arttıkça, ama siyasi katılım kanalları kapalı kalınca, gençler arasında bir tür “eğitimli hayal kırıklığı” yaşandı. Üniversiteli gençler, dünyadaki gelişmeleri takip ediyorlar ama kendi ülkelerinde seslerini çıkaramıyorlardı. Bu dönemde Nepal’den yurtdışına olan beyin göçü de başladı. İlginçtir ki bu beyin göçü, bugün yaşanan sorunların da temelini oluşturuyor.
1980’li yılların sonuna doğru, dünyada demokratik dönüşüm rüzgarları Nepal’i de etkilemeye başladı. Berlin Duvarı’nın yıkılması, Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Doğu Avrupa’daki devrimler… Bütün bu gelişmeler, Nepal gençliğine de ilham verdi. Özellikle radyo ve televizyon yayınlarının yaygınlaşması, gençlerin dünyayla daha güçlü bağ kurmasını sağladı.
1990 Jana Andolan’ı (Halk Hareketi), Nepal tarihinin en önemli dönüm noktalarından biriydi. Bu hareket, 1951’dekinden çok daha güçlü ve yaygındı çünkü artık gençlerin yanı sıra orta sınıf, aydınlar, hatta bazı geleneksel elitler de demokratikleşmeden yana tavır alıyorlardı. Hareketin liderleri arasında hem Nepali Kongre hem de komünist parti temsilcileri vardı – bu ittifak, Nepal siyasetinde çok nadir görülen birlik beraberliğini gösteriyordu.
Kral Birendra’nın 1990’da yeni anayasayı kabul etmesi, aslında zorunlu bir tercihin sonucuydu. Sokaktaki basınç o kadar büyüktü ki direnmek, krallığın tamamen sona ermesi riskini doğuruyordu. 1990 Anayasası, Nepal’i anayasal monarşiye dönüştürdü ve teorik olarak modern bir demokrasinin temellerini attı. Ama pratikte yine aynı sorunlar devam etti: güçler ayrılığı net değildi, siyasi partiler arası çekişme şiddetliydi, ekonomik sorunlar çözümsüz kalıyordu.
1990’lı yıllar, Nepal için hem umut hem de hayal kırıklığı getirdi. Çok partili demokrasi kuruldu ama siyasi istikrarsızlık da başladı. 1991’den 1996’ya kadar tam 6 farklı hükümet kuruldu. Her hükümet çok kısa sürede düşüyor, yeni koalisyonlar (ittifaklar) kuruluyordu. Bu istikrarsızlık, özellikle kırsal kesimde yaşayan yoksul halkı çok etkiledi çünkü hiçbir uzun vadeli politika uygulanamıyordu.
İşte bu ortamda, Maoist hareket filizlendi. 1996’da başlayan Maoist isyanı, aslında Nepal’in 1990 sonrası demokratik deneyiminin başarısızlığının ürünüydü. Puspha Kamal Dahal (Prachanda) liderliğindeki Nepal Komünist Partisi (Maoist), parlamenter siyasetin halkın sorunlarını çözemediğini, gerçek değişim için silahlı mücadelenin gerekli olduğunu iddia ediyordu. Bu iddia, özellikle kırsal kesimdeki gençler arasında karşılık buldu.
Maoist isyanının başlaması, Nepal’in modern tarihindeki en trajik dönemi başlattı. Çünkü bu isyan, sadece silahlı bir mücadele değil, aynı zamanda toplumsal bir kırılma da oluşturmuştu. Aileler bölündü, köyler iki kampa ayrıldı, gençler hem devlet güçleriyle hem de Maoist’lerle savaşmak zorunda kaldı. Bu dönemde 17.000’den fazla insan öldü, yüz binlerce insan evini terk etmek zorunda kaldı.
2001’deki Narayanhiti Saray Katliamı, bütün bu gerilimlerin doruğa çıktığı an oldu. Veliaht Prens Dipendra’nın ailesiyle birlikte Kral Birendra’yı öldürmesi, Nepal tarihinde benzeri olmayan bir travma oluşturdu. Bu olay, monarşinin kutsallığını sorgulanır hale getirdi çünkü krali aile bile kendi içinde bu kadar vahşet yaşayabiliyorsa, sistem ne kadar sağlıklı olabilirdi? Dipendra’nın bu cinayetleri neden işlediği hala tam olarak bilinmiyor ama olay, Nepal toplumunda derin yaraların açılmasına neden oldu.
2005’teki Gyanendra darbesi, 1960’taki Mahendra darbesinin tekrarı gibi görünse de çok farklıydı. Çünkü artık Nepal toplumu bambaşkaydı. Eğitim seviyesi yükselmiş, medya gelişmiş, sivil toplum örgütlenmişti. Gyanendra’nın “terörle mücadele” gerekçesiyle demokrasiyi askıya alması, toplumun geniş kesimlerince kabul görmedi. Özellikle şehirli orta sınıf ve gençler, bu darbeye güçlü tepki gösterdiler.
2006 Loktantra Andolan’ı (Demokrasi Hareketi), 1990’dakinden daha büyük ve daha kararlıydı. Bu kez sadece siyasi partiler değil, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, hatta Maoist’ler bile krallığa karşı birleştiler. Bu ittifak çok önemliydi çünkü on yıldır birbirleriyle savaşan güçler, ortak bir düşmana karşı bir araya gelmişlerdi.
28 Mayıs 2008, Nepal tarihinin en önemli günlerinden biri oldu. O gün Kurucu Meclis, 240 yıllık Shah hanedanlığını resmen sona erdirdi ve Nepal’i federal demokratik cumhuriyet ilan etti. Bu karar, sadece siyasi değil, aynı zamanda sembolik öneme de sahipti çünkü Nepal, krallığın tanrısal meşruiyetine dayanan geleneksel dünya görüşünden laik cumhuriyetçi değerlere geçiyordu.
Ama monarşinin kaldırılması, Nepal’in sorunlarını çözmedi; sadece farklı biçimde kendini göstermelerine neden oldu. Çünkü asıl sorun, hanedanlık değil, demokratik kurumların zayıflığı, yolsuzluk kültürü, nepotizm ve her şeyden önemlisi halkın siyasi karar alma süreçlerine katılamamasıydı. 2008 sonrası Nepal, bu sorunlarla boğuşurken, yeni bir kuşak da yetişiyordu: Dijital çağda dünyaya açılan, sosyal medyada kendini ifade eden, geleneksel siyasetin kalıplarını hiç kabul etmeyen Z Kuşağı.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***