ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM
Bir ülkenin demokrasi standardını anlamak için her zaman parlamento oturumlarına, anayasa veya yasa maddelerine ya da seçim süreçlerine bakmaya gerek yoktur. Küçük ama simgesel ayrıntılar her şeyi anlatır. Mesela başkanlık ya da liderlik uçakları bu aynalardan biridir. O uçağa kim, nasıl biner? Sorular nasıl sorulur? Masraflar kime fatura edilir? Cevaplar ne kadar gerçektir?
“Durup dururken nereden çıktı bu başkanlık uçakları ve gazeteciler meselesi?” diye soranlar için kısaca özetleyeyim:
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın skandallarla dolu son ABD seyahatinde, gazetecilere soruların önceden verildiği, cevapların da Saray’ın İletişim Başkanlığı tarafından yazıldığı ortaya çıktı. Erdoğan rejiminin çok uzun zamandır “Saltanat Uçağı”na dönüşen lüks uçaklara sadece “has yandaş” gazetecileri aldığı ve orada tiyatro oynandığı biliniyordu. Fakat son seyahatte Erdoğan’a sorulacak soruların daha röportaj yapılmadan medya ombudsmanı Faruk Bildirici’ye sızdırılması, rezaleti herkesin gözünün önüne serdi. Ahmet Hakan gibi “has yandaş”lara göre bu uygulamada anormal bir durum yok!
Tabii ki yok öyle bir şey. Ahmet Hakan’ın “normal” dediği şeyler, ancak Rus ya da Çin devlet başkanlarının uçaklarında oluyor.
Trump olsanız bile!
Mesela dünyanın en ünlü başkanlık uçağı Air Force One’da durum nasıl? Kestirmeden söyleyeyim: Bırakın sorulacak soruların önceden verilmesini, Başkan Trump’ın uçağa alınacak gazetecileri belirleme hakkı bile yok.
Peki sistem nasıl?
Air Force One uçağında CNN’den Fox’a, Reuters’tan Washington Post’a kadar geniş bir yelpazede gazeteciler oturur. Amerikan başkanlık uçağına binecek herkes (başkanın kendisi hariç) para ödemek zorundadır. Hem de “first class” parası ödenir.
Başkanın korumaları, danışmanları, bürokratlar… O uçakta kim varsa bilet parası, Beyaz Saray tarafından çalıştıkları kurumlara kesilir. Bütün bu işleri Beyaz Saray Yolculuk Hizmetleri Birimi yapar. Eğer başkan, politik bir kampanya için başkanlık uçağını kullanıyorsa, tüm masraflar partisine fatura edilir. Başkanın çocuğu ya da eşi bile olsanız uçağa bedava binemezsiniz.
ABD’de uygulanan sistemin temeli şeffaflık ve adalet ilkesine dayanır. Başkanın uçağında 12 gazeteci için kontenjan ayrılır. Ama en önemli nokta şudur: Başkanın seyahatini izleyecek gazetecileri Beyaz Saray, başkan ya da herhangi bir devlet kurumu belirlemez; daha doğrusu belirleyemez. Yani Erdoğan gibi uçağa yandaşları doldurup gezemiyorsunuz. Uçağa binecek gazetecileri bir meslek örgütü olan Beyaz Saray Muhabirleri Derneği belirler.
Burada da sıkı kurallar vardır. Gazeteciler uçağa dönüşümlü binebilir. Uçakta yedikleri içtikleri, seyahat boyunca yaptıkları tüm harcamaları kendileri karşılar. Yani ABD başkanının uçağına binip haber takip etmek oldukça pahalıdır.
Bir diğer kritik uygulama da şu: Uçağa binen gazeteciler “özel haber” yapamaz. Uçaktaki açıklamalar, röportajlar ortak havuza aktarılır ve herkes aynı bilgilere erişir. Özetle; başkan ya da danışmanları kendilerine yandaş bir ekip oluşturup devlet imkânlarıyla gezemez.
ABD Kongresi başkanı, milletvekilleri, senatörler ya da üst düzey bürokratlar tarifeli uçaklarla seyahat ederler. Aslında mevzuat Kongre üyelerine business class uçma imkânı verir ama seçmen tepkisinden korkan siyasiler bu hakkı kullanmaz. Kongre üyelerinin ya da üst düzey bürokratların seyahatleri sıkı denetime tabidir. Savunma bakanı ve komutanlar da keyfine göre özel uçakla uçamaz. Devlet görevi bile olsa bu uçuşlar prosedürlere bağlıdır.
Mesela devlet göreviyle uçulsa bile eğer gidilecek yere bir ABD firması uçuyorsa bilet oradan ve en uygun tarifeden alınmak zorundadır. Kamu görevlileri geçerli bir sağlık gerekçesi yoksa business class uçamaz.
Trump döneminde başkanın medyaya öfkesi dillere destan olsa da kimse CNN’i veya New York Times’ı uçağa almamazlık edemedi. Biden döneminde sistem daha da kurumsallaştı; Politico ve Axios gibi dijital medya kuruluşları da sürece dâhil edildi.
Kısacası Air Force One gökyüzünde süzülürken aslında özgür basın da onunla birlikte uçar.
Fransa: Élysée uçağı, eleştirel soru geleneği
Fransa’da Cumhurbaşkanı’nın seyahatlerinde de benzer bir uygulama vardır. Gazeteciler, Élysée Sarayı tarafından davet edilir ama listeler açık tutulur. Muhalif medya temsilcileri de bu listede yer alır. Macron’un özellikle Afrika seyahatlerinde Fransız gazetecilerin sorduğu keskin sorular Paris’te tartışmalara yol açmıştır. Yani uçakta “önceden verilmiş soru” diye bir şey düşünülemez.
Almanya: Şansölye’nin uçağı, kamu televizyonunun gücü
Berlin’de de aynı gelenek işler. Şansölye’nin uçağında ARD, ZDF gibi kamu televizyonlarının muhabirleri; Spiegel ve Süddeutsche Zeitung gibi eleştirel gazetelerin temsilcileri mutlaka yer bulur. Alman gazetecilerin Merkel döneminde olduğu gibi Scholz döneminde de başbakanı sıkıştıran soruları meşhurdur. “Uçakta olmak” hükümete yakınlık değil, gazeteciliği icra etme fırsatıdır.
İngiltere: Başbakanlık seyahatleri, farklı medya aynı uçakta
Downing Street’in seyahatlerinde ise İngiliz basınının sert rekabeti göze çarpar. BBC’den Guardian’a, Times’tan Sky News’e kadar farklı çizgideki medya aynı uçakta yer alır. Londra’da kimsenin aklına “bu soru sorulmasın” ya da “önceden verelim” fikri gelmez. Muhabirler yolculuk boyunca Başbakan’a mikrofon uzatır, kimi zaman seyahat dönüşü uçakta spontane basın toplantıları yapılır.
Türkiye: Uçan saray ve sadakat testi
Ve gelelim Türkiye’ye…
Cumhurbaşkanlığı uçağına kimin bineceğine tabii ki Erdoğan’ın ekibi karar veriyor. Kriter ise açık: mutlak biat, tam sadakat. Muhalif veya bağımsız medya? Onlar ya Silivri’de ya da sürgünde! Onların yerine iktidara yakın kalemler ve ekran yüzleri bindiriliyor uçağa.
Soru sormak yerine methiye düzmek “gazetecilik” diye sunuluyor. Başkanlık uçağında gezen gazetecilerin masrafları da vergi mükelleflerine yükleniyor. Gazetecilerin otel masraflarını çalıştıkları kurum ödüyor deniyor ama bunun da ne kadar gerçek olduğu tartışmalı. AKP döneminde sadece Cumhurbaşkanı değil, bakanlar hatta üst düzey bürokratlar da özel uçaklarda gazetecileri ağırlıyor.
Son ABD seyahatinde yaşanan “soruların önceden verilmesi” skandalı bu sistemin artık iyice normalleştiğini gösterdi. Gazeteci rolünde olan isimler aslında tiyatro sahnesinde kendilerine verilen repliği okuyan figüranlara dönüştü.
Otoriter uçaklar: Rusya, Çin, Kuzey Kore
Türkiye bu tabloda yalnız değil. Putin’in Rusya’sında Kremlin uçağı, FSB’nin onayından geçmiş gazetecilerle doludur. Eleştirel soru sormak? Hayal bile değil. Çin’de Xi Jinping’in seyahatlerinde basın, Parti’nin propaganda organlarından seçilir. Hâliyle sorular methiye, cevaplar nutuk olur. Kuzey Kore’de Kim Jong-un’un uçağına binenler ise “gazeteci” değil, devlet televizyonunun anlatıcılarıdır. Görevleri: Liderin gülüşünü kutsamak.
Maalesef Türkiye’deki tablo giderek bu kulvara kayıyor.
Gökyüzündeki ayna
Başkanlık uçakları aslında birer ayna. ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere’nin uçaklarına baktığınızda basın özgürlüğünü görüyorsunuz. Rusya, Çin, Kuzey Kore ve ne yazık ki Türkiye’nin uçağına baktığınızda ise otoriterliği.
Sorunun özü şu: Uçak gökyüzünde süzülürken basın da özgürce uçabiliyor mu, yoksa sadece liderin gölgesinde mi dolaşıyor? Bir tarafta başkanı adım adım izleyen, her detayı kamuoyuyla paylaşan gazeteciler… Diğer tarafta liderin gözüne bakarak “acaba doğru soruyu mu soruyorum” kaygısıyla yaşayan, hatta çoğu zaman hiç sormayan kalemşörler…
Sonuç olarak: Başkanlık uçakları birer aynadır. Birinde özgür basın, diğerinde tek adam rejimi yansır. Demokratik ülkelerde gökyüzünde bile denetim sürerken, otoriter ülkelerde gökyüzü bile propaganda sahnesine dönüşür.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***