YORUM | AHMET KURUCAN
Din İşleri Yüksek Kurul üyesi İdris Bozkurt’un 6 yıl önce bir TV programında söylediği bir söz yeni gündem olmuş Türkiye’de. Neden o zaman değil de şimdi? Bilmiyorum, bilenler varsa buyursunlar, konuşşunlar, yazsınlar biz de öğrenelim.
Ben bu yazıda meselenin fıkhi, ahlaki ve toplumsal boyutu üzerinde bir kaç hususa işaret etmek isterim. Bozkurt’un sözde fetvası şu iki cümle ile özetlenebilir: “Bir kimse hak etmediği bir işe girmişse, bu hiç kimsenin tasvip edeceği bir şey değildir. Ama işe girdikten sonra emek harcıyor, meşru şekilde çalışıyorsa kazancı helâldir.”
İlk bakışta çalışmanın erdemini vurguluyor gibi görünse de, bu söz hem fıkıh hem ahlâk açısından ciddi problemler barındırıyor. Zira burada, işe giriş sürecinin meşruiyeti geri plana itilerek, “sonradan çalışmak” üzerinden bir helâlleşme algısı oluşturuluyor.
İslam hukukunda iş akdi (icâre), tarafların rızasıyla ve meşru yollarla kurulduğunda geçerlidir. Burada iki temel şart öne çıkar:Ehliyet ve liyakat. Yani o işi yapabilecek niteliklere sahip olmak. İkincisi ise adalet ve hak gözetme. Yani başkasının hakkını gasp etmeden işe girmek.
Kur’ân, yöneticilere hitaben “Emaneti ehline verin” (en-Nisâ, 4/58) buyurur. Klasik tefsirlerde “emanet” kelimesi, kamu görevleri ve sorumluluklar dâhil olmak üzere bütün yetki ve imkânlar olarak açıklanır.
Hak etmediği hâlde bir iş yerinde bir pozisyona sahip olmak ise o işe layık ve ehil olan bir insanın hakkını engellemek anlamına gelir ki buna gasb denir dini ve hukuki literatürde. Gasb İslam fıkhında sadece maddi değeri olan taşınır veya taşınmaz bir malın haksız yere mülkiyetine geçirilmesini değil, meşru şekilde kazanılması mümkün olan bütün menfaatleri” de kapsar.
Ayrıca fıkhın temel kaidelerinden biri şudur: “El-harâm lâ yubâhu bi’t-tasarruf.” Manası aşık bu ilkenin: ‘haram yoldan elde edilen şey, sonraki tasarruflarla helâl olmaz.’Dolayısıyla işe giriş sürecinde kul hakkı varsa, sonradan gösterilecek olan emek bu hakkı otomatik olarak temizlemez. Hak sahibinin rızası alınmadıkça ve gasbedilen hak iade edilmedikçe, başlangıçtaki meşruiyet eksikliği devam eder.
Şöyle bir soru sorayım, birinin gasp ettiğiniz arsasına ev yaptınız ama o evi kanunlara uygun biçimde helal paranız ile yaptınız, ardından İslami değerlere, ahlaki kaidelere göre düzenli bir hayat yaşadınız. Evi helal paranızla inşa etmeniz ve peşi sıra İslami yaşam şekliniz arsadaki mülkiyet sorununu, orayı gasp etmiş olma gerçeğini ortadan kaldırır mı? İlginçtir İdris Bozkurt bu konuyu ‘torpille işe girme hiç kimsenin tasvip edeceği bir şey değildir’ cümleleri ile geçiştiriyor.
Ahlaki düzlemde ise hedefin amacın meşruluğu kadar araçların da meşru olması şarttır. Yani sadece sonuç değil sürecde helal olmalıdır. Efendimizin (sas) “Allah temizdir, ancak temiz olanı kabul eder” hadisi bu bağlamda akla gelen ilk ilkedir. Burada “temizlik”, hem kazancın hem kazanca götüren yolun meşru olmasını ifade eder. “Çalışmak helâldir” önermesi doğrudur, ancak bu ancak işe girişin ve işin kendisinin meşru olması hâlinde geçerlidir.
İdris Bozkurt’un bu sözlerinin toplumsal ölçekte liyakatsizliği meşrulaştırma ihtimali de göz ardı edilmemelidir. “İşe nasıl girdiğin önemli değil, girdikten sonra çalış yeter” anlayışı, gençlerin adalet duygusunu zedeler, kamu yönetiminde yolsuzluk ve adam kayırmayı besler. Nitekim bu durum sosyolojik olarak bakıldığında, liyakat sisteminin çökmesianlamına gelir ki bu durum malesef AKP Türkiye’sinin en belirgin özelliğidir. Ferdi mağduriyetlerin ayyuka çıkmasında, devletin kurumsal kapasitesinin çökmesinde ve toplumun devlet kurumlarına olan güven duygusunun yok olmasında bu yaklaşımın payı büyüktür. Adaletin sarsıldığı bir yerde, çalışmanın fazileti bile inandırıcılığını yitirir.
Toparlayayım, helâl kazanç için üç şart birlikte aranır:
1. Meşru giriş – işe liyakat ve adalet çerçevesinde, kul hakkı yemeden girmek,
2. Meşru iş – yapılan işin haram olmayan bir faaliyet olması,
3. Hakkıyla çalışma – verilen emeğin sözleşme şartlarını karşılaması.
Bu üçünden biri eksikse, kazanç helâl dairesinden çıkar. Bozkurt’un yaklaşımı, ilk şartı göz ardı ederek denklemi eksik kuruyor.
Hasılı, İslam fıkhı ve ahlâkı açısından, “torpille gir, sonra çalış helâl olsun” anlayışı kabul edilemez. Başlangıçtaki kul hakkı, çalışmayla otomatik olarak silinmez. Helâlin hakkıyla helâl olması için, hem yoldaki adımların hem varılan sonucun meşru olması gerekir.
Adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, işe alım masalarında, sınav odalarında, mülakat salonlarında başlar. O adalet yara alırsa, toplumun vicdanı da yara alır. Ne yazık ki AKP Türkiye’si, tam da bu zihniyetin kurumsallaştığı bir dönem olarak tarihe geçiyor. Diyanet İşleri de buna çanak tutuyor. Yazık! Hem de çok yazık.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***