AV. ÖZGE ELİF HENDEKÇİ | YORUM
2025 Edirne Cezaevi…
Hani 8 aylık Murat Efe’nin, 16 aylık Asude’nin büyümeye çalıştığı, 2 buçuk yaşındaki Rüveyda’nın anne hasretine dayanamayıp “tercih” etmek zorunda kaldığı beton yığını.
Su dahi verilmeyen zulmün adresi…
2019 sonları Gebze Cezaevi…
Bahar her gece öksürük krizine giriyor. Öyle ki boğuluyor adeta. Memurlara söylediğimizde hava makinesini getiriyorlar, hava veriyoruz.
Bir iki saat iyi geliyor, sonra yine öksürmeye devam ediyor. Gözlerinin altı mosmor kesiliyor.
Yine böyle bir gecede butona bastık. Nöbetçi memur hava makinesini bulamayınca ambulans çağırdı. Çocuk kucağımda perişan.
Çıkışta yine kelepçe muhabbeti.
Nöbetçi komutan kucağımda bitkin halde yatan 2 yaşındaki kızıma uzun uzun baktı, bir süre düşündü, kendi kendine, “Amann ne olacaksa olsun takmıyorum arkadaş!” dedi ve kelepçeyi takmadı.
Dışarı çıkar çıkmaz Bahar’ın öksürüğü kesildi ve cıvıldamaya başladı. Yalandan yere ambulans çağırttığımı zannedecekler diye diken üstündeydim.
Acildeki doktor muayeneden sonra normal hava makinesiyle verilen havanın iyi gelmeyeceğini, soğuk hava verilmesi gerektiğini söyledi. Meğer yavrucağın dışarı çıkınca birden iyileşmesi, öksürüğün kesilmesi bu yüzdenmiş.
Nasıl yapmam gerektiğini sorduğumda.
– Çocuk öksürmeye başladığında başını pencereden dışarı çıkartırsın, havayı içine çeker dedi.
– Ama o şekilde kafasını dışarı çıkarabileceğim bir pencere yok ki dedim.
– Nasıl yani, dedi.
– Koğuşta sadece bir pencere var, o da tel örgülü dedim.
– O zaman sadece camın önünde tutarsın, dedi.
– Ama cam tam açılmıyor ki önüne ranza koymuşlar, sadece bir karış kadar açılıyor dedim.
Doktorun gözleri büyüdü, ne diyeceğini bilemedi.
– O zaman buzdolabının buzluğuna tutarsın o soğuğu içine çekmesi lazım dedi.
– Tamam dedim.
Buzdolabıyla ilgili ayrıntıları anlatmama gerek yoktu. Zira tuz kokmuştu ve doktorun bundan haberi yoktu.
2021 yılı Karantina Koğuşu…
Bahar karantina koğuşunda astım krizi geçirdi. Butona defalarca basmama rağmen gelmediler. Kızım kollarımda mosmor kesildi. Nefesi gitti.
Adliler kızımı o halde görünce pencerelere, demir kapılara vurarak adeta orayı yıktılar ve memurlar olay var zannedip bir orduyla (vardiyadaki tüm memurlar) koşa koşa geldiler.
Evet olay vardı ama bu seferki tahmin ettikleri gibi bir olay değildi.
Önceki günlerde çocuğun biraz hava alması için koridora çıkarılmasını rica ettiğimde kapıyı açmamaya direnen memurlar, bu sefer çocuğa bir şey olursa başları yanar korkusuyla, merhametli olan memurlar ise istekle avlu kapısını açtılar ve temiz hava alan kızım bir süre sonra kendine geldi.
O gece; insan olmanın sınavının verildiği bir can pazarıydı adeta. “Arsız, hırsız” dedikleri insanların, kızımın o halini görerek canhıraş bir şekilde çırpınması. Kendi çıkarı ile merhameti arasında mekik dokuyanların sınavı.
2025 Türkiye…
Bugün, 2025 Türkiye’sinde cezaevleri sadece fiziki değil, vicdani olarak da patlama noktasını çoktan aştı.
Yemeklerin yetmediği, suyun saatlerce verilmediği, alt yapının çöktüğü o karanlık binalarda insanlara sistematik olarak zulmediliyor. Gerçek suçlular dışarıda. Masumlar içeride.
Siyasetin dokunulmaz elleriyle yönetilen yargı sistemi. Hakim-savcılar talimata, kolluk rüşvet piyasasına teslim olmuş durumda. Uyuşturucu ticareti diplomatik dokunulmazlıkla yapılıyor.
Cezaevlerinde ise çocuklar var. Hâlâ Murat Efe var, Asude var… Nice Baharlar, bir ülkenin en karanlık yerinde büyümek zorunda kalıyor.
Cezaevlerini evleri zannediyor. Hastalar cezaevlerinde vefat ediyor. Hamileler cezaevlerinde doğum yapıyor.
Ve hala “hukuk devletiyiz” diyen birileri çıkabiliyor.
Cezaevleri bir ülkenin aynasıdır. Bugün Türkiye, aynaya baktığında ne görüyor?
Sadece çürümüş bir adalet sistemi değil, geleceğini beton duvarların ardına kapatmış, düzene boyun eğmiş bir toplum. Ve tam da bu düzeni değiştirme gücü taşıdıkları için korktuklarınız.
Kokuşmuşluktan arınmış bir toplum hayali kurdukları için cezalandırdıklarınız. Geleceğimiz olan ama suçsuz yere hapsettiğiniz masumlar. Kendi tuzaklarınız için ömürlerini hiçe saydığınız mazlumlar.
Unutmayın… Çocukların çığlıklarını duymazdan gelen bir toplum, annelerin bile bile çaresiz bırakıldığı bir sistem suçludur. Ve bu suç “sessiz kalan herkesin parmak izini taşır.”
Her “bana dokunmayan yılan”da saklı sessizlik, bir sonraki zulme zemin hazırlar. Bu yüzden şimdi konuşmak, anlatmak, hatırlatmak zamanı. Acıyı görmeyene göstermek, duymazdan gelene duyurmak zamanı.
Çünkü iyileşme, ancak gerçeği kabul etmekle başlar. Ve belki de bu yüzden en çok da şimdi kenetlenme zamanı.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***