AMED – Süreç, çatışmaların yoğun yaşandığı dönemde Kürdistan’da askerler tarafından yakılarak boşaltılan köylere dönüş beklentisini arttırdı. 40 günlük bebekken köyleri yakılarak boşaltılan Murat Ulutaş, dönüşler için hukuki zeminin oluşturulmasını istedi.
Amed’in Pîran (Dicle) ilçesine bağlı Şingrîgê Corî köyü 1990’da askerlerce yakılarak boşaltına ve girişine halen izin verilmeyen yaklaşık 4 bin 500 köyden biri. Kendisi henüz 40 günlük bebekken ailesiyle birlikte göçün soğuk yüzüyle tanışan 34 yaşındaki Murat Ulutaş’ın ailesi önce Xarpêt’e taşındı, ardından Ankara’ya göç etmek zorunda kaldı. Ulutaş, bu göç yolcuğunun ancak 9’uncu yılında, o da askerlerin denetiminde, belirlediği saat aralığında köyünü görebildi. 2020’de Amed’de yerleşen Ulutaş, diğer köylüleri gibi özel güvenlik bölgesi ilan edilerek tekrar tümden giriş ve çıkışlara kapatılan köyüne giremiyor.
Yakılarak boşaltılan köylere dönüş zeminin hazırlanması gerektiğini ifade eden Ulutaş, çözümün konuşulduğu bir dönemde yasakların sürmesinin kabul edilemez olduğunu dile getirdi. 90’larda boşaltılan ve şimdi de özel güvenlik bölgeleri geri dönüşlerin engellendiği köylere dönüş için hukuki zeminin ve dönüşün altyapısının oluşturulması gerektiğini söyledi.
GÖÇ, KÜLTÜR ŞOKU VE KONUŞAMAMA
Ailesiyle birlikte 4 yıl Xarpêt’te kaldıklarını anlatan Ulutaş, ekonomik nedenlerle 1997’da Ankara’ya göç etmek zorunda kaldıklarını belirtti. Xarpêt’te anadilini konuşma anlamında zorlanmadığını, ancak Ankara’ya göçle farklı bir kültürle karşılaştığını ifade eden Ulutaş, “Ankara’ya gidince kültür şokunu çok derin yaşamıştım. Yani 1–1,5 yıl hiç konuşamadım. Sokakta oturur, saatlerce çocukları izliyordum; ama hiçbir kelime konuşmuyordum ve anlamıyordum” ifadelerini kullandı.
‘İNSANLAR HAFIZASINI MEKÂNLARLA İNŞA EDER’
“Çocuklar ne anlar” anlayışının aksine çocukların zaman içinde her şeyi anlamlandırdığını dile getiren Ulutaş, okula başladığında yaşadığı ırkçılığı yıllar sonra anlamlandırdığını vurguladı. O anları anlatan Ulutaş, “Mesela bir veli gelmişti; yanımda bir arkadaşım oturuyordu. ‘Oğlum, nerelisin?’ dedi. ‘Amedliyim’ dedim. Bu defa yanımda oturan oğluna dönerek, ‘Hadi oğlum, arka sıraya geç’ dedi. Tabiî o zaman buna anlam verememiştim. Yıllar sonra bilinçlenme arttıkça, aslında onun ne olduğunu anlıyorsunuz” diye konuştu.
PARÇALANMIŞ AİLE VE BİLİNMEYEN DEDE
Çocukluğunda ailesinin, akrabalarının her konuşmasının yaşadıkları, işkence, baskı, köylerinin boşaltılmasını geldiğine tanıklık ettiğini dile getiren Ulutaş, 9 yaşındayken ilk kez köyünü ve babasının dedesiyle de tanıştığını belirtti. O dönemde Ankara’dan Pîran’a geldiklerini aktaran Ulutaş, “Pîran merkeze gittiğimde kırsal mahalleye gitmek için sabahları atlara biner, köye giderdik. Ama karanlık çökmeden dönmemiz gerekirdi. Çünkü mahallede yerleşim yasaktı ve hala da yasak devam ediyor. Babamın dedesi, yani en büyük dedemi, ilk defa o yasaklı mahallede tanıdım. Xarpêt’ten bağ bahçeyi sulamak için gelmişti. Bir taş vardır bizim köyde. O taşın üzerinde namaz kılıyordu. O sırada o akrabam bana dedi: ‘Yavrum, bu senin dedendir.’ Bir dedemin daha olduğunu bilmiyordum. O akrabamız dedeme de dedi: ‘Bu senin torunun, Murat’tır.’ O dedemin bana sarılmasını, koklamasını hiç unutamadım. Yılların verdiği hasret içerikli bir sarılma, koklama, öpme haliydi” şeklinde konuştu.
‘BARIŞIN KIYMETİNİ ZARAR GÖREN BİLİR’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısına işaret eden Ulutaş, “Bu göç ettirilme hali, kültürel asimilasyonun ve çok katmanlı asimilasyonun bir parçasıydı. Son süreçte ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’ yapıldı. Barışın kıymetini en iyi, çatışmalı ortamdan zarar görenler bilir. O yüzden değerli bir çağrıdır, güç verilmesi ve sahip çıkılması gereken bir çağrıdır. Tabiî bu sahip çıkma hali dışarıdan bir göz olarak değil, bizzat içinde yer alarak ve bunun inşasını da üstlenerek olacak şeylerdir” diye belirtti.
Barışının acıların yok sayılması ya da geçmişin kapatılması olmadığını söyleyen Ulutaş, şöyle devam etti: “Bu acılarla yüzleşerek, bir toplumsal sözleşme inşasıdır. Biz bu inşa sürecini acılarımızla yapacağız; acılarımızı reddederek ya da görmezden gelerek değil. Bu sürecin hukuksal bir çerçevede ilerlemesi gerekiyor. Hukuksal adımların atılması gerekiyor. Hukuksal adım atılırken de bir reddetme, yok sayma ya da bir inkâr üzerinden değil, karşılıklı kabullenişlerle rıza göstererek, yüzleşerek ilerlemeli. Gerek siyasal alanda, parlamentoda gerekse yargı sisteminde ya da düşünsel alanda toplumsal alanda bunu çok boyutlu yönleri var. Kürt toplumu her zaman barıştan yana oldu barışın kıymetini her zaman bildi ve barışın neler getirebileceğini de çok iyi biliyor.”
‘GERİ DÖNÜŞLER SAĞLANMALI’
Sürecin olumlu ilerleyebilmesi için öncelikli adımlardan birinin 90’larda boşaltılan, daha sonra özel güvenlik bölgeleriyle yasaklanan köylerin tekrar yerleşime açılması ve dönüş zeminin hazırlanmasını isteyen Ulutaş, şunları söyledi: “Bu hukuksal çerçevede teminat altında olmalı. Mesela hala kendi mahallemize yerleşime izin verilmiyor. Yerleşime izin verilmezken belli aralıklarda hiç girilmesine dahi izin verilmiyor. Tabiî bu geri dönüşler ‘Hadi izin veriyoruz, gidin evinizi yapın’ meselesi değil. Sonuçta bu insanlardan çalınan bir yaşam var. Bu insanlar geri dönmeye kalksa şuan ekonomik durumu yok. Neyle ev yapacak ya da nasıl bir yaşam kuracak. Kaybettiği kültürünü yeniden yaşamsal kılabilmenin koşuları sağlanmalı, bunların koşulunun sağlanması içinde ciddi manada hukuksal bir çerçevede bunun güvencesi verilmeli. Gerekli somut adımların atılması gerekiyor. Çünkü somut adımlar atılmadıkça niyet okumaları başlıyor, çarpıtmaları başlıyor.”
MA / Heval Önkol
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***