Mahfi Eğilmez
Monarşinin ve madeni para sisteminin egemen olduğu dünyada sınırsız para basılmasını engelleyen şey madeni parada kullanılan altın ve gümüş rezervlerinin sınırlı olmasıydı. Hükümdarlar, finansal sıkıntı yaşandığında madeni paranın içeriğindeki altın ya da gümüş miktarının azaltılması talimatını verirlerdi. Kâğıt para sistemine geçildiğinde paralar bir süre altın karşılığı basıldı, sonra bu karşılıklar kalktı ve kâğıt paralar sadece kâğıt ve mürekkep maliyetine basılabilir oldu. Bu aşamada siyasetçinin sonsuz para basımı talimatını engelleyen şey bağımsız merkez bankalarıydı. Bu düzen 2008 yılında küresel kriz çıkana kadar iyi kötü devam etti. Küresel krizle birlikte gelişmiş ülkelerin banknot matbaaları fazla mesai yaparak bol miktarda para bastılar.
Küresel sistemin toplam GSYH’si 2000 yılında 34,2 trilyon dolardı. Sıfır yılından (milat) 2000 yılına kadarki bütün gelişimiyle küresel sistem 36,7 trilyon dolarlık yıllık gelir yaratabilme kapasitesine ulaşmıştı. Aynı yıl küresel borç tutarı (kamu borcu, özel kesim borcu, hane halkları borcu dâhil) 110 trilyon dolar dolayındaydı. Demek ki dünya, bir yılda yarattığı gelirin üç katından biraz fazla borç stoku yaratmış durumdaydı.
Küresel sistemin toplam GSYH’si 2024 yılında 111 trilyon dolar. Aynı yılın küresel borç stoku (kamu borcu, özel kesim borcu, hane halkları borcu dâhil) 320 trilyon dolar. Dünya 111 trilyon dolarlık GSYH yaratabilmek için onun üç katına yakın bir borç stokuna ulaşmak zorunda kalmış görünüyor. 2000 yılına göre son 24 yılda GSYH de toplam borç stoku da aynı şekilde artmış.
2016 yılında küresel borçların küresel GSYH’ye oranı yüzde 320 iken bu oran pandemide (2021) yüzde 362’ye çıkmış. 2024’de bu oran yüzde 333. 2024 yılında küresel GSYH 111 trilyon dolar olarak tahmin edildiğine göre borç ile gelir arasındaki ilişkiyi gösteren 3 çarpanı değişmiyor demektir.
Buradan kabaca şöyle bir sonuca ulaşmak mümkün: Dünyada 1 dolarlık yeni gelir yaratabilmek için 3 dolarlık borçlanma yapılması gerekiyor.
Kuşkusuz bu kadar borç varsa o kadar da alacak var demektir. Mesela dünyanın en borçlu devletlerinden olan ABD’nin borç tahvillerinin çok önemli bir kısmı Çin ve Japonya Merkez bankalarının rezervlerinde bulunuyor. Alacaklıların çoğu merkez bankaları, bankalar, kurumlar ve kişiler. Bankalar yatırılan paralar (mevduat), yatırım fonlarına yatırılan paralar, hisse senedi sahiplikleri hepsi birer alacak. İnsanların ve kurumların çoğu bir yandan borçlu, bir yandan da alacaklı konumunda bulunuyor.
Buraya kadar yaptığımız açıklama, dünyada uygulanan ekonomik sistemin, geliri artırabilmenin yolu olarak borçlanmayı önerdiğini gösteriyor. Bankaların kabul ettiği mevduatı krediye dönüştürerek kaydi para yaratması mekanizmasından, devletlerin, kişilerin ve şirketlerin borçlanarak işlem yapmasına kadar her alanda borçlanma günümüz ekonomik sisteminin neredeyse en önemli parçası haline gelmiş görünüyor.
Türkiye’nin toplam borçları 2024 yılı itibarıyla 1.031 milyar dolar dolayında yani 2024 GSYH’si olarak açıklanan 1.322 milyar dolar tutarındaki GSYH’nin yaklaşık yüzde 78’i dolayında bulunuyor. Bu borçların yaklaşık yüzde 10’u Hazine ve KİT’lere, yüzde 9’u hane halklarına, kalan yüzde 80 dolayındaki borç ise bankalar dâhil özel kesim kuruluşlarına ve belediyelere ait.
Türkiye’nin borç yükü konusunda bir zamanlar sorunlu birimi kamu kesimi idi. Bugün sorunlu kesim özel kesim.
Dünyada olduğu gibi Türkiye de borçlanarak ekonomiyi büyütmüş bulunuyor. Ne var ki Türkiye artık borçlanarak büyümenin sınırına gelip dayanmış durumda. Artık alınan borçlar yeni bir kaynak girişi sağlamak yerine eski borçların kapatılmasında kullanılıyor. Bir süre sonra eski borçların kapatılmasına da yetmeyecek.
“Borç yiğidin kamçısıdır” diye bir atasözümüz var. Niçin böyle bir sözümüz var, ne amaçla söylenmiş bilmiyorum. Ama borçlanmayı olumlu bir şeymiş gibi göstermek pek doğru bir şey olmasa gerek. Belki “borç yiyen kesesinden yer” atasözüne daha fazla itibar etmek gerekir.
Büyümek iyidir ama büyürken ne pahasına olursa olsun büyümek yerine sağlıklı büyümeye yönelmek en doğrusudur.