AHMET KURUCAN | YORUM
“Herkesi memnun etme ulaşılması imkânsız bir zirvedir.” demişti Fethullah Gülen Hocaefendi bir keresinde. Hiç unutmadım bu sözü. Unutamıyorum. Hayatın tabii akışından anlıyorum ki ömür boyu da unutmayacağım. Zira öyle hadiselerle, öyle insanlarla ve öyle yorumlarla karşılaşıyorum ki, karşılaştığım bu şeylerin hepsi bu sözün doğru olduğunu gösteriyor.
Keşke böyle olmasa… Keşke insanlar, insanî ilişkilerinde bütün farklılıklarına rağmen birbirlerine karşı saygılı davranabilse. Sevgiden bahsetmiyorum dikkat ederseniz. Sevginin mahalli kalptir. Kur’an’ın ifadesiyle, “akleden kalbin” yoksa sevemezsin zaten. Kalp et parçası olan yürekten ibaret değildir ki. Sevmenin asıl unsurları olan şeyler karşılıklı olmak zorunda sevginin olabilmesi için. Ama her şeye rağmen saygılı davranabilirsin. Çünkü insansın. Akıllı bir varlıksın. Bugün birçok ruh bilimci onun için diyor saygı sevginin önünde gelir diye.
Rivayet odur ki İran medreselerinde bir hoca talebelerine ders verirken demiş ki: “Ben nezaketi ağaçtan öğrendim. Ona tekme attım ama o tepemden bana çiçek yağdırdı, meyve yağdırdı. O utanç bana ibretlik ders oldu.”
Hayata hazırlıyor talebelerini. Medrese sıralarında hayallerine dahi misafir edemeyecekleri gerçekliklerden söz ediyor. Demek istiyor ki, “Yarın hayatın içine girdiğinizde öyle şeylerle karşılaşacaksınız ki size tekme atanlara siz çiçek uzatın, meyve ikram edin ve susun.”
Ne güzel tespittir şu: “Susmak cümlenin istirahat halidir. İstirahat hali bitince çıkan cümle dinç olur. Çok konuşup cümleyi yorma yoksa cümle alem yorulur.”
Ne cümleyi ne alemi ne de cümle âlemi yormanın bir anlamı yok. Bilmem ki bu tespitimi katılır mısınız?
Dünyayı kardeşlik beşiği haline getirmek için yola revan olanlara bir çift sözüm var; değ-mez. Vallahi değmez. Ne dünya malına ne makam ve mevkiye, ne şan, şeref ve şöhrete ne de başka bir şeye. Neden mi? “Her canlı ölümü tadacaktır!” da ondan. Bizim ora tabiriyle söyleyeyim; aha geldik ve aha gidiyoruz. Bitti be ömür denilen sermayemiz. Bunların hepsi geçici değil mi? Mezara giderken ne götüreceğiz yanımızda, amelimizden başka.
Bakın birisi ne diyor? “Ben malımı çok seviyorum. Ahirete giderken onları da yanımda götürmek istiyorum.” İyi de bunun için ne yapıyorsun? İnfak ediyorum fakir fukaraya, ihtiyacı olanlara. Ne güzel değil mi?
Şu da çok güzel: “Kaç kere pay ettik dünya malını. Herkese en çok bir mezar düşüyor.” İşte dünya dediğimiz bu. Efendimiz’in (sas) beyanıyla uzun bir yolculukta dinlenmek için durduğumuz ağacın gölgesi kadar bir yer ve zaman. Siz bunu günümüz şartlarında benzin istasyonu, dinlenme tesisi diye de anlayabilirsiniz.
Dikkatli yaşamak zorundayız dostlar. Hem de çok dikkatli.
İnanan insanlarız. Yarın Rahman’ın huzurunda kalbimizin derinliklerinden geçen düşüncelerden bile hesap vereceğimize inanıyoruz. Öyle değil mi? Bu inancı dil ile söylemek değil davranışlara yansıtmak önemlidir. Victor Hugo’nun şu sözüne dikkat. Zaten dikkatli olmak zorundayız derken bu söz aklıma gelmişti: “Dikkat, aklın en büyük çocuğudur.”
Gelin hayatımıza anlam katalım. Hayatımızın anlamı yoksa, ya da şu ana kadar var olan anlam, anlamını yitirdiyse yeni anlam arayışları içine girelim. Dünyada iki önemli gün vardır derler. “Biri doğduğun gün. İkincisi neden doğduğunu ve neden yaşadığını idrak ettiğin gün.”
Sonra? Sonrası malum. O anlama göre hayat yaşamak. Hayatımızı o anlama göre düzenlemek.
Son söz Mevlana’nın:
“Ticaret ehli değilsen dükkân açma,
Hal ehli değilsen ağzını açma,
Körler çarşısında ayna satma,
Ehil olamıyorsan bari edepli ol.”
Mevlâna
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***