CEMİL TOKPINAR | YORUM
Yıllar önceydi. Anadolu’nun sıcak bir memleketinde yaşayan kıymetli ve halis bir dostumuza ailece misafir olmuştuk. Ticaretle meşguldü ve imkânları genişti. İman hizmetinin dünyalara bedel güzelliğini ifade eden çok hoş bir hatıra anlattı.
Ağabeyimizin şehir dışında, yazın boğucu sıcağından uzak, serin ve havası temiz yazlığı nice hizmetlere vesile oluyormuş. Bilhassa öğrenciler bu evde Kur’an hakikatlerini izah ve ispat eden Risale-i Nur’u okuma kampları yapıyorlarmış.
Yine bir program esnasında evdeki değerli bir eşya bir kaza sonucu kırılmış. Malûm gençler deli doludur, hareketlidir, kabına sığmazlar. Zarar vermek istemeseler de olan olmuş. Bunun üzerine ağabeyimizin hanımı, “Bir daha bu gençlere evimizi verme!” deyivermiş. Belki geçici bir kızgınlıkla dilinin ucuyla söyleyiverdi, bilmiyoruz. Ama mesaj dolu öyle bir rüya görüyor ki, sadıkların sadığı âdeta.
“Ablamızı vermeyiz”
Evet, o gece rüyasında kıyamet kopmuş, mahşer meydanı açılmış, hesaplar görülmüş ve ablamızı azap melekleri almış götürüyor. Fakat onu gören kamp yapan genç kızlar, “Ablamızı nereye götürüyorsunuz, hayır onu size vermeyiz!” diyerek ellerinden çekip alıyorlar.
Sabah olunca bu sadık rüyayı beyine anlatan ablamız şöyle diyor:
“Onlar kamp yapmak için ne zaman yazlığımızı isterlerse hiç çekinmeden verebilirsin.”
Muhteşem bir rüya ve harika bir netice!
Acaba bir zerrecik esintisi bile insanı kasıp kavuran cehennemden kurtulmak için insan sahip olduğu her şeyi feda etse değmez mi?
Geçici ve yalan dünyanın değil kristal bir avizesi veya porselen bir vazosu, tamamı bahçeli bir saraya dönüşse ebedî ve hakikî cennetin bir köşkü eder mi?
Yine manevî bir arınma ve yenilenme mevsimi olan kamp günlerindeyiz. Dünyanın dört bir yanında hizmet erleri, kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla, öğrencisiyle çalışanıyla iman ve marifet ufkunu geliştirecek okumalar için planlar programlar yapıyorlar. Yine nice manevî haller yaşanacak, katılanlar terakkî edecek, yeni bilgilerle donanacak.
Bir tarafta tatlı bir telaş varken, nefis, şeytan ve yardımcıları da bin türlü engel, bahane, vesveseyle engellemeye çalışacak. Bize düşen bunlara aldırmamak ve okuma kamplarımıza ailece dört elle sarılmak olmalıdır.
Hıçkırıklara boğulan gençler
Kampların güzellikleri ve kazandırdıkları anlatmakla bitmez. Ben geçen yıl yapılan bir öğrenci kampında yaşanan bir hatırayı ibret nazarlarınıza sunmak istiyorum. Hatırayı kaleme alan kişi, kampın başında olan genç bir kardeşimiz. Şöyle anlatıyor:
“Bükreş’te saat 23.00, yatsı namazına durmamıza 15 dakika var. Herkes gün boyu süren program sebebiyle yorulmuş. Yorulmamak elde değil. Kampın 13. günü. Evden ayrı neredeyse iki hafta. Birçok talebe için bu kadar sürelik aileden ayrılık bir ilk. Bir kardeşimiz ezan okuyor. Ve Ruh-u Revan-i Muhammedî sokaklarda olmasa da kaldığımız okulun koridorlarında yankılanıyor. Gençler safları oluşturuyor. Tekbir sabahtan akşama kitap okuduğumuz salonda şehbal açıyor.
Namazımız bitiyor. Tesbihler çekiliyor. Rabbimizin en güzel isimleri ve salat u selamlar okunuyor. Ama bu gece Cuma gecesi. Bir genç ‘Tesbih namazı kılsak’ diyor, bir başkası hacet namazı. Zorunlu tutmuyoruz. Zira saat 23:40. Herkes yorgun. Ama gençler heyecanlı. 50 kişilik gruptan sadece beş kişi izin istiyor. Odalarına çekiliyor. Biz de 45 kişiyle Rabbimizin huzuruna tekrar duruyoruz. Niyetimiz büyük, bir namazda hem tesbih hem şükür hem de istiğfar etmek. Yeter mi, yetmez! Aynı zamanda hacetimizi Rabbimize sunup yardım ve inayet istemek.
Namaza ve duaya doyamıyorlar
Dört rekât niyetleniyoruz ve yarım saat daha sürecek namaza başlıyoruz. Henüz ilk rekât bitmeden hıçkırıklar başlıyor. Gittikçe yayılıyor. Henüz 16-17 yaşındaki gençler Rableri karşısında iki büklüm ağlıyor. Kendimi bir an Hocaefendi’nin vaazlarında hissediyorum. Hıçkırıklar öyle bir hal alıyor ki, her safta 3-4 kişi hüngür hüngür ağlıyor. Namaz bitiyor. Gençler gözyaşlarını silmeye fırsat bulmadan dua başlıyor. Eller karıncalanıyor, gözyaşı tarlası yoncalanıyor. İmamımız dua ettikçe bir koro arkadan ‘âmin’ diyerek ağlıyor.
Ve bu ruh, o ruh eminim. Hisar’da, Kestanepazarı’nda yahut Süleymaniye’nin minberinin dibinde hüngür hüngür ağlayan gençler ile bizim gençler arasında hiçbir fark yok. Size yemin edebilirim. Belki çoğu Valide Sultan Camiini, Şadırvan Camiini bilmiyor, doğru. Risaleleri okusalar da belki satır satır bilmiyorlar, doğru. Zaman farklı, mekân farklı ama ortada bir gerçek var ki, ruh bu ruh, heyecan aynı heyecan.
“Haklısın Üstadım”
Biliyorum çoğu zaman ümitsizliğe düşen velileri, ‘gençlerimiz kayboldu gitti’ diyen anneleri, ‘Bu mu beklenen nesil’ diyen ağabeyleri, ablaları… Ama benim bu gece gördüklerimi siz de görseydiniz, işittiğim hıçkırıkları siz de işitseydiniz, ‘Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır’ diyen Üstada, ‘Haklısın Üstadım’ derdiniz. Ümitleriniz yeşerir, siz de benim gibi ağlardınız.
Bana gelince ben de ağladım. Bu kadar hasbî gencin arasında günahlarıma ağladım. Yetersizliğime ağladım, yetişememe ağladım ve bu geceyi sizlerle de paylaşmak istedim. Ümitlerinizi yeşertmenizi ve gençler kamptan dönünce onlara bir kat daha sevgi ve şefkatle nazar etmeniz gerektiğini sizlere de anlatmak istedim. Sabah namazına büyük ihtimalle yine kaldırmak için oda oda gezeceğiz, kimini yataktan zor çıkaracağız. Ama Rabbimizin bu gençlere olan lütuf ve ikramı, bizim beklediğimizden de bildiğimizden de fazlası. Sadece biz onlar için biraz eksiğiz. Anne olarak da baba olarak da ağabey olarak da biraz dünyaya fazla dalmışız. Şu an Bükreş’te saat 01:08, hâlâ salonda namaz kılanlar, secdede ağlayanlar ve Kur’an okuyan gençler var. Hâlâ elleri havada, Rabbine dua dua yalvaranlar var.”
Kampa ruhanîler teşrif ederler
Gerek ferdî gerekse umumî ağlayışın hikmeti nedir? İnsan her istediği zaman ağlayamadığına göre, bazen neden hıçkırıklara boğulur?
Çünkü manevî bir derinlik, şiddetli hissî bir etkilenme, günahlarına pişmanlık, bir nefis muhasebesi, manen mutlu eden bir durum, manevî bir sıçrama ve yükseliş bizi hıçkıra hıçkıra ağlatabilir. İşte ağlarken çevremizde ve bulunduğumuz ortamda bulunan gaybî varlıkları bir görebilseydik, belki de o hâlet-i ruhiyeyi yaşamamıza vesile olan güzelliklerden hiç ayrı kalmak istemezdik.
Allah’ın isminin anıldığı, ilim tahsilinin yapıldığı yerlere melekler gelip onlar için dua ederler, belki orayı ruhanîler ziyaret ederler, belki sahabeler, belki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) teşrif ederler. Temiz ruhlar böylesi zikir, fikir ve şükür mekanlarından ayrılmak istemezler.
Bir buçuk günlük kamp
Şimdi çok kısa süren bir kampın maneviyatından esintiler sunacağım. Geçtiğimiz günlerde Avrupa’nın farklı ülkelerinde bulunup rehberlik hizmetiyle meşgul olan bir grup hanım kardeşimiz belirledikleri bir şehirde buluşuyorlar. İstiyorlar ki, hem online tanıştıkları kardeşleriyle yüz yüze görüşüp kucaklaşsınlar, hem şehri gezsinler, hem ders, sohbet ve dua yapsınlar, hem de istişare etsinler. Cumartesi öğleden sonra buluşup pazar günü akşam ayrıldıkları için ben buna “bir buçuk günlük kamp” diyorum.
Kamptan sonra bu organizede katkısı olan hocalarına mesajla izlenimlerini gönderiyorlar. Rabbim onlardan ebeden razı olsun ki, bu izlenimlerden beni de haberdar ettiler. Tekrar tekrar okudum. Kardeşlerimizdeki uhuvvet, muhabbet, samimiyet, tesanüt ve sadakate Rabbimizin bir ikramı olarak gördüğüm bu izlenimleri, isim vermeden topluca ibret ve dikkatlerinize arz ediyorum:
“Elhamdülillâh programımızı tamamladık, şimdi dönüş yollarındayız, çok istifadeli oldu, çok güzel dolu dolu geçti. Teknik ve destek aksaklıklar fazlaca olsa da iyi ki bunlar beni geri adım attırmamış diyorum.
Bugün bir ağabeyimiz eşiyle birlikte geldiler, Risaleden ders yaptılar, cemaatle namazımızı kıldırdı, tesbihatımızı yaptırdı, sorularımızı cevapladı. Allah ebeden razı olsun.”
“Zorlanan nefsim kamptan ayrılmak istemedi”
“Gerçekten bu buluşma bana da çok iyi geldi. Öncelikle beraber olduğumuz insanlarla canlı kanlı bir arada olmak maddî manevî her yönden daha kuvvetli kıldı. Yıllardır görmediğim arkadaşları gördüm, yeni tanıştığım ablalar ile sanki yıllardır muhabbetteymişiz gibi bir samimiyet vardı. A. Abla ile ilk görüşmemizdi, hep birbirimizden haberdar olup da konuşmamış ve görüşmemiş olup her şeyin ilkinin burada olması çok hoş hissettirdi. Nereden nereye dedirtiyor…
“Özellikle sıkıntılı iç hâlime bir şifa diye arayış içinde iken, bugünkü Rabbimin ikramı olan ve beni çokça duygulandıran yaşadıklarımız, herhalde bu kampın en unutulmaz kısmı olacak. Rabbim hepimizi maddî ve manevî şifalandırsın.
“Kendi adıma sanal hizmetler (online hizmetler) çok içime sinmiyordu. Fakat kampla birlikte bu düşüncem yerle bir oldu. Orada manevî olarak çok güzel bir haz aldım. İlk başta gelirken zorlanan nefsim, kamp bitiminde oradan ayrılmak istemedi.”
Bir buçuk güne bunca güzellikler sığdıran Rabbim, üç güne, bir haftaya, bir aya kim bilir ne lütuf ve ikramlar sığdırır. Öyleyse bugünlerin kıymetini bilelim. Bir gün de olsa kampların manevî feyiz ve bereketinden istifade edelim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***