YÜKSEL DURGUT | YORUM
Lord Byron’un şu sözleri, Amerika’daki başkanlık seçimlerinin ardından yeni bir anlam kazandı: “Kolezyum ayakta durdukça, Roma ayakta kalacak; Kolezyum düştüğünde, Roma düşecek… Ve Roma düştüğünde dünya da onunla birlikte yıkılacak.”
Donald Trump’ın beklenmedik zaferi, adeta siyasi bir Kolezyum’un çöküşünü andırıyor.
Seçim öncesinde Demokrat aday Kamala Harris, Kuzey Carolina’daki bir etkinlikte, “Bu seçimde özgürlüğünüz, demokrasiniz ve Amerika’nın kendisi tehlikede.” diyerek seçmenleri uyarmıştı. Ancak sonuç, Harris ve Demokratların öngördüğünden çok farklı oldu.
Trump’ın seçim zaferinin ardından tebrik için dünya liderleri tek tek sıraya girdi. Trump’ın zaferi, Amerikan siyasetinin derinlerindeki çatlakları gözler önüne serecek mi? Harris kampanyasının, bir zamanlar Demokratlar tarafından şeytanlaştırılan Dick Cheney gibi eski düşmanlarla kurduğu ittifaklar, seçmenlerin gözünde “bataklık” olarak nitelendirilen Washington elitinin bir parçası olarak algılanmasına yol açmıştı. Harris’in Cheney’nin desteğini içtenlikle karşılaması, birçok seçmen için bir dönüm noktası olmuştu. Ancak sonuçlar bu desteğe de yetmedi.
Trump ise, bir kez daha “dışarıdan gelen biri” imajını başarıyla kullanarak, bu elitlere karşı halkın öfkesini mobilize etmeyi başardı. “Bataklığı Kurutalım” sloganı, bu seçimle birlikte daha da gür çıkmaya başladı. Küreselleşmenin ve elit politikalarının mağduru olduğunu düşünen Amerikalılar, Trump’ı bir kez daha Washington’ın yerleşik düzenine karşı bir silah olarak gördü.
Sandıkların kapandığı andan itibaren uluslararası haber kanalları arasında geziniyorum. Chicago Üniversitesi’nden Dr. John Mearsheimer’a göre, Amerikan siyasetinin Cumhuriyetçi ve Demokrat yönelimlere bölünmesi bir yanılsama. Mearsheimer, “Cumhuriyetçileri ve Demokratları Tweedledee ve Tweedledum olarak adlandırmayı seviyorum.” diyor.
Mearsheimer’ın Cumhuriyetçileri ve Demokratları ‘Tweedledee ve Tweedledum’ olarak adlandırması, Alice Harikalar Diyarında’ki birbirinin aynı olan iki karaktere atıfta bulunarak, iki parti arasında gerçek bir fark olmadığını vurgulamak için. Bu benzetme, iki partinin görünüşte farklı gibi görünseler de, özünde aynı politikaları izlediklerini ima ediyor. Trump’ın zaferi, bu tezi doğrular nitelikte.
Trump’ın yükselişi, aslında 2016’da Hillary Clinton’ın “Pied Piper” stratejisinin beklenmedik bir sonucu. WikiLeaks tarafından yayınlanan sızdırılmış bir notta, Clinton’ın Trump’ı parti adaylığına yükseltmeyi kasıtlı olarak planladığı ortaya çıkmıştı. Bu strateji, Trump gibi aşırı sağcı adayların medya kapsamını teşvik etmeyi amaçlıyordu. Ancak bu plan, Clinton için elinde patlayan bir bomba niteliğinde oldu.
2024 seçimlerinde Trump, artık sadece bir “Pied Piper” değil, sistemin kendisine meydan okuyan bir figür haline geldi. Demokratların ve geleneksel Cumhuriyetçilerin oluşturduğu ittifak, Trump’ı durdurmak için yetersiz kaldı. Harris’in adaylık sürecindeki tartışmalar ve parti içi manevralar, Trump’ın “hileli sistem” söylemini güçlendirdi.
Seçim sonuçları, Amerikan dış politikasında da büyük değişimlerin habercisi. Trump’ın izolasyonist eğilimleri ve “America First” politikası, küresel müttefikleri endişelendirirken, rakip güçler için yeni fırsatlar yarattı. NATO’nun geleceği, Çin ile ticaret savaşları ve Ortadoğu politikaları, Trump’ın ikinci döneminde yeniden şekillenecek konular arasında. En önemlisi ise kısa sürede Avrupa’nın göbeğinde süren Rusya-Ukrayna savaşının ateşini söndürme vaadi var.
İç politikada ise, Trump’ın zaferi göçmenlik, sağlık reformu ve ekonomi politikalarında radikal değişimleri getirecek. Wall Street’in tepkisi ABD’de günün ağarmasıyla ortaya çıkacak. Trump’ın vergi politikaları ve düzenlemeleri azaltma vaatleri, iş dünyasının bir kısmını heyecanlandırdı. Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda Bitcoin rekora koşuyordu bile.
Ancak Trump’ın zaferi, ülkedeki kutuplaşmayı daha da derinleştirme riski de taşıyor. Seçim sonuçlarına itirazlar, protestolar ve hatta bazı eyaletlerde ayrılıkçı söylemler, Amerika’nın demokratik kurumlarını sınava tabi tutacaktır.
Bu seçim, Amerikan demokrasisinin temellerini sorgulatıyor. Trump’ın “derin devlet” söylemi ve mevcut sistem karşıtı duruşu, geleneksel güç yapılarını sarsmaya devam edecek. Kennedy döneminden verilen örnekler, siyasetin perde arkasındaki güç dinamiklerinin hala geçerli olduğunu gösteriyor.
1962’deki Küba Füze Krizi sırasında Kennedy’nin davranışları, bu güç dinamiklerinin çarpıcı bir örneği. Kriz anında Kennedy’nin Georgetown’da bir kokteyl partisine katılması, siyasi tiyatronun ötesinde bir gerçekliğe işaret ediyor. Bu olay, Trump’ın “derin devlet” iddialarına tarih yapraklarından bir örnek.
Trump’ın 2024 zaferi sadece bir seçim sonucu değil, Amerikan siyasetinde ve küresel düzende yeni bir dönemin başlangıcı. Bu zafer, geleneksel siyasi kalıpların kırıldığı, popülizmin güç kazandığı ve “derin devlet” kavramının yeniden sorgulandığı bir dönem.
Amerika ve dünya, Trump’ın ikinci döneminde büyük değişimlere hazırlanacak. İki partili sistemin geleceği, dış politikadaki olası değişimler ve iç politikadaki radikal adımlar, önümüzdeki dört yılın ana gündem maddeleri. Byron’un sözlerindeki gibi, eğer Amerika düşerse, dünya da onunla birlikte sarsılacak. Trump’ın başkanlığı, bu sarsıntının ne kadar derin olacağını gösterecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***