MAHMUT AKPINAR | YORUM
Türkiye iç ve dış operasyonlara açık olma açısından en aciz, zayıf dönemini yaşıyor. Bir ülkenin savunması sadece orduyla askerle yapılmaz. Toplumun duyarlılığı, milletin hassasiyetleri, medyanın farkındalığı, entelektüellerin sorumluluk alması, anayasal organların görevlerini yapması, adalet sisteminin adil işlemesi, güvenlik birimlerinin (muhaliflere değil) suçluya odaklanması, eğitimin sorumlu vatandaşlar yetiştirmesi, din adamlarının vicdani ve ahlaki hassasiyetleri beslemesi gibi pek çok konu ülke refah ve gelişiminin olduğu kadar, savunmasının parçasıdır.
Bir ülkeyi sadece askerler savunmaz. Barış zamanlarında, asimetrik saldırılar olduğunda, ekonomik, siyasi, toplumsal krizlerde bütün bu unsurlar ülke için hayati önemdedir.
Eğer kurumlar yerli yerinde işler, toplum duyarlılığını, birlikteliğini korursa, çürüme ve yozlaşmaya maruz kalmazsa Milli Mücadelede olduğu gibi halkın, ülkenin refleksleri tepki verir. Ama güvenlik birimleri suça bulaştı, kurumlar bitirildi, halk da sürekli verilen narkozla uyutulduysa, yöneticiler “gaflet ve dalalet içinde” ise ülke umulmadık anda bir operasyona maruz kalabilir, kendisini ameliyat masasında bulabilir.
Ülkenin savunmasız, operasyona açık olduğu konusunda endişelenmek için çok fazla sebep var. Ama ben olaya “demokratik” olma iddiasındaki Türkiye’de siyasi partiler üzerinden bakacağım.
Siyasi partiler iktidara geldiklerinde devletin organlarını, ülkenin imkanlarını, kaynaklarını kontrol ederler. Elbette muhalefet partileri STK’lar, TBMM, yargı ve siyaset dışı yapılar iktidarı denetler, dengeler kontrol eder, sorgular. Milletin, ülkenin çıkarlarını korumaya çalışırlar. Siyasi partilerin muhalefette olduklarında asli misyonu budur. Hatta, iktidarda olsa dahi, bir siyasi parti yanlış, hukuksuz işlerden parti içi muhalefet sayesinde kurtulabilir.
Ancak Türkiye’de siyasi partiler hemen hiçbir dönemde sivil ve halka dayalı olmadı. Siyasi partilerde üyeler, delegeler çok önemlidir. Ama demokratik kültürün oturmadığı ülkelerde delegeler lidere göre hizaya sokulur veya satın alınır. Delege yapısı zamanla homojenleştirilir.
Parti içi demokrasi Türkiye’de hemen hiçbir dönemde olmadı. Tek Parti döneminde başlayan milletvekillerinin atanması alışkanlığı örtülü şekilde devam ediyor. Erdoğan artık şoförü dahil dilediğini milletvekili yapabiliyor.
Muhalefet partileri de farklı değil. Cumhuriyet’in ana taşıyıcısı olduğu iddia edilen TBMM gerçek manada milletin vekillerinden oluşmuyor. Parlamenterlerin çoğu millete karşı sorumluluk, vicdan borcu duymuyor. Onların göbek bağı kendilerini listeye koyanlarla. Böyle bir parlamentodan milletin çıkarlarını, ülkenin savunmasını beklemek gerçekçi değil.
Bu tablo, iktidarı paylaşan AKP ve MHP için daha fecaat durumda. Erdoğan yıllardır “Ceketimi koysam seçtiririm!” modunda. Bakanlar, milletvekilleri Erdoğan için, koltuğunu, siyasi ikbalini, ailenin ekonomik çıkarlarını korumakta kullandığı “malzeme”den ibaret. MHP’de ise Bahçeli’ye karşı yaprak kımıldayamaz. Kendi evlatları, Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Sinan Ateş, gündüz gözüyle, herkesin önünde öldürüldü. Soruşturması bile yapılamadı, üstü kapatılıyor. Cinayetle ilgili konuşanın başına işler geliyor. Bu arada Ateş cinayetinde MHP ve Ülkü Ocakları’nın da adının geçtiğini burada not düşelim…
CHP yüzyıldır halkın değil devletin, demokrasinin değil derin ilişkiler ağının yanında olageldi. Yani Türkiye’de halka dayalı, milli iradeyi önemseyen, halkın çıkarlarını koruyan, adaleti, hukuku esas alan, demokratik işleyişe sahip çıkan siyasi partiler yok. Tıpkı diğer anayasal organların, kurumların çalışmadığı, fiilen iptal olduğu gibi, halka hesap vermesi gereken siyasi partiler dahi halktan kopuklar. Partilerin organları, tüzel kişilikleri var mı, belli değil. Her lider partiyi ‘babasının malı’ gibi görüyor. Hiçbirisi anayasaya, yasalara ve toplumun çıkarlarına uygun çalışmıyorlar.
Böyle bir siyasi atmosferde Devlet Bahçeli ülkenin en hassas, kırılgan ve önemli konusu olan Kürt sorunuyla ilgili tuhaf çıkışlar yapıyor. Toplumun hazmedemeyeceği, uç, muğlak, müphem, hedefi belirsiz önerilerde bulunuyor. Sivil siyaset yapan, eline silah almamış Demirtaş hukuksuzca hapiste tutulurken, Öcalan’ın İmralı‘dan çıkarılıp TBMM’de konuşturulmasını savunuyor.
Bir dönem “asılsın” diye urgan attığı Öcalan için “Umut Hakkı”nın kullanılmasından söz ediyor. Devlet Bahçeli partisine diğer parti liderlerinden daha hakimdir. Zira MHP nasyonalist geleneğin temsilcisi olarak lideri kutsayan, eleştirmeyi hakaret kabul eden, hatta kendi partililerine dahi şiddet kullanabilen bir siyasi hareket.
Son zamanlarda MHP mafya liderlerinin türbesi haline geldi, her biri Bahçeli’nin elini öpmek için yarışıyor. Çünkü onları hapisten çıkarıyor, “kahraman” muamelesi yapıyor.
Sivil olmayan bir partinin, kimsenin sorgulayamadığı, sürpriz çıkışlarıyla dengeleri değiştiren lideri, ülkenin en önemli, en can yakıcı konusunda ‘muğlak’ önerilerde bulunuyor. Medya, diğer siyasi aktörler, Öcalan dahil Kürt cenahı, hiç kimse, “Bahçeli ne yapmak istemekte, nereye varmak istemektedir!” bilmiyor. Belirsizlik, bulanıklık netleştirilmiyor ama Devlet Bahçeli söylemlerine devam ediyor. Erdoğan’ın “bilgi sahibi olduğu” veya “bir emrivakiye mecbur edildiği” yönünde iki ayrı rivayet dolaşıyor.
Başta söylediğimiz üzere, halkın refleksleri öldürülmüşken, kurumlar çalışmaz kılınmışken, anayasa/yasalar dikkate alınmazken, adalet sistemi iptal, parlamento işlevsiz iken böylesi önemli ve birikmiş bir sorunu muğlak şekilde ve aceleye getirerek çözme iddiası çok şüpheler oluşturuyor. Bahçeli’nin grup konuşmasında bütün bunlar üzerine çıkıp medyayı ve medya patronlarını bir mafya lideri üslubuyla tehdit etmesi, getirdiği tekliflerden iyice huylanmamızı gerektiriyor.
Kürt sorunu elbette çok önemli ve çözülmeli. Kürtler bu ülkede eşit onurlu vatandaşlar olarak yaşayabilmeli. Ama bunu sakin bir kafayla, tarafların katkısıyla, halkın gözü önünde, parlamentonun onayıyla yapmak lazım. Ülkenin sinir sistemi felç edilmiş, toplum narkoza maruz bırakılmış iken bunu yapmak, yangından mal kaçırmaya benziyor. Böylesi zamanlar bazı dayatmalar ve harici müdahaleler için en uygun dönemlerdir. Kürt sorunu gibi bir konuyu Milliyetçi bir lider üzerinden takip etmek milletin tepkilerini asgariye indirmek için akıllıca bir yöntem.
Kürt sorunu oldu bittiye getirilecek, aceleyle, alacakaranlıkta çözülecek bir sorun değildir. Eğer birileri böylesi bir atmosferde konuyu telaşla ve tehditle, illaki kendi istediği istikamette çözmeye çalışıyorsa, ortalama her duyarlı vatandaşın huylanmaya ve sorgulamaya hakkı vardır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***