ANKARA – Abdullah Öcalan’ın “varlık mücadelesinin” yaratıcısı olmasından kaynaklı komployla hedef alındığını söyleyen yazar Tevfik Kalkan, “Hegemonik saldırılar ile işgal sürdüğü sürece, Öcalan’ın özgürlüğü sağlanmadığı sürece komplo sürüyor demektir” dedi.
Küresel güçlerin Ortadoğu’ya yönelik müdahale planının en kritik adımlarından biri, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkarılmaya zorlanması oldu. Öcalan, Suriye’den çıkarıldıktan sonra uluslararası komployla 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirildi. Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilerek, İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’ne konulması 26’ncı yılında. Abdullah Öcalan, İmralı Cezaevi’ne konulduğu günden bu yana ağır bir tecrit altında tutuluyor. Son 43 aydır da ne ailesiyle ne de avukatlarıyla görüşmesine izin verilmeyerek mutlak iletişimsizlik uygulanıyor.
Ancak mutlak tecride rağmen Abdullah Öcalan’ın küresel kapitalist sisteme karşı ortaya koyduğu Demokratik Modernite fikriyatı her geçen gün daha fazla insan tarafından benimseniyor. Ortadoğu’daki savaş ve çatışmaların sonlanması ve kalıcı bir çözümün tesisini öngören fikirlerden etkilenenlerden birisi de, hayatının 30 yılını cezaevinde geçiren Tevfik Kalkan.
Kalkan, cezaevinde geçirdiği süreci Abdullah Öcalan’ın kitaplarını ve değerlendirmelerini okumakla geçirdi. Kalkan, fiziki özgürlüğünü kazandıktan sonra da cezaevi sürecinde edindiği söz konusu fikirleri topluma ulaştırıyor.
Yazar Kalkan, 9 Ekim komplosunun tarihsel yönleri ile sonuçlarına dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
Yaşadığımız coğrafyada direnenlere dönük komplolar hiç bitmedi. Uzun yıllardır varoluş mücadelesi veren Kürtlerin liderleri de defalarca komplolarla karşı karşıya kaldı. Kürt tarihi, aynı zamanda bir “komplo tarihidir” diyebilir miyiz?
Tarihsel olarak Kürtler hiç de komplo ve komplocuları tanımaz değildir. Devlet ve iktidar oluşumunun, gerçeğinin kendisi aslında bir anlamda komplodur. Toplumların doğal olana daha yakın düşünce ve yaşam tarzlarına, farklı karakterde bir ideolojik ve siyasi yapıyı dayatmak; ancak bir dizi komplo ile mümkündür. Medler zamanının Harpagosu’ndan bu yana işgal ve ilhak güçlerinin ya da devlet ve iktidarlarının hepsi neredeyse komployla sonuç almak istemiş veya sonuç almıştır. Kürt tarihsel anlatımının bir de bu yönüyle ele alınması gerektiği kanısındayım. Bununla, toplumların ve halkların direnişinin hiç olmadığını ve bu komplolara kolayca yenildiklerini söylemiyorum. Tersine belki de komploların yaman bir öğretici olduğunu, yaşananlardan biliyoruz. Kürtler, dahası Ortadoğu toplumlarının bu komplolardan çok şey kaybederek çıktığını söylemek istiyorum. Bölgenin haline bakıldığında bile bu rahatlıkla görülebilir.
PKK Lideri Abdullah Öcalan ile onun şahsında Kürtlerin hedef alınmasının altındaki asıl hedef nedir?
Burada önemli olan komploların ardındaki asıl amacı, buna yön veren ve oluşturan hakikati doğru tahlil edebilmektir. Devlet ve iktidar oluşumunun son yapısı olan kapitalist modernite sisteminin çağın en dehşet verici komplolarına yol açmasını doğru kavramadıkça, buna karşı direnişin de güçlü geliştirilemediği biliyoruz. Kürt Halk Önderi Öcalan, bir görüşmesinde “Asıl savaş buradadır, İmralı’dadır” derken bir yanıyla sanırım bu gerçeğe işaret ediyordu.
Başını ABD, İngiltere ve İsrail’in çekmesi; bölgenin ve dünyanın irili ufaklı bir yığın devleti, gücü ve şahsiyetin yer alması nedeniyle bu komplonun niteliği uluslararasıdır, devletler arasıdır. Başka bir ifadeyle hegemonik merkezi güçlerin saldırısıdır. Tarihte böylesi uğursuz bir ittifak sanırım yoktur. Yerel olanı vardır, bölgesel olanı vardır, birkaç gücün bir arada yürütmüş olanı vardır. O çok övündükleri “Dünyamız artık bir köy gibidir” diye tasavvur ettikleri küresel alanına ilk defa şahit oluyoruz. Kocaman Asur’un, Roma’nın, Bizans’ın, Pers’in imparatorluğunda olan saldırıların imha ve komplo gerçeğini inkar etmeden söylüyorum bunu. Hz. İsa veya Mani’ye yapılanların bir toplumu varlık olmaktan çıkarma gibi bir niteliği yoktur veya sınırlıdır. Toplumu tarihsel özgürlük eylemi ve yürüyüşü içinde önderliksiz bırakma gibi bir gerçekliklerinin olduğundan söz edilebilir. Devlet ve iktidar yapılanmasının düşman olma gerçeğini en iyi ortaya çıkaran, ifadelendiren durumlardır bunlar.
Önder Öcalan’ın hedeflenmesi, varlık mücadelesinin yaratıcısı ve sürdürücüsü olmasındandır. Kürtler, Med oluşumundan bu yana belki de ilk defa böyle bir önderlik ve mücadeleyi ortaya çıkardı.
Kürtlerin durumuna bakıldığında; sadece son iki yüzyılını göz önüne getirirsek, merkezi ve bölgesel hegemonik güçlerin saldırısı altında sadece inim inim inletilmemiştir. Varlık olmaktan çıkarma söz konusudur. Diğer bir ifadeyle yok oluşun eşiğindedir ve hiçbir şekilde bir özne olarak kabul edilmemektedir. Varlık olma mücadelesinin son 30 yılının nasıl da zorlu geçtiğini ilgili herkesin az çok bildiği bir durumdur. Önder Öcalan işte bu mücadelenin önder kişiliği ve gücüdür. En başta Önder Öcalan’ın hedeflenmesi doğrudan bu mücadelenin yaratıcısı ve sürdürücüsü olmasındandır. Kürtler, Med oluşumundan bu yana belki de ilk defa böyle bir önderlik ve mücadeleyi ortaya çıkarmış oluyorlar. Bunun da başta Kurdistan ve dört sömürgeci ülkede, bütün Ortadoğu’da tarihin çok az tanık olacağı gelişmelere yol açacağı açıktır.
Özgür ve demokratik Kurdistan demek; despotluklardan, ulus-devletlerden, fikri ve ruhu kararmış, zenginliklerini toplumların iliğini sömürerek, beyinleri felç ederek, emeklerine ve ürünlerine el koyarak elde edenlerden çok çekmiş bölge toplumlarıyla demokratik ve dayanışma birliğine gitmek, demokratik konfederal birliğe giden yolu aşmak demektir. Demek ki bin yılların kaybedilen yaşamı, toplumsal dayanışması ve özgür birliği yeniden kurulabilirdi. İnsanlık daha bir güvenli geleceğe yol alabilirdi. Tarihsel lanet mahkum edilirken, tahakkümcü ve sömürgeci güçlerden büyük hesap sorulabilirdi. İşte uluslararası komplo tam da böylesi bir zamanda ve koşullarda gerçekleştirildi.
Konu “koşullara” gelmişken; 1991 yılında ABD’nin Irak’a müdahalesinin, -ki 3’üncü Dünya Savaşı’nın startının verildiği gelişme olarak değerlendirilir- bahsettiğiniz gelişmelerle ilişkisi nedir?
Reel sosyalist dünya darmadağın olmuş, kimin ve hangi gücün ne yapacağı, nasıl bir dünya düzeninin kurulacağı tartışılıyorken ABD öncülüğündeki uluslararası güçler, Irak’a müdahale etmiştir. Kuzeyde 36. paralel sınır alınarak, Saddam sınırlandırılmış ve güçten düşürülmüştür. Sonrasında, bugün adına Federe Kurdistan Bölgesi olarak ifade edilen Başûr Kurdistan’da yeni bir yönetim ortaya çıkarılmıştır.
ABD tankları neden 36. paralelde durdu da Bağdat’a kadar gitmedi? 10 yıl neden beklendi?
Bana göre bunun en önemli nedenlerinden biri Kürt özgürlük hareketinin durumudur. Bölge tam anlamıyla yeni bir Ekim Devrimi’ne gebedir. Bölgenin Ekim Devrimi diyebileceğimiz bu koşullarda en örgütlü güç PKK’dir. Bölgeye dayatılan ulus devlet yapılanmaları içinde hiçbir şekilde yeniden tarih sahnesine çıkılmayacağına inanılan Kürtler, bölgeye öncülük yapabilecek duruma gelmişlerdir. Kapitalist Modernite güçlerinin yeni bir Bolşevik Partisi ve Lenin’e tahammülü yoktur. Tarihi iyi okur ve tedbirlerini alırlar. Fakat büyümesi de engellenemez. Dahası Lozan Antlaşması ile oluşturulan Kürt kapanının işlevsiz kılınmasının arifesindedir. Önderlik Roma’da iken “Bana bir yıl daha lazımdı, bu generallerin işini bitirecektim” diye haykırıyordu. ABD öncülüklü merkezi hegemonyanın planlarını bozan işte buydu. Yeniden belirtilebilir, ABD planlarında belki bir Kurdistan vardı ama bu PKK’nin öncülük ettiği ve özgürlüğe kavuşturduğu Kurdistan değildi.
Körfez Savaşı sonrası KDP ve KYB arasında bir çatışma süreci yaşandı. Eylül 1998’de Barzani ve Talabani’nin Washington’da buluşturulmasıyla bu durum ortadan kaldırıldı. Antlaşmada Irak askerlerinin Kürt bölgeleri ve PKK’nin de Federe Kurdistan Bölgesi topraklarını kullanmasına izin verilmemesi de yer alıyordu. Komplodan 1 ay önce imzalanan bu antlaşmanın Öcalan’ın tasfiye edilmesi sürecinde bir etkisi oldu mu?
KDP anlayışının temsil ettiği bir Kurdistan, ulus devlet Kurdistan’ıydı. Buna sonra değineceğim. Mesut Barzani ve Talabani’nin imzaladığı antlaşma aslında buydu. Bu nedenle öncelikle önderliğin de tavsiye edilmesi gerekiyordu. 1991’den 1998’e gelindiğinde içte ve dıştan dayatılan hiçbir tasfiye ve komplo hareketi başarılı olamıyor, PKK ideolojik, siyasal, örgütsel ve askeri varlığını koruyordu. Daha da önemlisi kendi içinde de büyük bir değişim ve dönüşüme hazırlanıyordu. Komplo işte buna imkan ve zaman bırakmıyordu. PKK tasfiye edilmeden ya da etkisi kırılmadan hegemonik güçlerin ne Kurdistan ne de Ortadoğu planlaması olduğu gibi işlemeyecekti. Bu nedenle bütün güçleriyle Önder Öcalan’a yöneldiğini biliyoruz.
AKP dönemine gelecek olursak, İmralı’da mutlak bir tecrit uygulamaya konuldu. Komplonun söz konusu tecritle halen devam ettiği belirtiliyor. Katılır mısınız?
Önderleri fiziken tutsak alınmış PKK ve Kürtler, kendini yeniden yapılandırmaya çalışırken, içten dayatılan tasfiyecilik ile karşı karşıya kalıyor, tam da bu dönemde AKP iktidar yapılıyor, Irak işgali de tamamlanmaya çalışılıyordu. PKK, 1 Haziran 2004 hamlesi ile bu sürece cevap olmaya çalıştı. Kaosa karşı yeni paradigma temelinde, KCK sistemi ile bütünlüklü bir yanıt oluşturmaya, varlık ve özgürlük sorununu kalıcı çözümüne ulaşmaya çalışıyordu. 2000-2015 yılları arası bu anlamıyla oldukça önemlidir.
Küresel hegemonik saldırı sürdüğü sürece komplo devam ediyor demektir. İmha ve işgal sürdüğü sürece, halkımızın ve öndeliğin özgürlüğü sağlanmadığı sürece komplo sürüyor demektir.
Uluslararası komplo neden ve nasıl devam ediyor dediğimizde tam da bugünlere bakarak söylüyoruz. Şu çok açık; önderlik (Öcalan) tutsak olduğu sürece komplo devam ediyor demektir. İkincisi, küresel hegemonik saldırı sürdüğü sürece komplo devam ediyor demektir. Üçüncüsü, imha ve işgal sürdüğü sürece, halkımızın ve öndeliğin özgürlüğü sağlanmadığı sürece komplo sürüyor demektir. Dikkat edilirse nereden bakılırsa bakılsın komplonun varlığı veya sona ermesi doğrudan önderlik gerçeği ile bağlantılıdır.
Abdullah Öcalan’ın komplo ve tecride karşı duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önder Öcalan çok zor şartlarda savunmalarını hazırlayıp, harekete (PKK), halka ve ilgili tüm çevrelere ulaştırmak için muazzam bir mücadele verdi. İmkan bulduğu her görüşmede güncel politikanın yakıcı gerçeklerini dile getirdi ve yapılması gerekenleri anlattı. Gelecek öngörüsü muazzamdı. İmralı’da felsefenin ve güncel politikanın harikulade diyalog ettiğini görmemek mümkün değildir.
Öndeliğin bu komploya ve komplolara karşı mücadelesi emsalsizdir. İdeolojik ve siyasi olarak komployu boşa çıkarmıştır. Ama komplo büyüyerek, araç ve yöntemleri değiştirerek devam ediyor.
Öndeliğin bu komploya ve komplolara karşı mücadelesi emsalsizdir. İdeolojik ve siyasi olarak komployu boşa çıkarmıştır. Bu rahatlıkla belirtilebilir. Önderlik ile Dolmabahçe Mutabakatı’nı imzalayan güç aslında merkezi hegemonik güç ya da onun Ortadoğu’da en önemli müttefiki olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu mutabakata komplocu tarzda yaklaşanlar ve boşa çıkaranlar da yine bu komplocu güçlerdir. Ne zaman? Tam da Suriye’ye operasyona başlanıldığında. Şüphesiz işgal, Irak örneği gibi değildir ama NATO Gladyosu’nun planlayıp yürüttüğü bir işgaldir. Kullanılan güç DAİŞ’tir veya DAİŞ adı altında yapısallaşan ve bölgenin bütün karanlık ruhlarını, kişiliklerini bünyesinde toplayan devletçi ve iktidarcı güçlerdir.
Suriye’de henüz ne olacağının kestirilememesi aslında biraz da bu niteliğinden ötürüdür. Tarihsel-toplumsal çelişkiler kadar Kapitalist Modernite’nin bütün krizinin açığa çıktığı bir mekan olma rolündedir. Mezopotamya ve Kurdistan coğrafyasının tarihsel gerçekliği yine kendisini olduğu gibi yansıtmış durumdadır. Az önce önderliğin bu komployu boşa çıkardığında söz ettik. Ama komplo büyüyerek, araç ve yöntemleri değiştirerek devam ediyor.
Tecridin bu kadar ağırlaştırmasının nedeni nedir ya da Abdullah Öcalan neden unutturulmak isteniyor?
Önderlik 26 yıldır tutsak ve 2015 Nisan’dan bu yana da dışarıyla olan temasına izin verilmemektedir. Neden? Büyük bir savaş var da ondan. Önderliğin, PKK, halk ve bölge için konuşması, diğer bir ifadeyle politika yapması demek komplocuların planlarının çok önemli bir oranda bozulması demektir. Türk devletinin “Çöktürme Planı” tüm hızıyla işletilmeye çalışıldı. Bugün ise İsrail’in Gazze ve Lübnan’a olan müdahalesini, saldırısını konuşuyoruz. Ya yarın? Belki de İran’ı konuşacağız.
Türk devletini Irak ve KDP ile anlaşmaya imza attıran gerekçeler ve güçler kimdir ve nedir? Buna bölgesel, Ortadoğu komplosu diyebilir miyiz? Açık ki hedef PKK’dir. Özgür Kürt varlığıdır. PKK veya özgür Kürt tasfiye edildiğinde ya da etkisi kırıldığında yerine kim geçirilecek? Türk devleti, çeteleri ile birlikte bölgede yer tutmaya çalışıyor. İran da vekil güçleriyle. İsrail ve ABD yine kendine bağımlı güçlerle.
Abdullah Öcalan 26 yıldır tutsak ve dışarıyla olan temasına izin verilmiyor. Neden? Büyük bir savaş var da ondan. Önderliğini politika yapması komplocuların planlarının bozulması demek.
Savaş Lübnan ile durmaz. İran var, sonra Türkiye var. Türkiye’deki savaş öyle üç parçayla da sınırlı kalmayabilir. O çok propagandası yapılan “Türklük”, “milli birlik” yerini 24 saatte birbirine kıyım uygulayacak güçlere bırakır. Laik-dinci, Sünni-Alevi, Kürt-Türk, yoksul-zengin, kuzey-güney… Çelişkilerin ve savaşın en görülmemişine tanık olabiliriz. Erdoğan soykırıma kilitlenmiş. Bunu mutlaka başarmak istiyor. Önderlik için “Ben sağ olduğum sürece oradan çıkamayacak” diyordu değil mi? Ne yaptığını biliyor. Daha da derinleştirilecek soykırımın hazırlıkları yapılıyor. Demokratik siyasetin de bunun çok farkında olduğunu sanmıyorum.
İş dünyasından tek tek bir bireyine kadar çok dikkatli olmak durumundayız. Özellikle Kürt orta sınıfının bunu anlamasını beklemek ne yazık ki çok gerçekçi değil. Bırakalım anlamasını, şimdiki durumlarını, konumlarını da kaybedebilirler. Ulus siyasetini, ulusun özgürlük ve demokrasi siyasetini geliştirmekten başka çare yok. Siyasal başarı olmazsa, siyaset yapılmazsa dil de kurtulmaz.
1998’deki anlaşmaya yeniden dönecek olursak; Anlaşmada yer alan ve komplonun bir ortağı olarak görülen KDP, bugün de Türkiye ile açıktan bir işbirliği içerisinde. Ne yapmak isteniyor?
PKK’nin etkisizleştirileceği, Bakûr, Başûr ve Rojava’dan iki yüz bin, dört yüz bin, bir milyonluk ordusuyla ateşin tam da ortasında sözüm ona Kürt ulus-devleti! Yarın buna belki de Rojhılat dahil olacak. Türklerle savaş, Farslarla savaş, Araplarla savaş… Böyle bir savaş yüzyıl sürer. Türk devletinin bu planın farkında olduğunu bile sanmıyorum. KDP’nin haline bakın. Türk askerinin iz sürücüsüdür. Bize öyle normal bir Kürtlük filan vermez. Ancak işbirlikçi yapar. Yarın milyonlarca Kürt’ü kırdıracak. Bakın trollerine. Biri Kürt’ün özgür ve demokratik siyasetini biraz geliştirdiğinde nasıl da saldırıya geçiyorlar. Bir merkezden yönetiliyor bunlar. İşbirlikçi, güya milliyetçi Kürtlük adına konuşanlar ile sözüm ona kendine “sol, sosyalist, demokratik” güç, çevre veya şahsiyet diyenleri yöneten ve yönlendiren de aynı merkezdir.
Biri Kürtlük adına, diğeri de “sol” ve “sosyalistlik” adına saldırıyor. Yönlendiren aynı merkezdir. Bazıları hiç farkında bile değil. Ama kullanılıyorlar, bu çok açık. Gerçek, tutarlı sol, sosyalistler bunları mutlaka deşifre etmek, kendi içinden ayıklamakla yükümlüdür. Kürt halkının, Türkiye halklarıyla demokratik birliği için bu elzemdir. Yoksa boğazlaşma durdurulamaz. Tarihin çok az gördüğü bir kıyım, bir boğazlaşmaya tanık olabiliriz. İşte komplo bunun için yapıldı ve devam ettiriliyor. Bu çok açık. Komplocular uğursuz emellerinden vazgeçmiş değil. Ama Kürt özgürlük hareketinin bilinçlendirdiği, örgütlediği halk da direnişinden, mücadelesinden bir adım bile geri atmış değil. Zorlukları elbette çok fazla.
Nedir bu zorluklar?
Kuşatma her cepheden geliştirilmeye çalışılıyor. Kürt’ün başarma iradesi kırılmak isteniyor. Fakat ortada kesinleşmiş bir kimlik var. Bu Kurdistan özgürlük hareketinin ortaya çıkardığı bir kimliktir. Şimdi bu kimliğin kendini savunmasını ve kurumlaşmasını, öz yapılarına kavuşturulmasını, inşa edilmesini konuşuyoruz. Toplumsal sorunlar çok ağır ve birikmiş. Silahlı öz savunması emsalsizdir. Bu çok açık. Her türlü kimyasal saldırılara karşı da emsalsizdir. Fakat toplumsal sorunların özgür ve demokratik çözümü yetersiz kalıyor, gecikiyor. Aslında komplonun AKP ve Erdoğan, MHP, Ergenekon ve diğerleriyle en çok da bu yönüyle sürdürülüyor denilebilir.
Komplo, özelllikle Kürtlerde nasıl bir etki yarattı ve bu etkiler günümüzde nasıl devam ediyor?
Özgür düşünüşü, yaşayışını kaybetmiş, toplumsal ve ulusal bilinci çarpıtılmış bir toplum ve bireyler yaratılarak, kaybetmemiz sağlanmaya çalışılıyor. Bunun ağır psikolojik sorunları var tabii. 9 Ekim komplosu halkta nasıl bir ruh halini yaratılmak istendiğini biliyoruz. Bin yıllardır ilk defa böylesi bir önderliğe sahip olan bir halkın önderliğinde esareti ile varlık ve yokluk sorunuyla karşı karşıya olduğunu derinden hissediyordu. AKP tarzı neo- faşizm çok ince, çok derin yöntemlerle işte bu ruha, bu iradeye saldırıyor.
Besleyip büyüttüğü Hizbulkontra şimdi Amed’in, Batman’ın merkezinde çocukları yürütüyor. Tetikçilikten siyaset devşirmeye giden yolun önünü açmaya çalışıyor. İslam’ın demokratik değerlerini değil, dinçleştirilmiş, kapkara edilmiş, faşistleştirilmiş kimlik ve anlayışını dayatıyor. Bu kimlik tehlikelidir. Ucu, DAİŞ’e, ucu Müslüman Kardeşler’e giden bir kimliktir bu. Bunu Kürt toplumu içine yerleştirmek atom bombası ayarındadır. Demokratik siyaset mutlaka bunları düşünecek ve çare bulacaktır. Yoksa bu haliyle komplo daha da derinleşir. Önü alınamaz tehlikelere kapı açar.
Komplo kendini değiştirip dönüştürüyorken buna karşı verilen mücadele de aynı oradan değişip dönüşüyor mu sizce?
Komplo başarısızlıklarımızın, yapamadıklarımızın üzerinden geliştirildi. Muhasebesini de bunun üzerinden yapmak durumundayız. Hepimizin sorumluluğu var, bu çok açık.
Kürt halk önderinin esaret koşullarında bunun olmaması için nasıl mücadele verdiği biliniyor. Bu mücadele şimdi de devam ediyor. Fakat toplum öncüleri, örgütleri de gerçekliği bilmek, bu gerçekliğe göre hareket etmek durumundalar. Hepimizin sorumluluğu var, bu çok açık. Komplo başarısızlıklarımızın, yapamadıklarımızın üzerinden geliştirildi. Muhasebesini de bunun üzerinden yapmak durumundayız. Dünyada neredeyse her devletten, farklı uluslardan binlerce aydın ve filozof, Önder Öcalan’ın düşüncelerine atıfta bulunarak, yaşanılır bir dünyanın düşünsel ve yapısal kurgusunu oluşturmaya, diğer bir ifadeyle katılmaya çalışıyor. Komplo ne kadar devletler arası ise ne kadar devletçi ve iktidar gücü içinde yer aldıysa buna karşı şimdi de toplumların en aydın, en mücadeleci çevre ve örgütlerinin, birey ve toplulukların, ulusların konfederal birliğine doğru gidiyor. Kurdistan gerçekliği de yaman öğreticidir. Dünya insanlığının özgürce nefes alabilme imkanı sunuyor. İnsanlığın geçmişi bugün de ve aynı mekanlarda yeniden var etmesinden daha heyecanlı, daha ilham verici ne olabilir ki! Milat’tan önce 1200’lü yılların toplumsal ve tarihsel değişimi kendini güncelliyor da denilebilir. Bir kez daha kaybetmemek için bir kez daha komplolara uğramamak için kazanmaktan başka çaremiz yok.
MA / Fırat Can Arslan – Selman Güzelyüz
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***