M. AHMET KARABAY | HABER YORUM
Tarihi boyunca sürgünlere maruz kalan Yahudi halkı, bu kez var olduklarına inandıkları ana yurtlarını bırakma niyetinde değiller. Sadece şu an yaşadıkları toprakları değil, ‘Vaat Edilen Topraklara’ da yelken açmanın altyapısını adım adım gerçekleştiriyorlar.
Yahudiler, kimi tarihçilerin ifadesiyle bugünkü “Büyük Fiistin” topraklarına, Musa Peygamber sonrası geldi. Yahudilerin tarihin kaydettiği ilk sürgün ise Milattan Önce (MÖ) 6. yüzyılın başlarında, Yehuda Krallığı’nın Babil ordusu tarafından işgali ile yaşandı. Bu yaşananlar “Babil Sürgünü” olarak kayıtlara geçti.
Yahudiler, Roma İmparatorluğu’nun (MÖ 27-MS 395) ilk dönemlerinde Yehuda olarak bilinen topraklarda kırıma uğradılar. Kudüs Tapınağı büyük ölçüde tahrip edildi, esir olarak alınıp satıldılar. Roma İmparatorluğu’nun dört bir yanına dağıldılar.
Benzeri durum Bizans (395-1453) döneminde de devam etti. Hristiyanlığın imparatorluğun resmi dini olmasından sonra Yahudilerin Hıristiyanlaştırılması çabasına girişildi. İmparator I. Justinianus (İD 627-565) baskıyı sinanoglarda İbranice ibadetin yasaklanmasına kadar götürdü.
Halife Ömer döneminde 636 yılında yaşanan Yermuk Savaşı sonrasında Bizanslılar bugünkü İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye, Batı Şeria ve Gazze topraklarından çıkmış oldu. Yahudilerin Bizans’tan göçü sonrasında VII. veya VIII. yüzyılda bugünkü Ukrayna topraklarında yaşayan Hazar Türkleri, Yahudiliği benimsedi.
Müslümanlarla Yahudilerin kaderlerinin kesiştiği dönemler de oldu. 1099’da Haçlılara karşı Doğu Akdeniz bölgesini Müslümanlarla Yahudiler birlikte savundu.
Orta Çağ boyunca Yahudiler, Müslüman hakimiyetindeki bölgelerde Hıristiyan hakimiyetindeki yerlere göre daha rahat içinde yaşadı. Hatta IX-XI. yüzyıllar arasında Endülüs Emevileri hakimiyeti altında geçen dönem “Altın Çağ” olarak adlandırıldı.
1170’li yıllardan itibaren İberya’da (Endülüs) daha ılımlı olan Murabıtlar’ın yerine geçen Muvahhitler, Yahudiler üzerinde ağır baskılar kurdu. Muvahhitler’in zulmünden kaçan Yahudi toplumları, Kuzey Afrika’daki Müslüman ülkelere ve kuzey doğudaki Hıristiyan ülkelere sığındılar.
YAHUDİLERİN İBERYA’DAN KOVULMASI
Yahudiler’in İberya’dan tamamen kopması, XIV. yüzyılın başında Papa’nın aldığı “Yahudiler, Hıristiyanlar gibi yaşayacak.” kararından itibaren başladı. Aragon Kralı Ferdinand ile Kastilyalı İzabel’in 1480’de evlenip İspanya’nın birleşmesinden sonra yeni bir dönem başladı.
Bu birleşmeden sonra İspanya hem Müslümanlar hem de Yahudiler için cehenneme döndü. “Elhamra Kararnamesi” ile birlikte ölmemek için Hristiyanlığa geçenlerin hayatları sürekli kontrol edilecekti. Aksine bir davranışı olanlar, itiraf edinceye kadar dövülüyor, itiraf ettiklerinde ise hain sayılıp öldürülüyordu.
1492’de Granada’nın düşmesi ve Müslüman hakimiyetinin sona ermesiyle birlikte Yahudiler ve Müslümanlar, İberya’yı terk etmek zorunda kaldı. 200 bin dolayındaki Yahudi’nin bir kısmı Avrupa’nın farklı ülkelerine, bir kısmı da II. Beyazid’in daveti üzerine Osmanlı topraklarına özellikle de İstanbul ve çevresine geldi. İspanya’dan kopup gelenlere İbranice İspanya anlamına gelen Seferad Yahudileri denildi.
1. DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ
1929 Buhranı sonrası iyice sarsılan Almanya’da milliyetçilik rüzgarını arkasına alan Nazi Partisi lideri Adolf Hitler, 1933’ün ilk ayında yönetimi devraldı. Azınlıklar, eşcinseller, muhalifler ve Yahudilere karşı radikal söylemleriyle bilinen Hitler, hızla iktidarını güçlendirdi.
1938 Kasım ayında yaşanan ve tarihe “Kristal Gece” olarak bilinen günde Yahudiler’in evleri, işyerleri ve ibadethaneleri yağmalanıp ateşe verildi. 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gece başlayan olaylar, Yahudiler için büyük kıyım ve sürgünle sonuçlandı.
Hitler Almanyasından kaçan pek çok bilim adamı, o dönemde Türkiye’ye sığınarak Türkiye’deki üniversitelerin gelişmesinde büyük katkı sağladıklarını not etmek gerekiyor.
THEODOR HERZL’İN 50 YIL ÖNGÖRÜSÜ
Theodor Herzl
İspanya’dan kaçan Yahudiler, kuzey Avrupa ülkelerinde nüfus olarak değil ama ekonomik olarak çok etkin konuma geldiler. 29-31 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde düzenlenen I. Siyonist Kongresi’nde organizasyonu yapan gazeteci Theodor Herzl, toplantıya katılan delegelere Yahudi devletinin 50 yıl içerisinde kurulacağı müjdesini verdi.
14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluş deklarasyonu, Theodor Herzl‘in 1897’deki kongrede, “Ben Basel’de İsrail Devletini kurdum. En geç 50 yıl içinde bu gerçek olacak.” demesinden tam 50 yıl sonra kurulmuş oldu.
Tarihleri zulüm ve sürgünlerle geçen Yahudiler, 586’da Babil Kralı Nebukadnezar’ın yıktığı Yehuda devletinden 2 bin yıl sonra Doğu Akdeniz’de devlet kurmalarıyla birlikte geçmişlerini unutmuş gibi davranmaya başladılar.
Etraflarında Müslüman ülkelerin bulunmasını “düşmanlarla çevrili” olduklarına kendilerini inandıran İsrailli yöneticiler, saldırganlığı elden bırakmadılar. Özellikle ABD’nin 1970’li yıllardan itibaren tam desteğini alan Yahudi yöneticiler, topraklarını sürekli genişletmenin yollarını arar oldular.
ABD’NİN IRAK’A YAPTIĞI GİBİ, NETANYAHU DA İRAN’A ‘DEMOKRASİ’ İHRAÇ EDECEK
Gazze’yi yerle bir eden İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, düşman bildiği liderleri suikastla ortadan kaldırma yoluna giderken, bu hafta önemli bir hamle daha yaptı. İran yanlısı Hizbullah lideri Hazan Nasrallah’ı öldürdükten sonra hedefine İran’ı yerleştirdi.
Netanyahu’nun konuşmalarından İran’da rejimi yıkacakları ve yerine “demokrasi” getireceklerini ifade etti. İsrail Başbakanı’nın sözlerine bakılacak olursa, İran’daki değişim bir askeri operasyonla değil, başka yöntemle olacak:
“İran nihai olarak özgür olduğunda ve bu an pek çok kişinin düşündüğünden daha erken gelecek ve her şey farklı olacak. İki kadim halkımız, Yahudi halkı ve Pers halkı, sonunda barış içinde olacak.”
İsrail’in propaganda mekanizmaları, İran’da rejimi değiştirmiş gibi paylaşımlar yapmaya başladı. Lübnan’ı da yanına alan İsrail, İran’la kol kola görseller paylaşmaya başladı.
MAZLUM ZALİMLEŞTİĞİNDE DAHA ACIMASIZ OLUYOR
İsrail’in bölgede yaptıkları, Yahudilerin tarih boyunca pek çok kez zulme uğramış geçmişini unutup yeni bir kimlikle ortaya çıktıklarını gösteriyor.
Mazlumu esir alan intikam duygusu. Romen filozof ve deneme yazarı Emil Mihai Cioran (1911-1995) “En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkmıştır” der.
Mazlumun mazlum oluşu, çoğu zaman aciz oluşundan kaynaklanıyor. Dün zulme uğrayanlar, bugün gücü eline geçirdiğinde geldikleri yeri unutup en acımasız tavır takınabiliyor. Dün kendilerine reva görülenlerden edindiği tecrübeyle başkalarına kat kat uygulayabiliyor.
Her mazlumun aslında birer potansiyel zalim olduğunu unutmamak gerekir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***