Merve KÜÇÜKSARP
Fransız filozof Jacques Ranciére’nin kaleme aldığı “Sanatın Yolculukları isimli eser, Zehra Cunillera’nın çevirisi ile Metis Yayınları tarafından yayımlandı.
Ranciére’nin muhtelif zamanlarda verdiği konferansların metinlerinden ve makalelerinden yola çıkarak yayıma hazırlanan bu eser, sanat kavramının ne olduğunu, Ranciére’nin kişisel görüşlerinden ve çeşitli filozofların düşüncelerinden yola çıkarak çok yönlü olarak ele alıyor.
Louis Althusser’in öğrencisi olarak École Normale Supérieure’de eğitim gören, 1940 Cezayir doğumlu Rancière çağımızın önemli düşünürlerinden biridir.
Başta siyaset felsefesi, eğitim ve estetik olmak üzere sosyal bilimler üzerine yazdığı eserleri çok sayıda dile çevriliyor ve ülkemizde de okurlar tarafından ilgi ile karşılanıyor. ‘Siyasalın Kıyısında’ (2007), ‘Filozof ve Yoksulları’ (2009), ‘Özgürleşen Seyirci’ (2010), ‘Tarihin Adları’ (2011), ‘Cahil Hoca’ (2014), ‘Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?’ (2018), ‘Kurmacanın Kıyıları’ (2019), onun Türkçeye çevrilen diğer kitaplarındandır.
Eser, ‘Sanatın Yolculukları’, “Sanatın Kusuru”, “Sanattan Fazlası ve Sanattan Azı” ve “İçerideki-Dışarıdaki Sanat” diye üç ana başlık altında toplanan altı metinden meydana geliyor. Her metin başka bir temayı ihtiva ediyor. Keza bir metinde müzik, diğerinde mimari, diğerinde siyaset ve sanat arasındaki ilişki… Bir metindeki hakim tema, diğer metinde başka bir temayla karşılaştırılıyor, bağlamı sorgulanıyor ve Rancière yazılarında kendi görüşlerinin yanı sıra Kant ve Hegel gibi filozofların düşüncelerine de yer veriyor.
SANATIN SINIR TANIMAYAN TABİATI
Eğer kitaptaki metinleri kapsayan ortak bir fikir veya tematik bir özdeşleşmeden bahsetmek gerekirse o da sanat kavramının her metinde ele alınması, ne olduğunun irdelenmesidir. Renciére, sanatın tanımlanabilir, kalıplara indirgenebilir bir tabiatta olmadığını, aksine hep kendini aşmaya çalıştığını, kendi sınırları dışına çıkmaya teşne olduğunu sık sık dile getirir.
Rancière, sanatın, siyaset ve estetik ile olan ilişkisini ele alırken, onun tarihsel arka planından da bahseder, sanatın müzeye girişinden, bir zamanlar seçkinler için haz enstrümanı oluşundan da…
“…Tekil kipteki sanat, belirli bir deneyim alanı olarak sanat, majesteleri prenslerin, dinsel dogmaların ya da soyluların zevklerinin hizmetinde gördükleri işlevlerden eserleri ayırarak müzelerde bir araya getirme hareketiyle ortaya çıkmıştır. Gelgelelim üretimlerine hükmetmiş olan bağlamdan ve kısıtlardan bu kopuş onları, ayrı bir sanat krallığının saf sakinleri haline getirmemiştir. On sekizinci yüzyılda özerk bir gerçeklik olarak ‘sanat’ fikrini icat edenler, aynı anda ona yeni bir özne dayatırlar: halk. (…)”
Sanat kalıplarını kırarak halka doğru uzanırken, sınırlarından da, onu tekeline almaya çalışan güç odaklarından da gitgide özgürleşir. Sanat seçkinlerin elindeki bir araç olmaktan çıkınca amacının ve özünün ne olduğu, neye dair olduğu gibi sorular ile etrafı sarılır. Bugün dahi cevabı muğlak olan sorulardır bunlar. Sanatın kimliği de burada oluşmaya başlar; muğlaklığında, hem göreceli ve ele geçirilemez oluşunda hem de taşkınlığında. Bu yüzden de Ranciére’e göre, sanat nedir sorusu ancak sanatın nüvesini reddederek ortaya çıkacak ihtimaller silsilesi ile yanıtlanabilir. ,
SANATIN ÖZERKLİĞİ MESELESİ
Kitaptaki metinlerde sanatın özerkliği kavramından sıkça bahseder. Sanatçılar klasik teknik mükemmelliği reddettiklerinde, kendilerine ve sanatlarına özgü bir estetizm yarattıklarında sanat özerk bir alan haline gelebilir. Ve Ranciére, sanatın kendini kısıtlayan birtakım güzel sanatlara, taklit sanatlara karşı olduğunu, kendisinin mekanik sanatlar ve liberal sınırlar arasındaki sınırları ve eski tarz katı hiyerarşileri ortadan kaldırarak yeni bir tür bireysel deney alanı yarattığını da ekler. Bununla birlikte metinde zaman zaman işlevi üzerine de akıl yürütür:
“Yaşamsal örgütlenmesini bilmediğimiz ve bizzat kendileri bize bir şey göstermek istemeyen çiçekler söz konusu olduğunda bu koşulu yerine getirmek kolay. Ama sanat eserinde aynı kolaylık mümkün müdür? Sanat eseri hayat duygumuzu nasıl yoğunlaştırabilir? Güzelliğin zorunlulukları bağlamında sanat eseri, ciddi bir arızayla maluldür. Zira bir tuval ya da bir taş bloğu üzerinde şu veya bu biçimi yaratmayı istemiş bir sanatçının ürünüdür. En kusursuz halinde yaratıcı beceriden oluşan sanatın bu arızası düzeltilmelidir. Ama kusursuzluk, ancak kusurlulukla düzeltilebilir. Sanatı aşırı becerikliliğinden kurtaracak olan şey, beceriksizliğidir. Yani yapmak istediğinin bilgisi ile yapma gücü arasındaki mesafedir…”
Ranciére, “Sanatın Yolculukları” isimli eserde yer alan metinlerde sanatın tiyatro, mimarlık, müzik, tasarım, felsefe, estetik gibi kavramlarla ilişkisini incelerken, aynı zamanda iktidar ve onun temsilleriyle olan bağının da izini sürüyor. Sanatın bir kimlik ya da bir biçim olmaktan ziyade sınırları aşmaya çalışan bir hareket olduğunu tarihsel bir düzlemde anlatırken düşünce dünyasında iz bırakmış şahsiyetlerle metnin kaderini kesiştiriyor ve zengin bir metin ortaya çıkarıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***