MAHMUT AKPINAR | YORUM
Türkiye, kadına şiddet konusunda sanırım dünyada en kötü puana sahip ülkelerden. Gün geçmiyor ki erkek arkadaşı, eski sevgilisi, kocası, eski kocası, hatta babası, kardeşi tarafından öldürülen kadın cinayetlerine şahit olmayalım. Yargı sistemi siyasi muhalifleri kovalamakla, kitap okuyanları takip etmekle, iktidarı eleştirenleri aramakla meşgul olduğu için ülke gerçek suçlular için cennete dönmüş durumda. Türkiye artık uyuşturucu için sadece transit ülke değil, dünyanın en önemli dağıtım ağı. Global uyuşturucu şebekeleri İstanbul’a, Antalya’ya yerleşip işlerini buradan takip ediyorlar. Biraz para gösterip Türkiye pasaportu bile alıyorlar.
Cezaevleri son yıllarda defalarca boşaltıldı. Siyasi muhaliflere, öğretmenlere, akademisyenlere, ev hanımlarına, bebekli annelere hapishanelerde yer açılabilsin diye gerçek suçlular, katiller, sapıklar sokaklara salındı. Adam karısını öldürmüş, iki sene yatmadan çıkmış bu defa başka bir kadını öldürüyor. Suç tanımı evrensel ve hukuki olan katiller, mafya yöneticileri, çeteler, hırsızlar gayet rahatlar. “Vururum, öldürürüm sonra hakimleri satın alır çıkarım, olmazsa zaten bir kaç senede bir af çıkarılıyor onunla dışarıya çıkarım!” diye kendinden emin şekilde suç işlemeye, devam ediyorlar.
Yozlaşma!
Genel olarak toplumsal bir çöküş ve çürüme var. Ama kadına ve çocuklara şiddette, cinsel suçlarda çok ciddi artış var. Uyuşturucu kullanımın yaygınlaşması, okulların ve eğitimin içinin boşaltılması, dinin slogandan ibaret hale gelmesi, ahlakın bitmesi, toplumun cinsel saldırganlık konusunda erkeğe prim vermesi gibi sebepler kadına karşı suçları artırıyor. Ama temel sebep caydırıcı tedbirlerin alınmaması, taciz, tecavüz, cinsel istismar suçlarının cezasız kalması. Kadınları tehdit eden psikopatların öldürmedikçe bir takibata maruz kalmamasıdır.
Diyarbakırdaki Narin cinayeti, iki yaşındaki Aslı bebeğin tecavüze uğrayıp ölmesi, yetimhanelerdeki kız çocuklarının haklarını savunduğu için Avukat Dilek Ekmekçi’nin hapse atılması, gözaltında işkence ve tecavüzleri gündeme getiren Finlandiya Raporu gibi olaylar kadına şiddeti tekrar gündeme getirdi. Geçen hafta 19 yaşındaki Semih Çelik’in Ayşenur ve İkbal isimli iki kız arkadaşını öldürmesi, başını kesip surlardan atması toplumda şok etkisine neden oldu. Erdoğan ise bu olaylar üzerine her zamanki pişkinlikle iktidara gelince yapacaklarını anlatan muhalefet lideri edasıyla konuştu.
Kadın cinayetleri söz konusu olunca İstanbul Sözleşmesi gündeme gelir. Kadınları şiddetten korumayı hedefleyen bu sözleşmeye bakmamıştım. Konuşma Zamanı’ında Asım Yıldırım’la yaptığımız programa çıkmadan önce sözleşmeye bakayım dedim. Baktım 34 sayfa olan metnin tamamını okudum. İstanbul Sözleşmesi gündeme gelince bütün dindarlar, cemaatler, tarikatlar hop oturup hop kalkıyorlardı.
İstanbul Sözleşmesi LGBT’yi teşvik mi ediyor?
Siyasal İslamcılar, “Aileye saldırı var, LGBT teşvik ediliyor, İslama uygun değil!” diye feveran ediyorlardı. Ben de gerçekten sözleşmede bu tür maddeler var sandım, okuyunca anladım ki İstanbul Sözleşmesi Türkiye’deki problemlere ilaç olacak, çok iyi hazırlanmış, somut adımlar getiren, havada kalmayan çok iyi bir metin. Geleneklerin, inançların arkasına sığınarak kadına, çocuklara, aile içi bireylere şiddetin, taciz ve tecavüzün yaygın olduğu toplumlar için çok gerekli bir düzenleme.
Avrupa Konseyi tarafından kadınlara ve aile içi şiddeti önlemeye yönelik hazırlanan metni 2011 yılında Türkiye dahil 45 ülke imzalıyor. Türkiye, 2021 yılında İstanbul’da hayata geçirilen bu sözleşmeden çıkıyor. Sözleşme temelde bir insan hakları metni. İnsan hakları, temel haklar çerçevesinde kadınların haklarını ve aile içindeki zayıf bireyleri korumayı amaçlıyor. Kadına ve çocuklara karşı işlenen her türlü şiddetin önlenmesini, mağdurların korunmasını, suçların kovuşturulmasını, suçluların cezalandırılmasını ve bunlara dair politikaların, uygulamaların hayata geçirilip takibinin yapılmasına dair bir sözleşme. Ayrıca imzacı devletlerin verdikleri sözleri yerine getirdiklerine, kadına şiddeti önleyip suçluları cezalandırdıklarına dair bağımsız bir gözleme heyetini öngörüyor.
Türkiye’de 2010-2019 yılları arasında kadına şiddetin düştüğü tek yıl imzanın atıldığı 2011 yılı oluyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre Türkiye’de 2010-2019 yılları arasında 2996 kadın cinayeti yaşanmış. Bu, korkutucu bir rakam. Kadına ve çocuklara yönelik taciz, tecavüz ve cinayetlerin sürekli artmasının sorumlusu iktidar. Sebebi ise suçluların cezasız kalması veya yeterli cezayı görmemeleri. Cezasızlık, kolluğun ve yargının işlem yapmaması nedeniyle kadınlar şikayet etmeye dahi korkuyor, kendilerine yönelen tehditleri, belki taciz ve tecavüzleri yok sayıyorlar. Ayrıca toplumun kadınlara suçlayıcı, erkeğe aklayıcı davranması, yaşananları örtbas etmesi, devletin kadının mahremiyetini, haklarını koruma konusunda titiz olmaması kadına şiddeti artırıyor.
Medeni dünyada bir erkek karısına şiddet uygulasa, polis oraya acil koduyla gider ve o şahıs artık evin etrafına dahi yaklaşamaz. Aile içi şiddet, taciz tecavüz medeni dünyada çok titizlikle takip edilen ve suçluların sicilinden asla silinmeyen suçlardır. Çocuklara karşı taciz iddiası dosyanıza girdiyse taksi şoförlüğü dahil, 18 yaş altına hizmet verme ihtimali bunulan hiçbir şirket ve kurumda çalışamazsınız, hatta oralara yaklaştırmazlar dahi sizi.
Kadınları ve çocukları korumak temel amaç
İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti tarihsel bir olgu olarak görmekte ve bunun cinsel eşitsizlikten, kadına yönelik ayrımcı yaklaşımlardan kaynaklandığını söylemektedir. Bunun için de cinsiyetten kaynaklanan eşitsizliklerin giderilmesi, kadına yönelik her türlü taciz tecavüz şiddet ve baskının, zorla ve/veya erken evlendirmenin engellenmesini hedeflemektedir. Sözleşme kadınları ve çocukları korumaya yönelik önleyici tedbirler yanında, suçluları takibe ve cezalandırmaya yönelik imzacı devletlere yükümlülükler getirmektedir. Bu konularda sivil toplum ve medya katkısını, eğitim müfredatının yenilenmesini, mağdurlara hukuki yardım sağlanmasını ve uluslarası işbirliğini teşvik etmektedir.
Sanırım bizim muhafazakarlar Sözleşmenin 12. Maddesinde geçen şu cümlelere takıldılar: “Taraf Devletler, kadınların aşağı bir cins olduğu veya erkekler ile kadınlar için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan önyargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü uygulamaları yok etmek amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi için gerekli tedbirleri alır.”
Aile kurumumuz kadına şiddeti mi gerektiriyor?
Ayrıca 14. Maddede ‘Eğitim’ bölümünde geçen “Taraf Devletler, kadın erkek eşitliği, kalıplaştırılmayan toplumsal cinsiyet rollerini, karşılıklı saygıyı, kişiler arası ilişkilerde şiddetten kaçınma temelinde çatışma çözümünü, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı meselelerinin resmi müfredat içerisinde ve eğitim sürecinin her düzeyinde öğrencilerin gelişim kapasitelerine uygun olarak öğretim materyallerinin içerisine dâhil edilmesi için uygun olan durumlarda gerekli adımları atar.” kısmında “kalıplaştırılmayan toplumsal cinsiyet rolleri” kavramından eşcinselliği çıkarımlamaktadırlar.
AKP iktidarı sözleşmeden, “Aile kurumuna zarar veriyor ve geleneklerimize aykırı” diyerek çıkmıştır. Aile kurumumuz ve geleneklerimiz kadına ve çocuğa şiddeti mi gerektiriyor? Onlara yönelik suçları örtmeyi, yok saymayı mı gerektiriyor?
İstanbul sözleşmesini bazı maddelere çekince koyarak kabul etmek de mümkün iken AKP iktidarının TBMM’de onaylanmış, kadına ve çocuklara yönelik şiddeti önlemede etkin olabilecek böyle bir düzenlemeyi reddetmesi, dini gerekçelerle yaftalaması bir kara propagandadan ibaret görünüyor. Aksine islam kadınları, çocukları, yetimleri, zayıfları korumayı emrediyor. Diyelim ki İstanbul Sözleşmesini beğenmediniz. Sizi çocukların, kadınların haklarını korumaktan, suçluları cezalandırmaktan alıkoyan nedir?
Mevcut yasalar çerçevesinde de pekala tedbirler alınabilir. Ama siz destekçiniz olan bir kurumda çocuklara tecavüz ortaya çıkınca ilgili şahsı cezalandırmak, hakikati ortaya çıkarmak yerine, “Bir defadan bir şey olmaz!” deyip o kurumu, hatta bütün dini kurumları töhmet altına soktunuz. Yetiştirme yurtlarında yaşanan tecavüzleri, fuhuş sektörünü takip eden bir kadın avukatı hapse atarak bu suçların üzerinize kalıcı olarak yapışmasına sebep oldunuz. İstanbul Sözleşmesi yürürlükte olsaydı bunları bağımsız bir gözlemci heyet inceleyebilecek ve raporlayabilecekti. Sanırım sizin döneminizde patlama yapan bu suçların raporlanıp ortaya dökülmesinden korktunuz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***