AHMET KURUCAN | YORUM
Fethullah Gülen Hocaefendi, sevenlerinin sessiz çığlıkları altında vuslat yolculuğuna uğurlandı. Definden bugüne geçen sayılı günlerde de hissiyattaki yoğunluk kısmen yaşansa da “Hocaefendi sonrası” denebilecek çizgide atılması gereken rasyonel adımlar konuşulmaya başlandı.
“Her canlı ölümü tadacaktır.”
Ecel vakti geldiğinde ne bir saniye ileri ne de bir saniye geri, herkes ruhunu Rahman’a teslim edecektir. Hocaefendi için Rabbimizin belirlediği ecel vakti gelmişti ve o da kendi tabiriyle ‘ruhunun ufkuna yürüdü.’ Artık o beden-ruh birlikteliği içinde aramızda değil. Fakat geride bıraktığı her türlü mirası ile hâlâ aramızda.
2009 yılında Almanya’nın dünyaca ünlü Postdam Üniversitesi’nde “Gelenek ile modernlik arasında bir köprü” üst başlığını taşıyan konferans tertip edilmişti. Konu A’dan Z’ye Hizmet Hareketi’ydi. O konferansa katılanlar arasında ben de vardım ve her bir tebliği dinledim. Tebliğin özü diyebileceğim nirengi noktaları teker teker not aldım. Amerika’ya döndüğümde de Hocaefendi’ye bunların hepsini anlattım.
Bir saati aşkın bir oturum oldu. Her bir aktarım üzerinde düşüncelerini açıkladı. İlave sorular sordu cevaplar verdi. Katılır mısınız bilmem ama zamanlama itibariyle o değerlendirmeler tam da bugünlerimize ışık tutacak mahiyette. Onları aktaracağım aşağıda…
Yalnız bir şeyde karar kılamadım; sadece o değerlendirmelerini mi aktarayım yoksa o değerlendirmeler üzerine ben de yorum yapayım mı? Düşündüm ve yorumsuz aktarmaya karar verdim. Sadece üst başlıklar koydum. Zira inanıyorum ki arkadaşlarımızın her biri bu meseleler üzerinde benden çok daha etkin bir biçimde yorumlar yapabilir.
Hizmet Hareketi’ne yönelik tenkitler
Konferansta Hizmet Hareketi’ninin bazı teori ve pratiklerini tenkid edenlerle alakalı olarak değerlendirmesi şu oldu: “Herkesin bize göre, bizim hissiyatımıza göre söz söylemesi şart değil. Akademisyenlik, objektif olmayı gerektiren bir meslektir. Zaten bu türlü toplantılarda esas olan da müdavele-i efkârdır. Acı-tatlı, iyi-kötü, çirkin-güzel bütün yanları ile ortaya konmalıdır.”
Söz konusu tenkidleri dile getirmedeki usul ve uslup adına da şunları söyledi: “Tenkitler olabilir ve olmalıdır. Ama bunlar yapıcı olmalı. Bizdeki eksikliği, yanlışı, kusuru gidermeye matuf olmalı. Bunun yanında eksik olarak gördükleri hususları gidermemiz için bizi teşvik edici bir üslupla dile getirilmeli. Hatta bizde heyecan oluşturmalı.
Mükemmeli elde etmek bizim elimizde değil; onu sadece Allah yapar. Fakat gayret gösterir, çalışır ve çabalarız. Ayrıca tenkitler yapılırken fanteziye girenler olabilir. ‘Herkes takdir ederken, ben de tenkit edeyim’ diyebilir birileri. Ne sağlam bilgiye ne de ilmî disiplinlere bağlı olmayabilir söyledikleri şeyler. İnsan tabiatında vardır bu. Öyleyse onu da normal kabul etmek lazım. Fakat bu, söylenenleri kabul etme anlamına gelmez; o zaman birileri de çıkar; ortaya atılan şüphe ve tereddütlere üslubumuzu bozmadan makul cevaplar verir.
Ortaya konulan plan ve projeler ne kadar da mükemmel olsa, hatta sevk-i İlahi ile hareket ediyor dahi olunsa, onları hayata geçirirken beşer fıtratı devreye girer. Kusurlarla alüde olan fıtrat ise, bazen işin rengine, desenine, kokusuna dokunur.”
Yüksek insanî değerler etrafında buluşan insanların hareketi
Hizmet Hareketi’ne ‘Gülen Hareketi’ denilmesine sıra geldi. Söylediği cümleler aynen şöyleydi: “Dünyanın dört bir yanında eğitim, diyalog, ekonomi diyerek hizmet götüren, böylece bir taraftan insanlığa ait sorumluluklarını yerine getirirken, diğer taraftan Allah’a karşı vazifelerini yapan milletimizin çaba ve gayretlerine terettüp eden hasılayı, bir insana atfetmek şirktir. Bu yaklaşım insanları tiran yapmaya yeter. Öyleyse katiyen şahısları putlaştırmayın.
Bir başka zaviyeden bugün yapılanlar dün, önceki gün ve daha öncesinde yapılanların semeresi. Birileri gelmiş, ciddi çalışmaları olmuş, işi bir yere kadar getirmiş ve size ışık tutacak beyanları, tavsiyeleri, tecrübeleri de ilave ederek, “Sıra sizde!” demişler. Yani toprağın bağrına tohumları atmış, sulamış, tımarını yapmış, tam çalışmaları meyve vereceği zamanda çekip gitmişler. Şimdi bu gerçeği görmemek nankörlük olur. Bu hakikat, harekete isim verilirken mutlaka görülmeli.
Bu demek değildir ki harekete yararlılıkları dokunan insanlardan bahsedilmesin. İnsan tabiatında vardır; herkesin sevdiği, saydığı insanları ön plana çıkartmak, onlardan bahsetmek ister. Ama bu hissiyat, bütün bir milletin sa’yine terettüp eden şeyleri, bir insana mal etme sebebi olmamalı. Fakat illa birilerine ve bir şeylere mal edeceğiz deniliyorsa, hareket topyekün bir milletin bütün insanlığı içine alan insan sevgisine, bu uğurdaki müstakim aşk, şevk ve heyecanına mal edilmeli. Baki olan Allah’tır; insanlar da, insanların yaptıkları da fanidir.
Dolayısıyla illa bir isim koyalım deniyorsa buna yüksek insanî değerler etrafında buluşan insanların hareketi diyebilirsiniz.”
…ve ‘gizli ajanda’ iddiası
Sona doğru gelirken bir akademisyenin, “Samimiyet ile gizli ajanda bir arada olmaz.” sözünü aktardım. Tebessüm ederek dinledi ve “Benim gizli ajandam şu: Allah’ın rızası dışındaki mülahazalara bağlı olarak yapılan her davranışı şahsım adına HARAM sayıyorum.”
2009 Mayıs ve 2024 Ekim. Aradan 15 yıl geçmiş ama bu değerlendirmeler bugün ve yarınımızı planlarken hala geçerliliğini koruyor diye düşünüyorum.
Bilmem sizler ne der ve ne düşünürsünüz?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***