MAHMUT AKPINAR | YORUM
Eski Türkiye’de sivil bürokrasi ve siyaset erbabı, askerler karşısında ezik dururdu. Çünkü asker kendisini ülkenin ‘biricik’ ve ‘yegane’ sahibi görür, herkesi hizaya sokmaya çalışırdı. Darbelerle idam edilen siyasetçiler, tasfiyeler, fişlemeler insanlara bu korkuyu yerleştirmişti. Rütbesi ne olursa olsun TSK mensubu bir subay, astsubay sivil insanların çekindiği, mesafe koyduğu kimselerdi.
Bugün AKP’li polislerin magandalıklarına benzer olaylar eskiden asker kişilerden geliyordu. Kendilerini her şeyin üstünde görüyor, diğer kamu görevlilerine tepeden bakıyorlardı. Zorunlu askerlik, askerin sivil üzerindeki tahakkümü için araç yapılıyordu. Uzunca zaman TSK bu ülkede en önemli güç oldu, kurumlar üzerinde vesayet kurdu.
Şimdilerde bunun tersini yaşıyoruz. Koca koca paşalar, komutanlar Erdoğan ve ailesine güzelleme yapmakta, yalakalıkta yarışıyorlar. 11. Cumhurbaşkanı Adullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Gül7ü GATA’ya almayanlar, Erdoğan’ın oğlu Bilal’e temenna duruyor. Her türlü yasadışılığa bulaşmış liyakatsız komutanlar Erdoğan’a halayık (köle) olarak terfi alıyor. Eskiden korkulan omzu kalabalık komutanlar artık 23 Nisan’da koltuk emanet edilmiş çocuklar gibiler! O makamlar, koltuklar gücünü, yetkisini milletten ve yasalardan alırlar. Dünkü kirbirli halleri ne kadar yanlışsa, bugün siyasetin evcil kedisi olmaları da o kadar yanlış.
Ordular Batı’nın vesayet aracı oldu
20. yüzyılda, özellikle 2. Dünya Savaşından sonra kolonyalist devletler sömürgeleri kontrol etmekte zorlandı. Çünkü global dengeler değişmişti, bağımsızlık mücadeleleri yayılıyordu. O şartlarda sömürgeleri elde tutmak devasa ekonomik ve beşeri kayıplara neden oluyordu. Emperyal güçler rasyonel davranıp bu ülkelerden çekildiler. Geride kontrollerini örtülü olarak devam ettirecek vasiler koydular. Ülkeleri küçük parçalara bölüp suni krallıklar üretti, başlarına vesayetçi hanedanlar bıraktılar. Pek çok ülkede ise Batı eğitim ve anlayışını benimsemiş askeri bürokrasiyi vesayetçi güç yaptılar. Böylece bu ülkelerde siyasete ve topluma yön verme imkanı elde ettiler. Ordular üzerinden post modern kolonyalizmi sürdürdüler.
Milliyetçi ve seküler ordular gerektiğinde alana inip Batı lehinde darbe yaptı, Batı çıkarlarından uzaklaşan ülkeye balans ayarı verdi. Batı’nın çekildiği ülkelerde belirli aralıklarla askeri müdahaleler olur, sivil siyasete dar alan bırakılır. Suriye, Irak, Sudan, Mısır, Pakistan, Bangladeş, Yemen, bazı Afrika ve Latin Amerika ülkeleri bu kategoride ele alınabilir. Emperyal güçlerin bu ülkeleri mutlak kontrol edebildiğini iddia etmiyorum. Ama çekillirken kurdukları düzenekleri kullanarak gerektiğinde bu ülkelerin dengelerine müdahale ederler. Kolonileşmemiş ama işgaller görmüş Türkiye de bu sınıfa konabilir.
Türkiye’de Kemalist eğitim sistemi her bireyi ‘Kemalist’ ideolojinin militanı gibi yetiştirmeyi hedefler. Okullarda bilimsel eğitimden, etik değerlerden öte yıllarca ağır ideolojik yükleme yapıldı. Askeri okullardaki ‘Kemalist’ yükleme çok daha yoğundu. TSK iç tüzüğünde yer alan “Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama” görevi nedeniyle her bir subay kendisini ülkenin yegane sahibi gördü. Sivillerin “güvenilmez”, “cumhuriyete tehdit” potansiyelinde olduğu öğretildi. Türkiye’de askeri okula gidenler iyi bir komutan olmaktan öte cumhurbaşkanı olma hayaliyle yetiştirildiler. Zira Turgut Özal’a kadar bütün devlet başkanları asker kökenliydi. Bu nedenle Türkiye’deki askeri eğitim özünde darbeci kodlara sahiptir. Toplum, bürokrasi, siyaset TSK’nın istediği çizgiden uzaklaştığında ordu müdahale etmiş, ülkedeki her şeyi resetlemiştir. 1980 darbesinden sonra öyle kazıklar çaktılar ki onca değişime rağmen ‘Kenan Evren Anayasası’ hâlâ yürürlükte. Şimdilerde ona bile razıyız, zira artık bir anomi, kuralsızlık hakim.
Uzun yıllar bürokratik yapılar, medya, yargı ve aydınlar ‘Kemalist’ düzenle uyumlu oldukları için darbe yapmak, ülkeyi tekrar ‘Kemalist’ subayların istediği çizgiye çekmek zor olmadı. Çünkü sistemin stratejik noktaları ‘Kemalist’ anlayışın ve Beyaz Türklerin kontrolündeydi. Ancak 1980’lerden sonra eski paradigmalarda köklü değişiklikler yaşandı. Hızlı kentleşmeye paralel ülkede yeni orta sınıf oluştu, kırsaldan göçen muhafazakar, dindar aileler çocuklarını okutmaya, memur, asker, yargıç, polis vb yapmaya başladılar. Bu durum hayatın bütün alanlarında var olan aristokratik vesayeti kırdı, daha sivil, çoğulcu, demokratik bir toplum ve TSK vesayetine dirençli bir sosyoloji ortaya çıkardı.
Devlet aygıtı büyüdü, bürokrasi genişledi, Anadolu’dan yeni zenginler çıktı. Beyaz Türkler stratejik noktalara yetemez hale geldiler. Yoğun kentleşme tarikat ve cemaat yapılarını güçlendirdi, dindarlaşma arttı. Siyasetçiler oy potansiyeli nedeniyle bu kesimlere sırtını dönemedi. Dolayısıyla hayatın her alanında muhafazakar, dindar insanların oranı arttı. Bu hal ‘Kemalist’ askeri elitleri, Beyaz Türkleri fazlasıyla rahatsız ediyordu. Topluma, siyasete, bürokrasiye yeni “balans ayarı” verme lüzumu duydular. Lakin toplumda askeri müdahalelere defans vardı. 1980 darbecilerinin başarısızlıkları, ekonomiyi kötü yönetmeleri halkın hafızasındaydı. İnsanlar orduya saygı duymakla birlikte siyasete müdahalesinden rahatsızdı.
Yukarıda saydığım değişimin etkisiyle yeni balans ayarı için post modern darbe olarak 28 Şubat düşünüldü. Askerler doğrudan yönetime el koymadı, harici baskıyla siyaseti, bürokrasiyi, medyayı kalıba sokmaya çalıştılar. “Batı Çalışma Grubu” diye illegal yapılar oluşturdular. Medyayı denetime aldı, fişlemelerle, andıçlarla muhalif aydınları sindirdiler. Ülke genelinde estirilen soğuk hava 3-4 yıl sürdü. Yaptıkları cadı avıyla sivil ve askeri bürokraside binlerce insanı işinden attı, mağdur ettiler.
28 Şubat neden başarısız oldu?
Yargıya, siyasete, müdahale edip talimatlar verdiler. Ama günün sonunda istedikleri sonuçları alamadılar. Toplumda, medyada, siyasette aklı selim ve vicdan galip geldi, hukuk toparlayıcı kararlar aldı ve mağdurlar çok sürmeden geri döndüler. “Biz asılız!” diyen seçkinci zihniyet Tek Parti dönemindeki gibi herşeyin kontrollerine geçmesini istiyordu. Nitekim, “28 Şubat bitmedi, 1000 yıl sürecek!” diye açıklamalar yaptılar.
Çünkü sivil ve askeri bürokrasinin içindeki yetişmiş Anadolu insanları, demokrat aydınlar, adalete inanan yargıçlar kendisini Cumhuriyet’in sahibi, halkı maraba görenlerin oyunlarını bozdular, planlarını açık ettiler. Önceleri sivil ve askeri bürokraside bunlara direnç gösterebilecek, oyunlarını ifşa edecek kadrolar yoktu veya güçsüzdüler. 28 Şubat ve sonraki teşebbüsler bu kesimlere artık ordu ile darbe yapmanın, balans ayarı vermenin mümkün olmadığını gösterdi. Ayrıca halk antidemokratik tavırlara karşı çıkıyordu.
Strateji değişikliğine gittiler
Siyaseti kullanmaksızın yeni oyun kurmanın mümkün olmadığını anladılar. Projelerini başarısız kılan sivil ve askeri bürokrasideki kadroları tasfiye etmeden devleti tekrar kontrol etmeleri zordu. Özellikle TSK’da ciddi bir tasfiye gerekiyordu. Erdoğan ile Yaşar Büyükanıt’ın 5 Mayıs 2007’deki Dolmabahçe görüşmesi sonrası olayların seyri değişmeye başladı. Sonraki proje ve misyon gereği Erdoğan’a ‘Tek Adam’ olma yolu açıldı. Ergenekoncularla ittifak kuruldu, fişleme çalışmaları başlatıldı.
Ülkeye balans ayarı verme işi bu defa siyaset eliyle yapılacaktı. Giderek kirlenen ve çamura saplanan Erdoğan bu misyonu kabul etti. Numan Kurtulmuş’un itirafıyla bu kadar büyük bir tasfiyeyi hukuk ile yapmaları mümkün değildi. Oyunlarını ifşa eden, tuzaklarını bozan kadroları ordudan, yargıdan, bürokrasiden, hayatın tüm alanlarından kitleler halinde tasfiye ettiler.
Erdoğan’ı taşeron yapınca Cumhuriyet tarihinin en büyük tasfiyesini yaptılar. Darbelerde erler, askeri öğrenciler “emir kulu” kabul edilip tahliye ediliyordu, 15 Temmuz’da hiç alakası olmayan 100 binlerce sivil, asker, memur, polis, yargıç tasfiye edildi. Tekrar insan yetişmesin diye binlerce eğitim kurumu, onlarca üniversite kapatıldı. Üç günlük erlere müebbet verildi. Namuslu, başarılı Anadolu sermayesi yağmalandı. Ama “İslamcı iktidar” bir tane beyaz Türkün şirketine çökmedi. Ergenekoncu zihniyet dini istismar eden bir iktidarla birlikte yüzyılın zararını verdi ülkeye. Balyoz’u ülkenin, milletin, ordunun tepesine Erdoğan eliyle indirdiler.
Şu anda piyasada dolaşan askerler görevde olması gereken komutanların yedeğinin, yedeğinin, yedeği! Nerede kirli, suça bulaşmış, harami, omurgasız kimse varsa sivil ve askeri bürokrasinin, yargının, siyasetin önemli noktalarına getirildi. Ama zaman daralıyor, koltukları sallanıyor. Bu kıfayetsizler, kirli kişiler iktidardan düşünce kibirli ‘Kemalistlere’, Beyaz Türklere yeniden gün doğar mı bilemiyoruz.
“Müslümanlık” namına yapılan sahtekarlıklar, ilkesizlikler gençlerde İslamdan uzaklaşmayı, Kemalizme yönelmeyi doğurdu. Projenin içinde böyle bir hedef var mıydı bilemiyoruz; fakat Kemalist eğitimle yetişen gençler başka bir ‘Tek Adam’ Mustafa Kemal hayranlığına yöneliyor.
Cebi ve canı yanan halk umarız hukukun, demokrasinin, birlikte yaşamanın kadrini, kıymetini anlar ve ülke iyice çökmeden demokrasi arayışına yönelir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***