YÜKSEL DURGUT | YORUM
Amerikalı yargıç Robert Jackson, İkinci Dünya Savaşı sonrası Nürnberg mahkemesinde yaptığı açılış konuşmasında, “Uluslararası hukuk çerçevesinde kaçınılmaz olan savaşları önlemenin nihai adımı, devlet adamlarını hukuka hesap verebilir kılmaktır.” demişti. 79 yıl sonra, bu sözler tekrar gündeme geldi ve savcılık harekete geçti.
Peki, İsrail ve Hamas’ın üst yöneticileri için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden yapılan tutuklama talebi ne anlama geliyor? 20 Mayıs 2024 tarihinde, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Han, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant ile Hamas liderleri İsmail Haniyeh, Yahya Sinwar ve Mohammed Deif hakkında tutuklama emri talep ettiğini duyurdu. Bu, Batı tarafından desteklenen bir devlet başkanının ilk kez suçlandığı bir durum olarak tarihe geçti.
Hamas liderlerine yönelik suçlamalar arasında rehin alma, tutsaklara karşı cinsel şiddet ve işkence bulunuyor. Netanyahu ve Gallant’a yöneltilen suçlamalar ise sivilleri aç bırakarak savaş yöntemi kullanma, sivilleri kasıtlı olarak hedef alma, zulüm, zalimane muamele ve katletme girişimini içeriyor.
Tutuklama talebinin isteneceği kulislerde zaten konuşuluyordu, ancak her iki taraf hakkında bu kadar geniş bir suç başlığının yer alacağı beklenmiyordu. Örneğin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra Putin hakkında verilen tutuklama emrinin tek nedeni, Ukrayna’dan çocukları yasadışı olarak sınır dışı etme suçuydu. Putin, bu suçu devlet televizyonunda itiraf etmiş ve bu itiraf dosyada yer almıştı.
Savcının İsrail’e yönelik suçlamaları, savaş suçları ve insanlığa karşı suçları içeriyor. Ancak, soykırım kelimesi bu suçlamalar arasında yer almıyor. UCM, Srebrenitsa’da soykırım işlendiğine dair karar aldığında, eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bulgularına dayanmıştı. UCM, mevcut bulgularla ‘soykırım’ suçlamasını kanıtlama zorluğunu aşarak ‘imha’ suçlamasını tercih ediyor. Bu yüzden şu ana kadar UCM, duruşmalar sırasında elinde bu tür bulgulara sahip olmadığı için ‘soykırım’ suçlaması gerçekleşmeyecek.
UCM başsavcısı, ‘soykırım’ suçlamasını yerine ‘imha’ suçlamasını tercih ederek farklı bir yaklaşım benimsiyor. Bu tercih, devlet veya örgütsel bir politikanın parçası olarak sivil bir nüfusa karşı yaygın veya sistematik saldırılar sırasında gerçekleşen kitlesel katliamları içeriyor. Bu yaklaşım, savcının soykırım suçlamasını kanıtlama zorluğunu aşarak daha geniş kapsamlı bir adalet arayışına olanak tanıyor.
Bu hem adaletin sağlanması hem de tarihsel kayıtların tutulması açısından önemli. Böylece, mahkeme, sivillere karşı işlenen kitlesel suçların hesabını sorarken, soykırımın dar yasal tanımına takılmadan adım atabiliyor. Bu, Filistinlilere yönelik suçların adalet önüne çıkarılması adına önemli bir adım.
Savcı şimdi başvurusunu, suçlamaların onaylanıp onaylanmayacağına karar verecek olan bir ön mahkemeye sunacak. Mahkeme, suçlamaları onaylarsa sanıklar mahkemeye getirilmesi halinde duruşma yapılacak. Ancak, sanıkların mahkeme salonunda yer almaması durumunda UCM’de duruşma yapılamıyor. Güvenlik Konseyi’nin daimi beş üyesi (ABD dahil), bir davanın UCM’de bir yıl ertelenmesini sağlayabilir, ancak bunun için dokuz onay oyu ve hiçbir veto verilmemesi gerekiyor ki bu pek olası değil.
Hamas liderlerinden Katar’da bulunan Haniyeh, UCM’ye teslim edilebilir. Ancak bir devlet başkanı olarak görevdeyken dokunulmazlığı olan Netanyahu için durum farklı. Dokunulmazlık konusu, eski Sudan Devlet Başkanı Ömer El-Beşir ve Putin’in UCM tarafından verilen tutuklama emirlerinde de gündeme gelmişti. UCM’nin kendi polis gücü olmadığı için, tutuklama emirlerini uygulamak için ülkelerin yargısına güvenmek zorunda.
Adalet Arayışı
Uluslararası hukukun uygulamaları, özellikle güçlü devletler ve liderler söz konusu olduğunda çifte standart gündeme geliyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), geçmişte tüm üye devletlerin mahkemenin emirlerini uygulamakla yükümlü olduğunu belirtmişti. Mahkeme, yasal zorunluluk gereği üye ülkelerin mahkemeden gelen tutuklama emirlerine uymalarını ve bu emirleri uygulamak üzere ülkelerine giden herhangi birini tutuklamalarını talep etmişti. Ancak, çoğu devlet bu talepleri sümen altı yapıyor.
Bu duruma en dikkat çekici örneklerden biri Sudan’ın eski Devlet Başkanı Ömer El-Beşir. El-Beşir, 22’den fazla ülkeye seyahat etmiş olmasına rağmen henüz tutuklanmadı. Hâlihazırda, UCM’nin tutuklama emri bulunan 17 kişi hala serbest şekilde elini kolunu sallayarak geziyor.
ABD Başkanı Joe Biden, Putin’e karşı verilen tutuklama emrinin ‘haklı’ olduğunu belirtirken, Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Netanyahu’ya karşı verilen emri ‘rezil bir karar’ olarak nitelendirdi. Avrupa Birliği ise Afrika devletlerini El-Beşir’i tutuklamamakla suçlamıştı.
Netanyahu’ya karşı verilen tutuklama emirlerine Batılı devletlerin nasıl tepki vereceğini görmek ilginç olacak. Almanya bu konudaki kararını birkaç gün önce açıkladı ve mahkemenin kararını yerine getireceğini ilan etti. Almanya, Putin’e karşı verilen tutuklama emrinin “hiç kimse yasaların üzerinde değildir” şeklinde değerlendirmişti. Yine aynı Almanya, El-Beşir’e karşı verilen tutuklama emrini destekleyerek Sudan’ı bu konuda harekete geçmeye çağırmıştı. Eğer Almanya verdiği karardan geri atmazsa, Netanyahu için Almanya’nın ücra bir köşesinde saklanmak dahi mümkün olmayacak.
Uluslararası hukuk, güçlü ve zayıf devletler arasında eşit uygulandığında adaletin sağlanması mümkün. Ancak günümüzde, hukukun hayata geçmesinde çifte standart olduğu ortada. Bu, uluslararası hukukun meşruiyetine gölge düşürüyor. Adaletin gerçek anlamda tesis edilmesi için tüm devletlerin ve liderlerin eşit muamele görmesi, yasaların herkes için aynı şekilde uygulanması gerekiyor.
Nürnberg Mahkemeleri: Adaletin Çifte Yüzü
Bilindiği gibi uluslararası ceza hukuku, Nürnberg mahkemeleriyle doğdu. II.Dünya Savaşı’ndan sonra Nazilere ne yapılacağı konusunda dünya liderleri farklı açıklamalarda bulunmuştu. Stalin hepsinin öldürülmesini, Churchill kurşuna dizilmeleri gerektiğini savunurken; Roosevelt, uluslararası bir mahkeme tarafından yargılanmaları gerektiği konusunda diğer liderleri ikna etti.
Nürnberg Mahkemeleri, Nazi liderlerinin yargılanmasıyla insanlık tarihinde önemli bir yeri var. Ancak, bu mahkemelerin gerçekten başarılı olup olmadığı konusunda derin tartışmalar mevcut. Yaygın bir görüş, mahkemeler Nazi liderlerini itibarsızlaştırmış ve Alman halkını Batı’nın değerlerine kazandırmıştır. Ancak, yıllar içinde yapılan araştırmalar ve anketler, bu görüşün gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor.
1946-1958 yılları arasında Almanya’da yapılan anketlerde, her yıl halka iki soru soruluyordu: “Hermann Göring ve diğer Nazi liderlerinin suçlu olduğunu ve adil yargılandıklarını düşünüyor musunuz?”
Bu sorulara verilen yanıtlar, Almanların yüzde 85-90’ının her iki soruya da ‘hayır’ dediğini ortaya koydu. Bu sonuçlar, mahkemelerin Alman halkını savaş sırasında yaşananlar konusunda eğitme ve bilinçlendirme işlevini yerine getiremediğini gösteriyor.
Nazi lideri Hermann Göring, mahkeme sürecini kendi propagandasını yapmak için kullanıldı. Göring, başsavcılık makamını etkili şekilde manipüle etmiş ve mahkeme sürecini radyoda yayınlatarak, Nazi ideolojisini yeniden canlandırmayı başarmıştı. Benzer durum Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç’in yargılanmalarında da yaşandı. Miloşeviç, uluslararası mahkemelerde yargılandı ancak seçimleri mahkeme salonundan kazandı.
Mahkemeler, suçluları caydırma, etkisiz hale getirme, kalıcı barış sağlama ve ahlaki kınama gibi hedeflerin gerçekleşmediği ortada. Hatta, bazı liderlerin uluslararası kınamaya rağmen görevde kalma çabaları ve halkın desteğini kazandıkları görülüyor. Bu tanıma uyan en güzel örnek şüphesiz Türkiye’nin partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. AB başta olmak üzere demokratik devletlerin liderlerinin kamuoyu önündeki açık çağrı ve uyarılarına rağmen Erdoğan’ın seçimleri kazanması örnek gösterilebilir. Ancak, uluslararası adaletin en önemli yanı tarihsel bir kayıt oluşturması. İnsanlık suçlarına karşı bir duruş sergilemek ve geleceğe bir mesaj bırakmak açısından bu yargılamalar çok anlamlı.
Uluslararası yargılamalar, insanlık için önemli. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin alacağı kararlar, uluslararası hukukun ve adaletin sağlanmasında bir dönüm noktası olabilir. Ancak, bu süreçte birçok hukuki ve siyasi engelin aşılması gerekiyor. Bu süreçlerin nasıl yönetileceği ve sonuçlarının ne olacağı tartışmalı bir konu. Gelecek nesiller için bu yargılamaların tarihsel bir kayıt olarak kalması ve insanlığın ilerlemesine katkıda bulunması da şüphe götürmez. Güçle, akılı birleştirerek insanlık suçlarına karşı çıkmak, ilerlemenin bir göstergesi.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***