NECİP F. BAHADIR | YORUM
Sabahattin Ali’nin ‘Sırça Köşk’ hikayesini bilir misiniz? Adını koymasa da öykünün mesajı siyasidir. Yakın arkadaşları hikayeyi yayınlamaması konusunda yazarı uyarır. Eğer yayınlarsa başının ağrıması kaçınılmazdır. Ankara mutlaka hesabını sorar. Nitekim Ali, sonunda hayatına mal olacak, mahkemeler ve hapishanelerle tanışır. Tekrar hapishaneye dönmemek için tek çare olarak dışarıya yönelir, Edirne sınırında ‘cansız bedeni’ bulunur.
Sabahattin Ali’nin hikayede kısaca anlattığı tema şöyle: Üç uyanık kafadar ahaliyi ‘sırça köşksüz’ şehir olamayacağına ikna ederek camdan köşk yapar. Köşk, eklerle giderek büyür ve köşk ehlinin sayısı artar. Halk köşkün ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanır. Köşk sakinleri ahalinin sızlanmasına aldırmaz zora başvurur, mallarına mülklerine el koyar, itiraz edenleri ise bodruma hapsederler.
Halk, ‘köşkün, hiçbir kuvvetin yıkamayacağı kadar dayanıklı olduğu’ söylentisine inandırılır. Şüphesi olanlar da hile ve korkuyla susturulur. Ahalinin malı mülkü ne varsa tükenir, deniz biter. Ferman üzerine son kalan koyunlarını köşke teslim ederler. Halktan homurtular yükselmeye başlayınca, üç kafadardan biri koyunların hepsini yemediklerini, bir kısmını geri vereceklerini söyler.
Ve hayvanların kelleleri halka dağıtılır. Kelleler kemikten ibarettir, ne beyni yerinde ne de dili ve gözü… “Neden?” diye sorduklarında, “Siz onların kıymetini bilmezsiniz, ziyan edersiniz!” cevabını alırlar. Bunun üzerine topluluğun içinden biri, “Bana böyle bir başın lüzumu yoktur!” diyerek kelleyi fırlatınca sırça köşkte bir delik açılır. Bundan cesaret alarak herkes elindeki kelleyi fırlatır, sağlamlığına inandıkları sırça köşk cam şakırtılar arasında yerle yeksan olur.
En heybetlisini yıkmak için 3-5 kelle yeter
Bu hikayenin sonunda Sabahattin Ali, kıssadan hisseyi de şöyle kaleme alır: “Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeterlidir.”
31 Mart’ın sonuçları üzerine düşünürken Ali’nin ‘Sırça Köşk’ hikayesini hatırladım ve tekrar okudum. Seçimin en önemli neticesi AKP’nin İstanbul veya başka şehirleri kazanamaması ve ikinciliğe gerilemesi değil. CHP’nin 47 yıl sonra sandıktan birinci parti çıkması da değil. Kuşkusuz bunlar çok önemli sonuçlar ancak çok daha önemli neticesi var 31 Mart’ın.
O da ‘Yenilmez Adam’ putunun büyük gürültüyle yıkılmasıdır. Erdoğan siyasette ‘yenilmez adam’ kültü haline geldi. Her girdiği seçimden muzaffer çıktı. En zor zamanlarda bile neticeyi lehine çevirmesini bildi. AKP’lilerde, “Reis ne yapar ne eder seçimi kazanır!” inancı yerleşti. Ona bir ‘siyaset adamının’ ötesinde anlam yüklediler, kutsiyet atfettiler.
Muhalefet ise her yolu denemesine, bir masa etrafında toplanmasına rağmen Erdoğan’ı alt edemedi. Ben sandık zaferlerine kendisinin bile şaşırdığını düşünüyorum. 17-25 Aralık operasyonlarından sonra 2014’te yapılan yerel seçimleri ‘kaybetme korkusu’ yaşadı. Yolsuzluk iddialarının bile toplumda karşılığı olduğu düşünülürse, ‘suçüstü halinin’ Erdoğan ve AKP’yi iktidardan düşürmesi gerekirdi.
CHP, 2019’da İstanbul’un 14 ilçesini kazanmıştı. Dün yapılan seçimde ise bu sayıyı 26’ya çıkardı. İstanbul da tıpkı Türkiye gibi ‘kırmızıya’ boyandı…
“Acaba ben seçilmiş biri miyim!”
Ama halk yolsuzluk haberlerini umursamadı ve Erdoğan, İstanbul’u da, Ankara’yı da zorlanmadan aldı. Sadece Erdoğan değil her fani bu tablo karşısında, “Acaba ben de bir seçilmiştik, bir olağanüstülülük mü var!” diye düşünür. İçinden geldiği kültürü de dikkate alarak Erdoğan’ın bu düşünceye kendini kaptırdığına inanıyorum.
10 ay önce bütün şartlar aleyhineyken, rüzgar karşıdan sert eserken, biraz zorlandı; sonunda Kılıçdaroğlu’nu saf dışı bırakarak ipi göğüslemesini bildi. Erdoğan ve AKP’nin, 31 Mart’tan benzer sonuç beklentisi içinde olduğu tahmin etmek zor değil. İlk seçimde 13 bin farkla kaybedilen İstanbul’u geri almak zor değildi. Üstelik İYİ Parti ve DEM kendi adaylarını çıkarmışken…
2019 felaketinin sebeplerinden biri olarak görünen, ‘İstanbul’a dışına taşınan seçmen’in önü kesildi. İstanbul, köydeki muhtarlık veya kasabadaki belediye başkanlığından çok daha önemliydi. 5 yıl önce İstanbul yenilgisini analiz ederken Erdoğan ‘Başta Karadeniz olmak üzere Türkiye’nin çeşitli şehirlerine taşınan seçmene izin vermeyeceğiz’ demişti. Bütün önemler alındı, bütün imkanlar seferber edildi, kazanmak üzere bir ‘oyun planı’ geliştirildi, açılım süreci için kapı aralandı.
Artık eski hal muhal!
Bütün bunlara rağmen olmadı, ‘31 Mart ‘Yenilmez Adam’ putunu yerle bir etti. Bundan gayri sihir bozuldu. AKP’yi ‘iktidar gidiyor’ korkusu, muhalefeti ise ‘Erdoğan yenilebilirmiş inancı ve heyecanı sardı. 31 Mart akşamı Erdoğan balkon konuşması yaparken, “Bu bir bitiş değil, dönüm noktası!” dedi. Doğru hem Erdoğan’ın hikayesi, hem de Türk siyaseti için 31 Mart bir dönüm noktası. Bundan sonra eski hal muhal… Zaferler Erdoğan ve AKP için artık geçmişte kaldı, bir nostaljiye dönüştü. Dönüm noktası ‘Erdoğan devrinin sonunu’ işaret ediyor, yeni bir dönemin de başlangıcını…
‘Yenilmez Adam’ putunun veya tabusunun yıkılması kesinlikle küçümsenecek bir sonuç değil. Aksine Türkiye’nin psikolojisini değiştirdi. Bundan sonra sosyolojinin de değişmesi kaçınılmaz. Erdoğan da yenilirmiş, AKP de ikinci sıraya düşermiş. Partisinin balkonunda zayıf topluluğa hitap ederken eşiyle yalnızları oynayabilirmiş. ‘O eski halinden eser yok şimdi’ şarkısını AKP’liler de söyleyebilirmiş.
Ahalinin sağlam sandığı köşk, meğerse camdanmış. Köşk’te bir gedik açmak için ‘1 oy’ yetermiş. 31 Mart bir kelle olarak Sırça Köşk’e fırlatıldı ve camdan yapı yerle bir oldu.
‘Put kıran, tabu yıkan’ 31 Mart’ın bundan daha önemli sonucu olabilir mi?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***