(Serbest Görüş) – Erzincan’ın İliç ilçesinde bulunan Anagold Çöpler Altın Madeni’nde yığın liç alanının kayması sonucu oluşan faciada toprak altında kalan 9 işçiyi bulmaya dönük çalışmalar devam ederken bölgedeki çevresel risklerin boyutları da henüz netlik kazanmadı.
DW Türkçe’ye konuşan uzmanlar ise siyanürlü altın madenciliğinin risklerine dikkat çekerek yaşanan felaketin bir sürpriz olmadığı görüşünde. Anagold örneği tedbirsizlik ve denetimsizlik sonucu altın madenciliğinin yol açtığı tehlikenin ne kadar büyüyebileceğini gözler önüne sererken, çevre ve halk sağlığı alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve bu alanda çalışan uzmanlara göre siyanürlü madencilik böyle bir kaza olmasa dahi doğa ve insan sağlığı için ciddi riskler barındırıyor.
Peki siyanürlü altın madenciliği nedir, nasıl bir çevresel tahribata yol açabilir? Altı soruda derledik:
Siyanürlü altın madenciliği nasıl yapılıyor?
Siyanürlü altın elde etme yönteminde ocaktan çıkarılan cevher, öğütme işlemi sonrası siyanürle karıştırılarak altının cevherden ayrılması sağlanıyor. Bu işlem sırasında altının yanı sıra gümüş, bakır, demir, arsenik, kurşun gibi başka ağır metaller de ayrışıyor.
Jeoloji Yüksek Mühendisi ve Tıbbi Jeoloji Uzmanı Dr. Eşref Atabey, altın cevherlerinin doğada kütle halinde bulunmadığını belirterek “Altın cevherleri kayaçların içinde saçılmış halde bulunur. Toz şeker tanelerinin bir kayaç içinde çok dağınık bir şekilde dağıldığı şeklinde düşünebiliriz” diyor. Atabey, altın içeren kayaçların iş makineleriyle alındıktan sonra bunların değirmenlerde kırılıp öğütüldüğünü ve belli bir milimetre boyutuna getirildiğini aktarıyor.
Maden Yüksek Mühendisi Necati Yıldız ise uygun boyuta kırılmış ya da öğütülmüş cevherin içeriğindeki altının siyanür ile çözeltiye alınması işleminin “siyanürle özütleme” olarak adlandırıldığını belirterek, özütleme yönteminin yığında özütleme ve tankta özütleme olmak üzere ikiye ayrıldığını anlatıyor.
Yıldız’ın verdiği bilgiye göre öğütülmüş cevher, su ve siyanür karıştırılarak tankta ya da kırılmış cevherden oluşturulan yığınların üzerine siyanür püskürtülerek siyanür çözeltisine alınıyor. Siyanür çözeltisine alınan altın, bu çözeltiden değişik yöntemlerle çöktürülerek ya da absorbe edilerek kazanılıyor.
Zeminin geçirimsiz olması siyanürün toprağa karışmaması için büyük önem taşıyor. Zemin geçirimsizliğini sağlamak için kil, asfalt, çimento ve plastik örtü gibi değişik malzemeler kullanılıyor. Bu zemin üzerine, 10-20 santimetre kalınlığında tabana sızan altın yüklü çözeltinin süzülebilmesi için çakıldan bir tabaka oluşturuluyor. Siyanür çözeltisi yığın üzerinden tabana 3-5 gün arasında ulaşıyor ve tekrar tekrar veriliyor. Yığında siyanürle özütleme işlemi 60-90 gün arasında sürüyor.
Şirketler tarafından neden tercih ediliyor?
Maden Yüksek Mühendisi Necati Yıldız, günümüzde altını ekonomik olarak çözeltiye alabilen tek kimyasal maddenin siyanür olduğunu belirtiyor.
Yıldız’ın verdiği bilgiye göre yığında özütleme yönteminde ilk yatırım ve işletme maliyetleri düşük, yatırım ve yatırımın geri dönüş süresi kısa ve diğer yöntemlere göre çok daha kolay. Yöntemin metal kazanım oranı ise yüzde 75’ler civarında.
Altın üretim yöntemi cevherin yapısına bağlı olsa da şirketlerin ‘daha az yatırımla daha çok kar etme’ ilkesiyle hareket ederek altın üretiminde yığında özütlemeyi tercih ettiğini vurgulayan Yıldız, “Çünkü yabancı sermaye her zaman toplumun vereceği olası tepkiye karşı tesis için yatırım yapmak istememekte, gerektiğinde arkasında bir şey bırakmadan çekip gitmektedir. Bu nedenle genellikle taşeronlarla çalışmakta, ekipmanı kiralamakta ya da ekipman kiralamayı taşeron aracılığı ile yaptırmaktadır” diye ekliyor.
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’ne göre de siyanür, maden patronları için ev verimli yöntem. Bu şekilde daha düşük maliyetle altın üretimi gerçekleştirilebiliyor. Ancak burada çevresel maliyetler hesaba katılmıyor.
Eşref Atabey, “Maden şirketlerinin en büyük kazancı, çevreyi düzenlemek, sağlıklı bir maden çevresi oluşturmak için harcayacakları parayı harcamayıp bunu kar hanelerine koymaları. Esas kazançları orada” diyor.
Örneğin İliç’teki Anagold Çöpler Altın Madeni’nde üretimin 45 derece yamaçta yapıldığını, normal şartlarda burada üretim yapılmaması gerektiğini vurgulayan Atabey, “Bu kadar eğimli yamaçta sen yamaca pasa atık depoluyorsun. Nasıl önlem alacaksın? Mümkün mü önlem? Alman için de masraf yapman lazım. Milyarlarca dolar. Önüne duvar mı örersin, devasa basamaklı betonlar mi yaparsın? Dere sularına karışıyor, onu nasıl önleyeceksin? Bir sürü önlem alırsan, kazancın yarıdan fazlasını çevreye yatırman lazım. O zaman da yanaşmıyorlar” ifadelerini kullanıyor.
Hangi çevresel risklere kapıları aralıyor?
TEMA Vakfı, öncelikle arama işlemi sırasında yüzlerce noktada sondajlar açıldığını, bu noktalara ulaşım olmaması durumunda, sondaj noktasında araçların çalışması için orman alanlarında binlerce ağaç kesildiğini, mera ve tarım alanlarının zarar gördüğünü belirtiyor. Maden alanında yapılan sıyırma işlemiyle de içinde canlıların yaşadığı toprak katmanının ortadan kalktığını vurgulayan TEMA, içeriğinde cevher bulunan katmanın alınabilmesi için yapılan patlatmaların da yer altı suyunun beslenmesinde azalmaya, madenin yakın çevresindeki arazilerde toprak kaymalarına ve yoğun toz ve gürültüye neden olduğuna dikkat çekiyor.
Sodyum siyanürün ise toprak içindeki altını topraktan ayırırken toprakta zararsız bileşikler halinde bulunan arsenik, antimon, kadmiyum, kurşun, cıva, molibden gibi element ve ağır metalleri de serbestleştirip zararlı forma dönüştürdüğüne işaret eden TEMA, bir altın madeni etrafında bulunan yüzey sularından, topraktan, suda yaşayan bitki ve böceklerden, kara bitkilerinden, kuşlardan alınan örneklerde arsenik düzeyinin yüksek olduğunun saptandığına dikkat çekiyor. TEMA, ayrıca şebeke sularındaki cıva düzeyinin artışının atık havuzlarıyla ilişkili olduğunun, atık depo alanlarında gerçekleşen sızıntı ve taşmalar sonucunda suya ve toprağa kadmiyum karıştığının bilimsel çalışmalarla ortaya konduğunu belirtiyor.
Su kaynakları da atık havuzlarından gerçekleşen sızıntılar, havuzların yıkılması, taşması ve benzeri kazalar ya da atıkların doğrudan nehirlere ve denizlere dökülmesi, asit maden drenajı gibi pek çok farklı süreçle birlikte kirleniyor.
Örneğin, Avustralya Nortpareks’de 1995’de gerçekleşen bir atık havuzu kazasının ardından şirket yetkilileri tarafından maden yakınında 100 ölü kuşun bulunduğu bildirildi. Ancak, daha sonra yapılan sayımda bin 583 ölü kuş tespit edildi. Dört ay sonra yapılan izlemede ise ölü kuş sayısı 2 bin 700’e çıktı.
Türkiye’de hangi kazalar gerçekleşti?
Türkiye’de de 2011 yılında Kütahya’da Eti Gümüş tesislerinde gerçekleşen kaza sonucu atık havuzunun çökmesiyle 25 milyon ton siyanür ve diğer toksik maddeleri içeren su ovaya yayılmıştı.
Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinde ise Kasım 2021’de Yıldızlar Holding’e ait Nesko Maden’in işlettiği maden ocağının atık havuzu yıkılmış, burada toplanan kimyasal maddelerin çevreye yayılması dolayısıyla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı şirkete 12 milyon 71 bin 949 TL ceza kesmişti. Daha sonra madenin faaliyetlerine devam ettiği ortaya çıkmıştı.
Çöpler Madeni’nde Haziran 2022’de gerçekleşen kazada da siyanür taşıyan borulardan birinin patlaması sonucu şirketin açıklamasına göre 20 metreküp siyanürlü solüsyon çevreye yayılmıştı.
Öte yandan su kirliliğinin yanı sıra ayrıştırma işlemi sırasında halkın su kaynaklarının tükenmesine neden olabilecek miktarda da su tüketiliyor. Bir gram altın için tonlarca su kullanılıyor.
Faaliyet sonlandığında nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?
Altın madenciliğinin yapıldığı alanlar, bir zamanlar ormanlar ve temiz su kaynaklarına ev sahipliği yaparken, bu faaliyetten sonra kratere dönüşmüş dağlar, üzerinde canlıların yaşayamadığı araziler, kirlenmiş on binlerce kilometre akarsu ve yüzlerce göle dönüşüyor. Madencilik alanları incelendiğinde genellikle ay yüzeyine benzer bir görüntüde olan, bitkiden yoksun, kırık kaya ile kaplı ve kirli bölgeler olması dikkat çekiyor. Açık maden çukurları yer yüzeyinin deformasyonuna ve çökmesine neden olurken genellikle yer altı su düzeyinden daha derinde olan bu çukurların aktif bir pompalama olmadığı sürece suyla dolup yapay göllere dönüştüğü, bu çukurların çok hızlı şekilde toksik özellik kazanabildiği ve asidik göllere dönüştüğü bildiriliyor.
Vahşi hayvanlar özellikle de bir dinlenme noktası arayan göçmen kuşlar için bir çekim alanı olan toksik göller ve madenciliğin kirlettiği su kaynakları, doğal yaşam açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Balıkların memelilere göre siyanüre daha hassas olduğu belirtiliyor. Kronik ve akut maruziyetin çok sayıda balığın ölümüne, hayatta kalabilenlerde ise toksik madde birikimine neden olduğu belirtiliyor. Türkiye’de siyanürün, madenciliğin yanı sıra sanayide de kullanıldığını ifade eden Eşref Atabey, Marmara Bölgesi’nde bulunan Ergene Nehri’ndeki balık ölümlerine işaret ederek “Buradaki sanayi tesislerinin ne kadar siyanür kullandığının ve toplu balık ölümlerinde etkisi olup olmadığının araştırılması lazım” diyor.
Toprak ve su kaynaklarının kirlenmesiyle tarımsal üretimde de verim ve kalite kaybı yaşanıyor.
Madencilik faaliyetinde siyanürün ağır metalleri açığa çıkardığını, ağır metallerin ise Türkiye’de pek çok madende, kapandıktan sonra dahi etkisi uzun yıllar devam eden çevre tahribatına yol açtığını ifade eden Atabey, “1940’ta kapanan Balya kurşun madeninin pasaları hala etkisini gösteriyor. Pirinç tarlalarının etkilendiğini biliyoruz. Ödemiş’teki terk edilmiş cıva madeni pasaları hâlâ etkisini gösteriyor. Oradan çıkan kirletilmiş asidik sular Ödemiş patatesini ne kadar etkiledi, nehirde ne kadar oranda bu kirlilik var bilmiyoruz. Denizli’deki jeotermal kaynaklardan çıkan bor ve arsenik incir bahçelerine, zeytin bahçelerine zarar verdi. Iliç’te de benzer çevre felaketleri yaşayacağız” diye konuşuyor.
Siyanür ve ağır metaller hangi sağlık risklerine yol açıyor?
Siyanürün kanser yapıcı etkisi saptanmasa da yüksek miktarda alındığında akut zehirlenmeye yol açıyor. Türk Tabipleri Birliği’ne göre hidrojen siyanür için ölümcül doz 50 miligram, sodyum ve potasyum siyanür için ise 200-300 miligram.
Eşref Atabey, “Siyanür renksiz, badem kokusunda zehirli bir kimyasal. Madende kullanılan sodyum ve potasyum siyanür ama kimyasal olarak tepkime ile dönüşebiliyor. Hidrojen siyanüre dönüştüğü zaman hemen buharlaşıyor. Siyanürün saniye, dakika ve saatte zehirleme etkisi var” diyor. Uzun süreli ve daha düşük düzeylerde maruz kalma sonucunda ise kronik zehirlenme ortaya çıkıyor.
Siyanür işlemi sırasında sadece altın çözülmüyor. Bu işlem sırasında ayrıca arsenik, antimon, kurşun, kadmiyum, krom gibi binlerce ton ağır metal de çözülüyor.
Siyanür işlemi sırasında açığa çıkan ağır metallerin çok sayıda sağlık riski barındırdığına dikkat çeken Atabey, bu metallerin yer altı ve yer üstü sularına ya da toprağa bulaşmasının, insanlara bitkisel gıda ve su yoluyla geçebileceği anlamına geldiğine dikkat çekiyor. Ayrıca besi hayvanları da bu durumdan etkileniyor. Hayvansal gıdalar ile de insanlara bulaşabiliyor.
Ağır metaller ağız yoluyla vücuda girdiğinde tekrar süzülüp atılamıyor ve vücutta birikiyor. Belli bir eşik değeri de geçtikten sonra başta kanserler, nörolojik hastalıklar olmak üzere çeşitli sağlık tablolarına yol açıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***