NAİL ŞAHİN*
Kırk akıncı efkârı, yollara düştü ahımız,
Şahlandı bir kere, beyaz atlı kahrımız!
Gurbetin geniş sokaklarında avare yürüyorum, çizip geçerken yanan yüreğimi anılar, ben Hüseyin’e ağlıyorum. Hüseyin Geçmek, tutuklu kaldığı cezaevinde kansere yakalanmış ve hastalık 4. evreye gelene kadar tahliye edilmemişti. Dün sabah vefaat etti.
Bir kış akşamında tanışmıştık onunla. Mahçup halindeki sûkunetin sadece o ana ait olmadığını, onu daha iyi tanıdığım sonraki günlerde daha derinden anlamıştım. Çoğumuz hâlâ öğrenci, yaşımız yirmilerin başları ve yaşımızdan büyük işlerle, yaşımızdan büyük gençleri dizginlemeye çalışırdık.
Şehir Samsun ve ışıkların daha parlak, hayatın daha hızlı aktığı yerdi Atakum. Ve biz kulağımızda kulaklık, sahabe menkıbeleriyle günde bir kaç defa tabana kuvvet dolaşırdık şehri.
Evet biz, mahallenin en uysal çocuklarıydık; sokak sokak dolaşırdı başı öne eğik halimiz. Yolumuz her an bir dost ile çakışır, musafaha faslını gayri ihtiyari uzun tutardık. Öyle mesai önü, akşam sonu değildi caddelere hükmümüz, zaman bizi hırpalar, biz de onun canına okurduk. Seher vaktinde mahmurlu gözlerle başlardı hikayemiz, sonra uzayıp giderdi geceye dek.
Hüseyin Geçmek, memleketi Samsun’da toprağa verildi.
Ve gitti…
Hem de bir hak dostu olarak gitti Hüseyin kardeşim. Uzun süre aynı kulvarda koştuk da yağmurlu Atakum akşamlarında çok defa birlikte ıslandık. Bir gece topyekûn bizi terörist ilan ettiklerinde en yakın arkadaşlar bile benden kaçarken o yanıma gelmiş, “Gel istediğin kadar bizim evde birlikte kalalım.” deyip beni zorla alıp evine götürmüştü.
Uzun süre misafir etti de simdi ben onu, son defa bu misafir haneden uğurlamaya gidemiyorum. Ama yüreğim ona Huzur apartmanından, Güneş apartmanından, Barla’dan, Selim’den, Balkanlı’dan, Aksaray’dan ve Levent’den veda ediyor.
Elveda Halid’in ızdırabı, elveda Akil’in feryadı, elveda Cahş’ın duası, elveda Musab’ın sancağı, elveda Ali’nin kuşağı, elveda Ebu Vakkas’ın ok’u. Hoşçakal benim güzel kardeşim, hoşçakal küçük Elif’in babası.
Şimdi geriye dönüp bakınca kocaman bir ahh düşüyor dilimden. Çünkü terkedilmiş bir virane gibi artık bütün o yerler! Rengi solmuş tüm şehrin ve geride siyah-beyaz bir hüzün ve zombi gibi ruhsuz kalabalıklar.
Çünkü Hüseyin’i yok artık o şehrin, Hasan’ı da meşgul…
En çok da “Bu caddeden yürürdüm.” sessizliğini duyar gibiyim. Adına, Vatan caddesi yada 100.yıl bulvarı dediğimiz o yürüyüşler, Henry David Thoreau’nun sivil itaatsizlik yürüyüşü değil, fasıldan fasıla giden bir fikir atlasıydı.
Evet şimdi hayali yürüyorum o bomboş kaldırımlarda. Başımı kaldırıp uzaklara bakıyor, tanıdık bir çehre arıyorum heyhat kimseler yok sokaklarda. Sahi nerede bu insanlar? Nedenlerin, niçinlerde çıldırdığı bir anın merkez hattı şimdi yüreğim!
“Yine de amasız, yine de keşkesiz…”
Sarsılıp yıkılan koca bir çınar gibi yere serildi anılarım. Ve şimdi hasretini dindiremediğim bir hikayenin tam ortasında, dostların yokluğunda yani onların gurbetindeyim. Akif’in durduğu yerdeyim:
Geçerken, ağladım geçtim;
Dururken, ağladım durdum;
Duyan yok, ses veren yok,
Bin perişan yurda başvurdum”
Oysa bıraktığımızda yemyeşildi bu sokaklar, dedim ya rengi solup gitmiş bütün bu şehrin. Şimdi ruhumu acıtıyor bu sessiz yollar, ruhumu acıtıyor bu fikr-i takip anılar! Bu harabe yolların ne çok hikayesi vardı. Masumiyetleri, mahcubiyetleri, kim bilir belki ne meziyeti vardı da *koca bir mahkumiyete terkedildi bu sokaklar,* şimdi hepsi çıkmaz sokaklar! Ahh be şair yine haklı çıktı o mazmun ızdırapların:
“Hazan esmiş, bütün bağlar bozulmuş, Sararmış yapraklar, çiçekler solmuş” nağmelerin ne kadar da içten bir hicranmış meğer. Meğer bu yüzdenmiş gözündeki damla damla yaşlar. Zaten hayli zamandır gözü yaşlı kimseler yoktu bu coğrafyada! Bizim de yeni yeni nemlenmeye başlamıştı ki gözümüz, sonra hoyrat bir mehter kahkasına bıraktık sokakları.
Hoşçakal Hüseyin’im!
“Cenazeme kırk dava arkadaşım gelsin!” vasiyet etmişsin. Keşke kırk değil, kırk bin beden sana şahitlik edebilseydik; heyhat bizleri senden ırak koyanlar utansın.
Görmeyi umdukların gideli hayli zaman oldu! Şimdi bir fırtına tuttu bizi, hem öyle fırtına ki ölümden kopup kırk değil, kırk bin şahlandık sana geliyoruz. Hangi yıldız var ki hakikatten azade?
Ve hangi hakikat var ki “Hakk” katında muamma. Sırrına vasıl olduğun ne varsa levhi mahfuz gölgesinde bir serap.
Söyle Hüseyin’im, Hakk diyen olur mu hiç turab?
- Cezaevinde kansere yakalanan ve 4. evreye kadar tahliye edilmeyen inşaat teknikeri Hüseyin Geçmek’in dün sabah hayatını kaybetmişti… Geçmek’in vasiyetinde, “Cenazeme en az 40 arkadaşım gelsin, şahitlik yapsın.” dediği belirtilmişti. Geçmek’in cenazesi bugün Samsun Salıpazarı ilçesi Kocalar Merkez Mahallesi’nde öğle vaktinde kılınacak namazdan sonra Kocalar Merkez Mahallesi mezarlığına defnedilecek. Yazıyı kaleme alan Hüseyin Geçmek’in yurt dışında bulunan ‘dava arkadaşlarından’ Nail Şahin…
Cezaevinde kansere yakalanmıştı, hayatını kaybetti: Cenazemde 40 dava arkadaşım şahitlik yapsın
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***