YORUM | Av. BARIŞ ÇELİK
Aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yalçınkaya kararı ve karar sonrası son birkaç günde yaşananlar hakkında bazı yorumları kaleme almak istiyordum ama bu kararın bana yaptığı bazı çok önemli çağrışımları aktarmadan geçemeyeceğim.
Çünkü bu karar, 26 Eylül 2023 Salı günü Avrupa saati ile 14:00-14:10 arasında Fransa’nın Strazburg şehrinde, büyük bir mahkeme salonunda açıklanarak aleniyet kazanmış ve bu on dakikalık zaman diliminde parlayıp sönmüş bir karar değil. Bu kararı hazırlayan yıllar ve tarafların alacağı pozisyona göre bu kararın etkileyeceği gelecekte yıllar hatta belki de on yıllar var.
Konuyu daha anlaşılır kılmak için usta bir kalemden yardım almam gerekiyor.
Stefan Zweig, ‘İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar’ isimli mükemmel yapıtının girişinde, herkesin kendi hayatında bir şeklide hissettiği, sözcüklere dökemese de bilinçaltında var olan ve düşünceleri şekillendiren önemli bir gerçeği muhteşem bir üslupla kaleme almayı ve kelimelerle etrafına bir hudut çekmeyi başarmıştır.
Şöyle diyor Zweig: “Tarih, çoğu kez bir kronik hazırlayıcısı gibi titiz bir çalışma ile gerçek olayları halkalar gibi art arda ekleyip binlerce yılı saran dev bir zincir oluşturur; her türlü heyecan ve gerilim için bir hazırlık dönemi, her gerçek olay için de bir oluşum süreci gereklidir. Bir ulusun içinden bir dahinin çıkabilmesi için milyonlarca insanın dünyaya gelmesi gerekli olmuş, gerçek bir tarihsel olayın, yani yıldızın parladığı anların oluşması için de milyonlarca saat beklemek zorunda kalınmıştır.”
Zaman, abes şekilde akıp geçmiyor gerçekten de. Olaylar, gelişmeler, yapılanlar, söylenenler hepsi sanki bir oluğa doğru akıp giden sular gibi, bir kavşakta ya da bir kesişme noktasında, beklenen bir anın yaşanması için ön hazırlıklar gibi birleşip çoğalıyor. Sonra da o beklenen parlak an yaşanıyor ve yaşandığı andan sonraki on yılları belki de yüzyılları etkiliyor.
İşte o anı yakalamak veya ıskalamak, bir kişi, bir grup, bir toplum ya da bir ulus için ya huzur ve mutluluğun kapısını aralıyor ya da felaketler çağının habercisi oluyor.
Ben tam ifade edemedim aslında o yüzden tekrar Zweig’ı dinleyelim, bunu şöyle ifade ediyor: “Başka zamanlarda kendi halinde, peş peşe ve yan yana gelişen olaylar, her şeyi belirleyen ve her şeye karar veren o bir tek anlık zaman dilimi içine sıkışıverir: Tek bir evet, tek bir hayır, bir anlık erken davranma ya da bir anlık geç harekete geçme, bu anı, yüzlerce kuşak da geçse, asla geri getiremez ve bu, yitirilen an, bireyin ve ulusların yaşamını ve hatta bütün bir insanlığın yazgısını belirler.”
Ben, Yalçınkaya kararını Türkiye için gerçekten de yıldızın parladığı bir an olarak okuyorum. Bunun bir abartı olmadığından da eminim. Türkiye tarihinde çok ender rastlanacak ve bir ulusun yazgısını en azından gelecek on yılını belirleyecek güçte bir an olarak görüyorum bunu.
Buna sadece, bir sosyal grubun son beş-on yılda yaşadığı hukuksuzlukların uluslararası bir mahkeme tarafından tespit edilmesi ve bu haksızlıkların telafisi için bir çağrı veya dayanak olarak bakmamak lazım. Türkiye’nin yüz yıllık tarihindeki siyasi mücadelelerin ve toplumsal değişimlerin billurlaşıp keskinleşmesi sonucunda ortaya çıkan ve etkileri potansiyel olarak on yılları etkileyebilecek bir yarılmanın bir bölünmenin tedavisi için hayati bir fırsat olarak görmek lazım bunu.
Türkiye’yi yönetenler bu kararın etkisini okumakta zorlanıyor gibiler. En azından birkaç haber ve bir bakanın açıklamalarına bakınca durum böyle görünüyor. Ülkenin toplumsal barışa susadığı, ekonomik kötüleşme ile hukuki erozyonun iç içe geçtiği, adalet beklentisinin adeta açlığa dönüştüğü bir zeminde, yöneticilerin bu kararı bir fırsat olarak görmesi ve ülkede tekrar hukuk güvenliğini tesis etmek ve toplumsal huzuru sağlamak için bu kararın, öyle ya da böyle bir şekilde uygulanması için siyasi bir alan açmaları beklenirdi. Aksi takdirde yıldızın parladığı bu anı ıskalamış ve ulusun yazgısını karanlık bir geleceğe hapsetmiş olacaklar. Çünkü, artık ne yasanın ne suçun ne de cezanın bir anlamı kalmayacak, fiillerin tasnifinden artık söz edilemeyecek ve böylece hukuk son güvencesinden de dizginlerini kurtararak başıboş bir giyotine dönüşecektir. Dahası, yüzyıllık ayrışma ve kutuplaşmaları tamir için ele geçen muhteşem bir fırsat tepilmiş olacaktır. Bu felaket senaryosunu önlemek, yıldızın parladığı bu anı yakalamak için hala geç kalınmış sayılmaz.
Bu arada, bizler için de yani hakları ihlal edildiği tespit edilenler için de bu karar farklı bir açıdan da olsa yıldızın parladığı bir andır. Bu kararı, yıllar süren hazırlık döneminin bir meyvesi olarak görmek ve bu anın parlaklığı ile yetinme yanılgısına düşmek, bu anı ıskalamak riskini doğuracaktır. Bu karar, mücadelenin aslında yeni başladığını ve daha yapılacak çok şey olduğu anlamına geliyor. Yıllardır şeytanlaştırılan bizler, ilk defa hem de en üst uluslararası hukuk mercii tarafından meşru bireyler olduğumuz tescil edilmiş iken, yılların oluşturduğu travmayı üzerimizden atarak Türkiye’nin eşit birer vatandaşı olmanın daha doğrusu insan olmanın verdiği özgüvenle mücadeleye sarılmazsak, biz de bu anı ıskalamış olacağız.
Unutmayalım ki, bir ulusun yazgısına çok ender olarak inen o büyük an, kendisinden yararlanmasını beceremeyenlerden bir şekilde öç almasını da bilir. Iskalanan o an, bütün hırsları, beklentileri, çıkarları, siyasetleri, tutuşturduğu ateş içinde eriyip yok eder sonunda.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***