YORUM | M. NEDİM HAZAR
Bir İspanyol atasözü “Bir yalan söyle, bir gerçek bul” der. İspanyol atalar ne yaşadılar bilmiyoruz ama hakikate ulaşmakta iki yüzlülükten başka yol yokmuş gibi bir algı oluşturmuşlar. İnsanın bin yüzü olabilir fakat gerçeğin bir yüzü vardır ve eninde sonunda onunla karşı karşıya geliriz.
Evet, kem ruhlar için ikiyüzlülüğün faydaları vardır şüphesiz.
Ancak ya zararları?
Bahsi geçen yararları dengeleyecek üç de zarar vardır aslında: Birincisi yapmacıkla ikiyüzlülüğün her zaman, atılan okların hedefi bulmasını engelleyecek bir korkuyu da birlikte getirmeleridir. İkincisi, işbirliği için yaklaşan birçok kimsenin kafası karışır, bocalar, ne yapacaklarını şaşırırlar, böylece ikiyüzlülüğü huy edinmiş kimse hemen hemen tek başına yol almak zorunda kalır. En büyük zarar olan üçüncüsü de bu davranışların, insanı, eylemin en önemli araçları sayabileceğimiz güven ile inançtan yoksun bırakmasıdır.
En iyi bileşim ile karışım, açık sözlülükle, doğru düşünceyle ‘ün yapmak’, sıkı ağızlı olmak, gerektiği yerde ikiyüzlü olmak, başka çıkar yolun kalmadığı durumda da yapmacılığa başvurabilmektir.
İkinci yüzümüz, bize en yakın olan düşmanımızdır aslında. Belki kısa vadede faydasını görür, birer atımlık menfaatler sağlayabilirler bize ama kaçınılmaz trajik son, nihayetinde gelip bizi bulacaktır. Bazen bu yüz müşahhaslaşır ve en yakınımız tarafından hayatımıza sokulur. Öyle bir duruma geliriz ki, zaaf ve hatalarımız konusunda ikinci yüzümüz bir ömür boyu aldatır bizi. Yakınlığına göre yalanlarla dolu bir hayat süreriz maalesef. Onlara göre kusursuzuzdur.
İşin fenası bizi de inandırırlar buna. Her ne yapıyorsak doğrudur, her ne diyorsak koşulsuz inanılır vs.
Mutlak anlamda bakıldığında yakınımızın bize yaptığı en büyük kötülüktür bu. Hemen bedenimizin dışına örülen sentetik bir duvardır. Ve biz aynalara alerji duymaya devam ettikçe sürer bu sahte masal. Ne zaman ki, burnumuz hakikatin can yakıcı bariyerlerine toslar, o zaman canhıraş bir şekilde fark ederiz birtakım gerçekleri. Çoğu zaman iş işten de geçmiş olur. Elbette bunun da tam tersi durumları vardır.
İkinci yüzümüzün bize ettiği kötülük sadece bizim kötülüğümüzle ilgili olmayabilir de. Ne kadar iyi ve samimi olursak olalım, ikinci yüzümüzün karakteri nispetinde hayatımız mesut ya da acıklı geçebilir. Vincent Miller bu duruma ‘Yakınlık Terörizmi’ der hatta.
Evet, terörize eder bizi en yakınımız.
Ve bazen bu müşahhas olmayan hakikatler, kırılarak hayatın tam ortasına düşer, kurbanlar çıkarır.
Şimdi bunlardan birinden bahsetmenin tam sırası gelmiştir.
Sonuç ise…
Bazı hayatlar vardır. İnsanların akıllarında kırıntı olarak yaşarlar. Üstelik bu kırıntılar bir akıl ya da hafızada değildir.
Parçalanmış, un ufak olmuştur. Hayatı bir bütün olarak toparlayabilmek için, cam kırıklarını toplar gibi zahmetli ve stresli bir işe girişmeniz gerekir…
Isidore Ducasse öyleydi benim için.
“Hoppala, bu da kim?” diyebilirsiniz…
Maldoror’un Şarkıları’nı okudum merak ettim ve düştüm yollara. Paris Kimsesizler Mezarlığına kadar gittim anlayacağınız. Sonra o iki satırlık hayat, birkaç cümlelik bilgi kırıntısıyla ortaya çıktı ‘Bir Şey Söyle Isodore.’ (Maalesef baskısı bende bile yok!)
Bir başka bahtsız kahraman ise hikayesi çok daha hazın olan Edward Mordrake…
Hiç beklemediğim, ummadığım, hatta hazır olmadığım anda karşılaştım. Aceleyle bir yere yetişmek isteyip, koşarcasına tam köşeyi dönerken yapıştı alnımın ortasına. İnsan öyledir.
Bazen hazırlar kendini yeni tanışıklıklara, yeni ufuklara. Bazen ise değildir. Dışa değil içe açmıştır kapılarını ardına kadar. Ve pencereleri de sıkı sıkıya kapalıdır. Bilmez işte, girilen kapıdan çıkılır da…
Ya da tam tersi.
Edward…
Zavallı Edward, bahtsız Edward…
Böyle ismiyle hitap ettiğim için, sakın ola ki çok yakından tanışma imkanı bulduğumu ve samimiyete şurup kattığımızı düşünmeyin.
Dedemin dedesiyle akrandı belki de…
Bilemiyoruz, zira doğum tarihi belli değil. Onun hakkında yazılan üç beş cümleden biri de 19. yüzyılda yaşamış olduğu.
Başı mı, ortası mı, sonu mu kimse bilmiyor.
Ve sanırım daha da acısı, ilgilenmiyor da…
İstisnalar var tabi…
Bir de yaşadığı yerden eminiz sanırım; İngiltere… Ne tarafına düşer bilmiyorum, hani belki biraz daha izini sürsem çıkabilir…
Bundan sonra efsane başlıyor, ekleme ve çıkarmalar…
Kimi ‘sıradan biriydi’, diyor kimi ‘asilzade’…
Hem ne fark eder ki… ‘Bahtı güzel olsun’ derlermiş atalarımız biz doğduğumuzda! Yoksa ha arşidük olmuşsun, ha sıradan çiftçi!
Hayat hikayesi o kadar gerçek üstüydü ki, çoğu kişi kısa süre sonra bunun gerçek olmadığını, masal olduğunu ileri sürmeye başlamıştı. Uyuyamayan çocuklara anlatılıyordu hepi topu dört satırlık bu korkutucu masal.
Gelelim esas meseleye, nedir Edward’ı bahtsız ve acılı eden şey? Edward ikiyüzlü olarak dünyaya gelmiş. Mecaz değil gerçek!
Tam kafasının arkasında bir yüzü daha var. Gözleri, burnu, ağzı, her şeyiyle tastamam bir yüz daha. Yetişkin olana kadar, neyin ne olduğunun farkında bile değil zavallı Edward. Bir süre sonra insanların kendisinden korkarak kaçtığını iyiden iyiye hissedince başlıyor acıları… ‘Lanetli’ olarak görüyor toplumu onu. Belki buna katlanabilirdi, bilemiyoruz. Çünkü daha fenası var. Ensesindeki yüzü, adeta bir şeytani ikizi onun.
Gündüzleri hep asık suratlı ve suskun. Hava kararınca bir yılan gibi tıslayarak konuşuyor ve ödünü koparıyor Edward’ın.
Edward, bahtsız Edward… Acılı Edward…
Bahtsızdı; erken gelmişti.
Acılıydı, onu hiç kimse anlamamıştı.
Ve yalnızdı… İki yüzü vardı ama yapayalnızdı…
Şeytani ikiz, tıslayarak konuşuyordu geceleri…
Cehennemden bahsediyordu en çok…
Siz hiç düşmanınızı ensenizde taşımayı düşündünüz mü?
Cidden sizden nefret eden, sizin de ondan nefret ettiğiniz birini her salise, her an ensenizde taşımaktan ve geceleri onunla uyumaktan!
Her gece kulağınıza cehennem tasvirleri tıslanmasını düşündünüz mü?
Sanmam, çünkü ben hiç düşünmedim ve empati yapamıyorum bu konuda ne yazık ki!
Edward’ın hikayesine devam edeceğiz, bir yere bağlayacağım çünkü…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***