YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
İktidara “gidin” denmesinin darbe girişimi olarak görüleceğinin söylendiği bir seçimin arefesindeyiz. İnsanların hayretle karşıladığı bu söylem aslında bugünün konusu değil. Siyasi iktidarın uzlaşmacı dili bir yana bırakarak hedef gruplara yönelik saldırgan bir stratejiye sarılması 2013 yılındaki Gezi Olaylarıyla açığa çıkmıştı. O tarihten itibaren Erdoğan Rejiminin destekçisi olmayan tüm gruplar; yaşına, cinsiyetine, mesleğine, yaptıklarına bakılmaksızın “terörist, terör örgütü üyesi, terör örgütü, hainler” gibi etiketlemelerden nasibini aldı.
Gezi Olaylarıyla birlikte asıl değişim güvenlik adı altında terörle mücadele anlayışının değişimiydi. Ancak durum bununla da sınırlı kalmamış, yapılanlar terörle mücadele kisvesi altında devlet terörizmine evrilmiştir.
İktidarın o günden itibaren yapmaya çalıştığı iç politikada kamuoyunun terör kavramından korkmasını sağlayarak tek çıkar yolun terörün kökünü kazımak olduğuna inandırmak ve yapılacak her türlü eylemin meşru olduğunun kabulünü sağlamak olmuştur. Medyanın, akademisyenlerin, diyanet mensuplarının, yargı ve kamu kurumlarının açıklama ve eylemleri de bunda etkili olmuştur. Terörle mücadele adı altında yapılan operasyonlar sonucu ortaya çıkan hukuksuzluklar ve insan hakkı ihlallerinin meşru olduğuna kamuoyunu inandırmak adına iktidar propagandayı da kalkan olarak kullandı.
Ne yazık ki halk Gülen Hareketi ve Kürtlere yönelik başlatılan mücadelenin gerekli olduğuna inandırıldı. ‘Devletimiz saldırı altında’, ‘Dış Güçler bize saldırıyor’ gibi mesajlar sürekli verilmek suretiyle vatanseverlik duyguları artırılarak yapılan hukuksuzluklara meşru bir zemin oluşturulmaya çalışıldı bunun yanında kara propaganda da artmaya başladı.
İktidar özellikle kamuoyunu korkutarak, büyük bir terör tehdidi olduğuna inandırarak yapacağı hukuksuzluklara ortam hazırladı. Bu durum iktidarın terörle mücadeleyi istismar ederek devlet terörüne yönelmesini sağlamıştır. Sözde ‘terörist’ olarak ilan ettiği kişileri temel hak ve hürriyetlerinden yoksun bıraktı, işkence yapılmasına göz yumdu hatta teşvik ederek ve işkence görüntülerini savunarak failleri koruma kalkanı içine aldı.
Terörle mücadele anlayışının değişimi devletlerin/iktidarların kendi çıkarları için sosyal müdendisliği, medyayı ve kamu kurumlarını aktif olarak kullanmalarına neden olmuştur. Sosyal mühendislik kapsamında nefret söylemi etkili bir dil olarak kullanılmış ve kullanılmaya da devam edilmektedir.
Nefret söylemi demokratik değerlerin yerleşmediği toplumlarda siyasi iktidarlar tarafından önemli bir enstrüman olarak görülür. Bu türden iktidarlar muhalifleri önce itibarsızlaştırarak ötekileştirmek sonra da düşmanlaştırmak ya da şeytanlaştırmak için nefret söyleminden yararlanır. Demokratik değerlerden yoksun iktidarlar için hedef bireylere ve gruplara yönelik hukuksuz müdahaleleri, cadı avlarını ve sosyal soykırımları meşrulaştırmada nefret söylemi oldukça elverişli bir seçenektir. Nefret içeren politik bir söylemle, yolsuzlukların üstünü örtmek, hileli seçimlerle demokrasi havariliği yapmak, faşizan bir sistemin yapı taşlarını örmek de mümkündür.
Erdoğan Rejimi de politik söylemi iktidarı ele geçirmek ve elinde tutmak için en önemli bir enstrüman olarak görmüş, ütebildiği kitleleri konsolide etmek ve muhalifleri elimine etmek için söylemin gücünü sonuna kadar sömürmeye özen göstermiştir. Bu amaçla Rejim, siyasi parti kongrelerini ve mitinglerini, balkon konuşmalarını, saray organizasyonlarını, muhtar toplantılarını, iş adamları buluşmalarını, toplu açılışları, temel atma törenlerini, uluslararası ilişkiler platformlarını nefret söylemi mesajlarını iletmenin temel araçları olarak kullanmıştır. Siyasi iktidar, Gülen Hareketi karşıtı nefret söylemini ülkenin kılcallarına kadar yayabilmek için kendini “kaynak”, medyayı “dağıtıcı”, bürokrasiyi “taşıyıcı” ve kamuoyunu da “alıcı” olarak yapılandırmış, böylece politik nefret söylemi sosyal soykırıma varan bir sürecin başlangıcı olmuştur.
Böyle bir atmosferde, siyasi iktidar bütün gücüyle, bütün hile ve tuzağıyla, bitmez tükenmez bir hırsla saldırılar gerçekleştirmiştir. Ülkenin ve dünyanın gözü önünde, mağdurlar bütün engellemelere rağmen tüm bu saldırılara karşı hukuk sistemi içinde haklarını aramaya çalışmış, yanlıştan, haksızlıktan, suçtan, radikalizmden, şiddetten, terörizmden fersah fersah uzak durmuştur.
Aradan geçen altı yıla rağmen ne nefret söylemi ne de nefret suçu bitmiş, Erdoğan Rejimi nefret söylemini cadı avının ana yakıtı olarak kullanmaya devam etmiştir. Nefret söylemi söylem olmaktan çoktan çıkmış ve devlet terörüne dönüşerek insanlığa karşı suça evrilmiştir. Bu nedenle de toplumları yerle bir eden nitelikte olan nefret söylemiyle mücadele sadece mağdurların değil demokratik değerlere inanan herkesin mücadele etmesi gereken bir konu olmuştur.
Nefret söylemi karşılıklı saygı ve hoşgörünün yok olmasına neden olan bir virüstür ve bu virüsle mücadele etmek herkesin görevi olmalıdır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***