YORUM | M. NEDİM HAZAR
Mikrop bulaştı mı hislere, bir zımpara ünitesi gibi sağlıklı olan her hücreyi yontuyor ve ne yazık ki karşıt gibi duran kavramlarda bile bir benzeşlik, çoğu zaman artık fark edilmeyen ipince bir çizgi bırakıyor.
Hasta ruhlar için sevgi ile nefret arasında çok uzak bir mesafe kalmıyor ne yazık ki!
Biri diğerini tetikliyor, öteki berikini sivriltiyor. Hastalıklı sevgi belki daha da şiddetli bir nefreti doğuruyor kısa süre sonra…
Kirli ve pis bir prizma oluşturuyor ruh ve neredeyse her şeyi kategorize ederek, mantığı filan kapı dışarı ederek kodluyor bir nevi.
Hastalıklı bir salıncağa dönüyor bünye.
Sevgi ve nefret arasında salınıyor.
Hiçbir ara renk, hiçbir ara duygu kalmıyor ortalık yerde.
Hiç tanımadığı, görmediği, bilmediği, oturup iki kelime dahi etmediği insanlardan nefret edebiliyor kişi.
Klişe kavramlarla nefret büyütüyor nesiller.
Zalim, ektiği kin tohumunun hasadını seyrederken zevkten mest oluyor adeta.
Sözüm ona zalime karşı duranlar bile onun dilini kullanarak nasıl bir tuzağa düştüklerinden habersizce debeleniyorlar bataklığa dönmüş toplumda.
Terörist diyor, hain diyor, vatan haini diyor kolaylıkla.
Ülke tarihinde bu kadar çabuk ve çok hain üretilen bir dönem olmamıştır eminim.
Tribünlerden tutun da Anayasa Mahkemesi’ne kadar terörist ve hain olmayan kitleler, kişiler, kurumlar kalmıyor.
Muktedir, kendinden olmayan herkesi ortak paydada buluşturuyor: Hain!
‘Sevmiyorsam seni, nefret ediyorumdur kesin’ diye fısıldıyor hastalıklı ruh!
Bilmem sizin başınıza geldi mi ama benim başıma geldi… Yıllar önce 28 Şubat’ın kenarları keskinleştirdiği, renklerin tamamını kirlettiği ve mantığın kapı dışarı edildiği bir dönemin hemen sonunda.
Bir mesleki gezi esnasında hasbelkader bir süre beraber olmak zorunda kaldığım bir meslektaşımla… Üç ya da dördüncü gününde gezinin, durdu meslektaşım ve bana baktı uzun uzun.
‘Biliyor musun?’ dedi, ‘Aslında ilk başta nefret ediyordum senden…’
Çok şaşırmıştım lakin belli etmedim fazla.
‘Neden?’ diye sordum tabii.
‘Ne bileyim, sanki kendi camiamın dışındasın, benim hayat tarzımın uzağındasın diye nefret etmem gerekiyormuş gibi düşündüm.’
İşin acısı bunu başka, kendine yakın bulduğu insanlara da anlatmıştı.
Ve kendi içinde kurguladığı bu nefret putunun yıkılması en çok yine onun canını yakıyordu belli ki.
Zira sıradan bir sohbet esnasında lafın gelişi benim bir cümlemi tasdik ettiği esnada, bir başka (o da kendi çemberi dışındaki her şeyi düşman görenlerdendi) meslektaş, ‘İyi de iki gün önce ne kadar nefret ettiğini filan söylüyordun sen!’ diye bozdu meslektaşımı.
O güne kadar tanımadığı, tek kelime sohbet etmişliği olmayan ve hatta bir tek yazısını bile okumadığı meslektaşı hakkındaki bu nefretin kaynağını irdelemedik o gün.
Tuhaf olan ise gerek ilgi alanlarımız gerekse kalem ile olan yakınlık tarzımız inanılmaz benziyordu birbirimize.
Fark şuydu; beslendiğimiz kaynakların farklılığı -ki bu olaylardan epey önce benzeri bir tuzağın farkına varıp kendi zihnimdeki sınıflandırmaları kaldırmış ve kaynak, şu-bu açısından sınırsız bir alan seçmiştim kendime- birimizin bilmediği, zihin dağarcığında olmadığından dolayı farkında olmadığı görüşleri farklılaştırabiliyordu.
Zaten işin güzel yanı da buydu!
Şimdi, memleketin kocaman ve zehirli bir bataklığa dönüştürüldüğü bir çağdayız.
Zalim ve zehirli bir çağdan geçiyoruz hep birlikte.
Ve maalesef toplumu şöyle sağlam bir sarmalayıp sıktığımızda ortaya bir kalın, kapkalın yoğunlukta saf nefret damlıyor.
Muktedirin yıllardan beri itinayla ektiği bir nefretin hasat zamanındayız.
Normal bir ülkede seçim öncesi adaylar birbirine başarı dilerler. Daha demokrat olanlarda ise bazen aynı stüdyoda karşı karşıya gelir, medenice tartışırlar.
Şimdilerde ise, rakip isim belli olur olmaz hainleştirme, şeytanlaştırma kampanyaları giriyor hemen devreye.
Öyle bir zehirli çağ ki, şeytan bile hayretle izliyordur eminim.
Kin, gündelik bir hissiyata dönüştürülmüş artık.
‘O olmasın da kim olursa olsun’ şeklinde akıllara ziyan savrulmalar yaşanıyor.
O nefret ki, olayın ne olduğu bilinmeden taraftar olunuyor, amigoluk yapılıyor.
Bir partinin katillerle, diğerinin karanlık mahfillerle sırf seçim için bir araya gelmesini nasıl izah edebiliriz ki başka!
Ama size şunu da söylemek isterim ki; bu hastalıklı ruhların, bu sancılı süreçlerin, bu iç bunaltan manzaranın çözümü yine aynı hisleri tamir edip, düzeltmekten geçiyor. Hastalıklı bir sevginin körüklediği hastalıklı bir nefreti düzeltebilmenin yegâne yolu bireysel ve sosyal ruhları baştan aşağı bir rektifiyeden geçirmektir sanırım.
Ancak bu başarılırsa bu ülke nefes alır ve mutlu olur.
Yoksa, kısmını düşünmek bile istemiyorum; ruhumu hafakanlar basıyor zira!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***