YORUM | EKREM DUMANLI
Dünyada eşi benzeri az görülen bir deprem yaşadı Türkiye. 10 vilayeti içine alan büyük afette on binlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlercesi evsiz barksız kaldı. Yaşanan acıyı tarif etmek mümkün değil. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce de defalarca yaptığı gibi olayı kadere bağladı. Onun itikadına göre herkes yaşananlara kader açısından yaklaşmalı ve insanlar kaderlerine razı olup teslim olmalı.
Peki kader bu mu? Kader inancı, insanın mesuliyetini (özellikle yönetici sorumluluğunu) ortadan kaldırıyor mu?
Açıkça konuşmak gerekiyor: Erdoğan ya kader inancının İslam’daki yerini bilmiyor; ya da öfkesi patlama noktasına gelmiş insanları, bir itikat testinden geçirerek onları itaat etmeye davet ediyor. “Adamı dinden imandan çıkarma” dedikleri tam da bu olsa gerek.
Eğer yönetici sorumluluğu taşıyorsan önce insanların öfkesini anlamaya çalışmalısın. Neden feryat ediyor insanlar? Çünkü Erdoğan ve rejimi göstere göstere gelen deprem için hiçbir hazırlık yapmadı. Hatta çıkardığı imar aflarıyla depremin feci yıkımına davetiye çıkardı.
Ya deprem sonrasındaki kibirli ihmali? Resmen suç işledi aslında. Kurtarma ekiplerini olay yerine acil bir şekilde sevk etmedi. Askeri ve polisi hemen devreye sokmadığı gibi arama kurtarma konusunda liyakatsiz ve beceriksiz kadrolarla doldurulan AFAD isimli hantal yapıya her şeyi teslim etmeye gayret etti.
Ortada feci bir durum var ama AKP’nin umurunda değil. İlk açıklama AKP sözcüsü Ömer Çelik’ten geldi. Çelik “Cumhur ittifakı olarak sahadayız” diyerek on binlerce insanın hayatını kaybettiği bir afeti siyasete meze yaptı. Siyasi ittifakların konuşulacağı yer orası mı! Belli ki Erdoğan ve dalkavukları olayı tamamen siyasi propaganda malzemesi olarak görüyor. Hem ayıp hem günah hem de suç…
Peki kader bu işin neresinde? Erdoğan’a göre kader, kendisini ve iktidarını koruyan bir kalkan. Tembel bir imam hatipli bile kader inancının bu kadar yüzeysel ve sorumsuzca kullanılmaması gerektiğini bilir.
Kadere inanç, tedbire riayetle başlar. Tedbir alabilmek içinse bilgiye ihtiyaç vardır. Bilimsel araştırmalara ve uzmanlık alanlarına saygı duymuyorsan ve tecrübeye dayalı tedbir paketlerini ayaklarının altına alıyorsan kadere sığınmak seni kurtarmaz. Tedbirini almadığın hiçbir konuda topu kadere atamazsın. Buna İslam dini izin vermiyor. Devesini bağlamadan mescide gelen bir insanın tevekkülden bahsetmesi karşısında Hz. Peygamber (SAV) önemli bir ders veriyor. Önce devesini bağlayarak tedbir alması gerektiğini vurguluyor; sonra tevekkül etmeyi öğretiyor. Kendisi hep öyle yaptı çünkü. Mecbur kalıp girdiği her savaşta zırh üstüne zırh giymedi mi?
Bu ve buna benzer manidar hadiseleri bilmeyen yoktur. Aksini iddia edecek aklı başında bir insan bulunamaz. O kadar ki Erdoğan’ın kader inancıyla insanları susmaya davet ettiği gün, rejimin her icraatına verdiği destekle eleştiri oklarına maruz kalan Nihat Hatipoğlu bile kader inancının yanlış anlaşıldığını, tedbire riayet etmenin, bu tür konularda bilim adamlarını dinlemenin farz olduğunu söyledi; hem de Damat Bey’in televizyonunda. Dinin ruhuna azıcık vâkıf olan hiçbir kimse aksini söyleyemez zaten…
Erdoğan’ın “Önce deveni bağla sonra tevekkül et” prensibini İmam Hatip okurken duymamış olması düşünülemez. O yüzden diyorum ki Erdoğan’ın kader anlayışında ya bir bozukluk var ya da resmen kader inancını suiistimal edip sömürüyor. Ne yazıktır ki Erdoğan’ın her dediğini tekrar eden bir zümre de aynı itikat bozukluğu içinde debelenip duruyor. Kader inancı iradeyi yok etmez; aksine insanı önlem almaya teşvik eder. O önlemleri almazsan seni sorumlu tutar.
Kader konusu insan, insan iradesi, Allah’ın o iradeye verdiği değer üzerinden konuşulması gereken hassas bir mevzu. İrade-i külliye, irade-i cüziye, kader, kaza, atâ gibi çok incelikli ayrıntılar işin içinde. Merak edenlerin en azından Bediüzzaman’ın kader risalesine bir bakmasında fayda var. O küçük risale Cemil Meriç’i hayran bırakmıştı. Kaderi anlamamızı sağlayacak çok değerli kitaplar, araştırmalar, konuşmalar var. Bu bilgilere ulaşmak bu kadar basitken sığ bir yorumla felaketin sebebini kadere yüklemek sorumluluktan kaçmak değildir de nedir!
Madem konu afetler ve kader; Hazret-i Ömer’in o meşhur kader yorumunu hatırlayalım. Veba salgını kol geziyor. Hazret-i Ömer veba bölgesinden uzaklaşırken, kazaya rıza ve kadere teslim olma açısından eleştirenler oluyor. Salgın hastalığın yayılmaması için oradan uzaklaşan Hz. Ömer aynen şöyle diyor: Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum.” Halife’nin işaret ettiği nokta, önlem alıp gayret sarf edip neticesini Allah’a havale etmektir ki sahih kader inancı da budur…
Tek adam rejimi ihmal ve suistimallerinin hesabını vereceğine işi takdir-i İlahiye havale ederek insanları tevekküle davet ediyor. Bu, dini siyasete alet etmektir. Dinde var olmayan bir yorumla hesap vermekten kaçanlar, bir gün kaderin kıskacına yakalanacak ve elbet tarih huzurunda yargılanacak. Hani Erdoğan’ın manasını bilmeden (hatta başka bir anlam yükleyerek kötü bir şekilde) okuduğu şiirde ne diyordu Sezai Bey: “Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır.” İşte şairin işaret ettiği o gün yaklaşmaktadır…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***