Adem-i merkeziyet (dikey güçler ayrılığı- bölgesel yönetim) katılımcı bir demokrasinin temel unsurudur.
Türkiye’de siyasi-idari rejim göz göre göre gelen bir depremi, bu coğrafyanın belli bir bölgesinde yaşayan herkese bir katliam olarak yaşattı. Kuşkusuz insan kayıplarından ve ekonomik hasardan bütün bir ülke etkilendi.
Yaşanan ağır sonuçtan çıkarabileceğimiz umuda yönelik tek sonuç, sıfırı tüketmiş bir rejimden yüzleşme-müzakere-uzlaşı-işbirliği sürecini başlatarak toplumsal mutabakata dayalı yeni bir inşayı gerçekleştirebilme ihtimali.
Gündeme gelmesi ve üzerinde uzlaşmaya varılması gereken en önemli husus dünyanın en katı merkeziyetçi rejimine sahip ülkelerinden biri olan Türkiye’de merkezden bölgelere yetki devrini sağlamak yani adem-i merkeziyeti inşa etmek olmalı.
Partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmeden önce de rejim katı merkeziyetçi siyasi-idari vesayet sistemine dayalıydı. Sömürge tipi yapılanmada merkezden atanan vali ve kaymakamlar ve onların emri altındaki birimlerle devlet toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş durumda.
Bu yapılanmada bölgesel atalet had safhaya varmakta, tüm talepler ve destek merkezden beklenmekte. Merkez kendi yükünü arttırırken, bölge kendi koşullarına ve ihtiyaçlarına uygun karar verme ve uygulama imkanından yoksun kalmakta.
Daha vahimi partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmekle katı merkeziyetçilik bir kişinin şahsında cisimlenmiş durumda. Yatay güçler ayrılığının yok edildiği, kurumların işlevsiz hale getirildiği, herkesin tek kişiden karar beklediği bir yerde hiçbir siyasi, ekonomik, sosyal sorunun çözülemeyeceği, doğal afetlerin ağır yıkımlara neden olacağı açık.
Yaşanan faciadan sonra dahi bulunan çözüm OHAL kararnamesiyle orman ve meraların imara açılması oldu. Ormanların yok edilmesinin daha başka doğal afetlere yol açacağı, meraların kaybedilmesinin hayvancılığa zarar vereceği açık. Verilen bu kararların bölgeler açısından ne sorunlar yaratacağı bilinmemekte. Bu durum da bölge halkının kendilerini ilgilendiren karar süreçlerine katılmasının önemini göstermekte.
YÖK, RTÜK , YSK, Kızılay, AFAD, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar tek kişide toplanan merkezi erkin aparatları haline gelmiş durumda. Yargı iktidarın etki alanında, parlamento denetim yetkileri elinden alındığından işlevsiz durumda. Bakanlar parlamentoya değil bir kişiye karşı sorumlu. Belediyeler vesayet altında, belli bölgelerde seçilmişler yerine bölgeyi tanımayan merkezden atanan kayyımlar görev yapmakta.
SORUMLULUĞUN PAYLAŞILMASI ZORUNLU
Yaşadığımız depremlerin ağır olarak yaşanmasında Türkiye’nin, dünyada az görülür bir şekilde katı merkeziyetçilikle ve otokratik, tek kişiye dayalı mutlak yetki sistemiyle yönetilmesinin rolü büyük..
Depreme asıl hazırlığın bölgelerde olacağı açık. Bölgeler konut planlaması, ulaşım, doğal afet sonrası yapılacaklar konusundaki kendi planlamalarını hazırlayacak yetkilere sahip olmalı. Böylece bölge, depremin ilk birkaç günü için kendi imkanlarını devreye sokacak (depolarda saklanan çadır, tuvalet ekipmanları, belli zamanlarda yenilenen yiyecek ve giyecek stokları) bölgeye merkezden gelecek destekler için zaman kazanılmış olacak. Bu nedenle merkezin yetkilerini bölgelere devrederek sorumluluğu paylaşması zorunlu.
Depremlerin en çok yaşandığı ülkelerden biri olan Japonya bölgelere yetki devrini yapmış durumda. Japonya üniter yapıyı benimsemiş, anayasal monarşi ile birlikte parlamenter hükümetin var olduğu bir ülke.
Japonya’da yerel yönetimlere ilişkin temel düzenlemeler Japon Anayasa’sının 8. bölümünde yer almakta. Japon Anayasası’nın 92. maddesine göre, yerel yönetimlerin organizasyon yapıları ve faaliyetlerine ilişkin düzenlemelerin yerel özerklik ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenmesi gerekmekte.
93. maddede ise, yerel yönetimlerin karar organlarını yasalara uygun olarak kendilerinin oluşturmaları öngörülmekte Bu maddede ayrıca, belediye başkanları, valiler, meclis üyeleri ve kanunlarla belirlenmiş diğer yerel görevlilerin doğrudan yerel halk tarafından seçileceği ifade edilmekte.
94. maddede de yerel yönetimlerin kendi mülklerini yönetme, işlerini görme ve kanunlar çerçevesinde kendi düzenlemelerini yapıp uygulama hakkına sahip oldukları, ifade edilmekte.
Bu doğrultuda, yerel meclislere daha çok yetki verilerek inisiyatif kullanabilmeleri sağlanmış; vatandaşların yönetime katılabilme ve yönetimi etkileyebilmesi adına valiler, belediye başkanları ve meclis üyeleri doğrudan vatandaşlar tarafından seçilmeye başlanmıştır.
Diplomasi, adalet, savunma, ulusal yollar, sosyal sigorta, gümrük vergileri, ulaşım, doktor, ilaç lisansı, ekonomi politika merkezin yetkileri olarak kalırken, seçimle gelen yerel yönetimlere bölgesel kalkınma, iş güvenliği, toplu konut, yerel ulaşım, polis, akarsular, liman, çocuk bakımı, lise eğitimi, sağlık gibi konularda yetki aktarımı yapılmış durumda. Daha alt başlıkta yer alan belediyeler de aile kaydı, ilkokul, ortaokul, yangından korunma, hayat sigortası, su, atık su, yaşlıların bakımı, mali yardım gibi konularda yetkili. ( Dr. Tekin Akdemir- Dr. Serkan Berk- “Japonya’da Yerel Yönetimlerin Yapısı ve Finansmanında Yaşanan Gelişmeler”
MERKEZDE AŞIRI YETKİ TOPLANMASI SORUNU AŞILAMADI
Söz konusu hizmetlerin finansmanı ilgili mali yıl içerisinde elde edilen yerel vergiler, tahsis vergileri ve hazine yardımları gibi gelirlerden sağlanmakla birlikte tahvil ihracı gibi borçlanma araçlarına da başvurabilmekteler. Ayrıca merkez yerel yönetimlere teknik ve finansal yardım sağlarken işlerine en az ölçüde karışmakta.
Bütün yetkilerin merkezde yani iç bölgede toplanması otoriter rejimlere temel oluşturur. Bu durumda çoğulcu ve katılımcı demokrasinin en temel unsuru olan dikey güçler ayrılığı söz konusu olmaz. Avrupa, bölgeler Avrupası iken, Türkiye katı bir merkeziyetçi devlet olarak kaldı ve 200 yıldır merkezde aşırı yetki toplanması sorunu aşılamadı.
Gerçek bir demokrasinin yolunun açılmasının, ancak bölgelere yetki devriyle, bölgeye ilişkin kararların bölgelerdeki parlamentolar tarafından alınmasıyla ve bireyin karar süreçlerine katılarak demokrasi kültürü edinmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu açık.
İstanbul gibi bir kenti Anadolu ve İstanbul bölge parlamentoları oluşturarak yönetmek ve bölgede yaşayan yurttaşlara parlamentoda konuşma hakkı tanıyarak katılımcılığı teşvik etmek buna örnek verilebilir.
Üniter devlet olan bölgesel devletlerde de siyasal iktidar tektir. Siyasal planda birliği sağlama amacı tüm bölgesel devletler için temel olup, devlet olmanın hedefinde de bu olup siyasi birlik birçok değişik teknikle sağlanmıştır. Federasyonlarda federal devlet güçlü mali olanakları olan ve ordusu bulunan tek siyasal otorite. Federal Almanya ve Avusturya (Land’lar),Kanada(Eyaletler),İsviçre(Kantonlar), Belçika(Bölgeler), ABD, Hindistan ve Avustralya(federe devletler) federal modele örnek oluşturmakta..
Bölgesel devletlerden İspanya’da 1978 Anayasası ile geniş bir toplumsal mutabakat temelinde özerklikler tanındı. Anayasanın girişinde bütün İspanyolların ve İspanya halklarının haklarını, kültürlerini, geleneklerini ve dillerini koruma amaç edinildi. Anayasanın 2. maddesinde ulusal birlik ve ülkenin bölünmezliği belirtildikten sonra bölge ve milliyetlere özerklik hakkı tanınarak aralarındaki dayanışma ve işbirliği garanti edildi. İspanya’da 17 özerk bölge ve iki özerk kent bulunmakta.( Çoklu İspanya )
İtalya’da 20 bölgeden 5’i özerk bölge. Aosta Vadisi, Sardinya, Sicilya, Firuli-Venezia Giulia, Trentino-Alto Adige. İtalya’da da her bölgenin parlamentosu ve hükümeti bulunmakta.
Her iki ülkenin anayasası da bölgelere mali özerklik tanımakta ve kolluk gücü kurma yetkisi vermekte. Anayasa özerk bölgeleri kentleşme, konut planlaması, bölgesel ulaşım, tarım, ormancılık, balıkçılık, bölgesel ekonomik kalkınma, yerel fuarlar, sağlık konularında yetkili kılmakta. Savunma, ordu, yargı, dış politika, vatandaşlık, gümrük rejimi, devlet maliyesi, sosyal güvenlik, öğretime ilişkin temel normlar gibi konularda merkezi devlet yetkili durumda.
Güney Afrika’da tarım, eğitim, sağlık, konut, ulaşım, polis, turizm, çevre konularında ve belediye kurmada yetkili 9 özerk bölgenin parlamentosu ve yürütme organı bulunmakta. Bu ülke ayrıca yasama, yürütme ve yargı başkenti olmak üzere üç başkente sahip.
Yaşanan acılar bize yeni bir siyasi ve toplumsal düzen kurma ve toplum olma fırsatını sunuyor. Tabandan gelecek taleple siyasi liderlerin bu konuda sorumluluk almaları ve yeni toplumsal mutabakatta merkezden bölgelere yetki devrini gündemin başına almaları hayati önemde.
Üniter devlet içinde bölgelerin seçilmiş yönetimlerine yetki verilirse bölge halkı demokrasi kültürünü içselleştirerek kaderci kuldan yurttaş-bireye geçerek sivilleşebilir. Böylece Türkiye tekçi anlayıştan çoklu anlayışa, otoriter bir rejimden hukukun üstünlüğüne dayalı, özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı bir demokrasiye geçebilir.
“Temel mutabakatın yokluğu” yani “meşruluk çatışması” barışçı yoldan giderilemezse siyasal- toplumsal gerilim ve iç çatışma kaçınılmaz hale gelir. Yeni bir inşa ancak özgürlükçü, yaratıcı ve dayanışmacı bir çabayla yapılabilir.
Ümit Kardaş: 1971’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 yılında askeri hakim, 1985 yılında hukuk doktoru oldu. Çeşitli yerlerde savcılık, hakimlik ve adli müşavirlik yaptı. 1995 yılında emekli olup, serbest avukatlığa başladı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda yazıları yayınlandı. Halen internet gazeteleri Artı Gerçek ve Son Medya’da yazmaya devam ediyor. Bülent Tanör eser yarışmasında birincilik ödülü alan “Türkiye’nin Demokratikleşmesinde Öncelikler” isimli çalışması 2004 yılında yayınlandı. “Hukuk Devlete Sızabilir mi?”, “Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi”, “Demokrasi ve Hukuk Krizi, “Zulüm Özür Uzlaşı”, Kardaş’ın yayınlanmış kitaplarından bazıları.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***