Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, seçim mevzuatı değişikliğini uygulamak açısından seçim takvimi başlangıcı itibariyle 1 yıl geçmesi gerektiğini belirterek seçimler 14 Mayıs’ta yapılacaksa bunun yüzde 10 baraj ve ittifaklar lehine artık oy sistemi anlamına geldiğini söyledi. Sağkan, HDP’ye Hazine yardımı engeli ve Ekrem İmamoğlu’yla ilgili kararları ise seçim güvenliğine aykırı bulduğunu belirtti.
Türkiye’de bu yılki Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimler, hukuki tartışmalar gölgesinde yaşanacak görünüyor. Seçimler resmi takvim uyarınca 18 Haziran’da gerçekleşecekti ancak AKP-MHP iktidarınca yapılan son açıklamalar itibariyle, 14 Mayıs’ta olması gündemde. Seçim takvimi değişikliği, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığı, siyasi partiler ile aday adayları arasında eşit koşullar meselesi gibi pek çok başlık “hukuk” ekseninde tartışmalı durumda.
Muhalefet cephesindeki tüm siyasi partiler, seçim güvenliği konusunda destek için gönüllü avukatları ve baroları adres gösteriyor. Peki Türkiye’de “savunma” hakkı açısından en üst temsilci konumundaki TBB Başkanı Sağkan, seçim yılı gündemindeki başlıkları nasıl değerlendiriyor? Bu çerçevede, VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Erinç Sağkan, öncelikle seçim güvenliği meselesini hukuken sandık günüyle sınırlı görmediklerini belirterek güvenli seçim sonucu için “öncesi, sandık günü ve sonrası” şeklinde tüm süreçte hukuki güvenliği sağlamak gerektiğini vurguladı.
“Maalesef ‘Yargı eline düşmek’ endişesi var”
“Seçim öncesi de aslında demokratik bir toplum olmanın gereklerinden uzaklaştığımız bir süreç yaşıyoruz. Haksız rekabetin yaşandığı süreçler yaşayabiliyoruz” diyen Sağkan, demokrasi ve demokrasideki en önemli unsurlardan birisi olan sandığı korumakta, yargıya büyük görev düştüğünü söyledi. Sağkan, “Maalesef uygulamadan kaynaklanan sorunlarla yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı çok büyük tartışmaya açıldı. Yurttaşların kendilerini hukuki güvende hissetmedikleri bir düzen içerisinde yaşıyoruz. Sandığı korumanın yanı sıra ifade hürriyeti, adil yargılanma hakkı yaşam hakkına kadar en temel hak ve hürriyetlerin korunmasında da yargı çok önemli. Maalesef geçtiğimiz süreçte iyi bir sınav verdiğini söyleyemem. Bu süreçte yurttaşlar için garanti olmaktan uzaklaşarak aslına bakarsanız adeta yurttaşlarımız bakımından ‘yargının eline düşmek’ maalesef ki endişe meselesi oldu” diye konuştu.
Hangi mevzuat uygulanacak?: “YSK’nın seçim takvimini ilan etme günü esas”
AKP-MHP’nin yasalaştırdığı ve muhalefet aleyhine ittifak sistemi zorlaştırdığı vurgulanan yeni seçim mevzuatı 6 Nisan sonrasında yürürlüğe gireceği için bu tarih sonrasındaki her gün yeni mevzuat uygulanacağı iddiası gündemde. Ancak TBB Başkanı Sağkan, AKP ile MHP’nin işaret ettiği 14 Mayıs’ta erken seçime gidilmesi durumunda hukuken ‘hangi seçim mevzuatıyla seçimler yapılacak?’ şeklinde bir soru işareti olmadığı görüşünde. Sağkan, “Seçim dediğimizde en önemli unsuru seçim/sandık günü değildir. Bu nedenle seçim takvimi ilan edilmektedir. O sebeple seçim takvimini belirleme günü itibariyle yani Yüksek Seçim Kurulu’nun seçim kararı aldığı tarih itibariyle yeni mevzuatı uygulamak için gerekli bir yıllık sürenin dolmuş olması gerekir” dedi.
“Kişisel hukuki görüşüm: Meclis kararı olmazsa aday olamaz”
Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığında ise “Aday olamaz” ve “Aday olur” şeklindeki her iki taraftaki hukuki argümanlarda haklılık payları bulunduğunu söyleyen Sağkan, bu konuda sadece hukukçu olarak konuşabileceğini belirterek “Ben hangi görüşe yakın olduğumu ifade edebilirim. Bana göre bir genel prensibimiz var. Kurallar geniş, istisnalar dar yorumlanır. Şimdi Cumhurbaşkanı’nın seçim sayısı anayasamızda belirtilmiş. Bana göre Meclis bir erken seçim kararı almadığı müddetçe Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu Anayasa’ya göre aday olması mümkün değil. Bunun bir tane istisnası var o da Meclis’in erken seçim kararı alması. Bu konuda çok açık bir düzenleme var. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendisinin seçim kararı alması ise istisna olarak sayılmıyor” diye konuştu.
Sağkan, “O sebeple benim hukukçu olarak görüşüm, Meclis tarafından alınacak seçimlerin yenilenmesine ilişkin bir karar olmadığı müddetçe, Anayasa’nın amir hükmü, açık hükmü uyarınca Sayın Cumhurbaşkanı’nın adaylığının mümkün olmadığıdır. Ancak yine söylüyorum, bu konudaki her iki argüman bakımından da kendince hukuki unsurları var” diye ekledi.
“Yargı kararlarıyla seçim güvenliği zedeleniyor”
Cumhurbaşkanlığı seçimindeki aday adaylarından biri olarak adı geçen İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’yla ilgili yargı kararı üzerine Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Muharrem Akkaya’nın, “İmamoğlu’nun aday olabileceği ancak cezası kesinleşirse mazbata alamayacağı yönündeki” açıklaması da tartışılan bir diğer konu.. Buna ilişkin Sağkan, öncelikle “İmamoğlu’nun aday olmasının önüne geçmek için yargının bir araç olarak kullanıldığına ilişkin haklı şekilde algı doğmasına sebebiyet verecek bir yargılama süreci işledi” görüşünde. Sağkan, özellikle İmamoğlu’nun duruşma dışındaki açıklamalarında, hakkındaki dava sürecini eleştirmesi gerekçesiyle mahkeme tarafından ceza indirimi yapılmamasına ilk kez tanık olduklarını da belirtti.
Buna ilaveten Sağkan, “YSK Başkanı’nın açıklaması aslında bir ihsas-ı rey kapsamında. Gerçekten görüntü olarak YSK’nın tarafsızlığı ve bağımsızlığı konusunda ciddi şüphe yaratacak bir beyan olarak ortaya çıktı” ifadesini kullandı.
Sağkan, Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin kapatılması talepli davada, Hazine yardımını bloke etme kararı almasına, “dava sonucunda beraat edebilecek birisini tutuklu yargılamayla cezalandırma” durumunu örnek gösterdi. HDP’ye ilişkin kararı da seçim güvenliğine aykırı olarak değerlendirdiğini çünkü devlet televizyonunda, eşit temsil sağlanmaması gibi bunun da siyasi rekabeti zedelediğini söyledi.
“HDP’yle ilgili karar üçte iki çoğunlukla alınabilecek nitelikte”
AYM’nin HDP aleyhine kararını 8 ‘kabul’ oyuna karşı 7 ‘red’ oyuyla aldığını anımsatan Sağkan, “Bu karar aslında sonuçta yaptırım olabilecek nitelikte. Yani Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı başvuru üzerine sonuç olarak ya tamamen reddedebilir yada HDP’nin kapatılmasına karar verebilir yahut HDP’nin Hazine yardımı almasını engelleyecek bir karar alabilir. Dava sonucunda alacağı bu kararı da eğer bir yaptırım kararı uygulayacaksa, üçte iki oy çoğunluğuyla almak durumunda. Anayasa açıkça bunu düzenliyor. Fakat sonuç olarak alabileceğiniz bir karar, tedbir olarak alındı ve hem o üçte ikilik çoğunluk kuralına uyulmadan alınabildi ama hem de tam seçim takvimi başlayacakken bir siyasi parti, Hazine yardımını kullanmaktan mahrum bırakıldı. Bu karar ile HDP’nin diğer siyasi partilere göre daha haksız ortamda seçim sürecini yürütebileceği bir karara imza atılmış oldu” dedi.
Sağkan, “Örnek veriyorum. Eğer birkaç ay sonra parti kapatılması talepli davasında Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebini reddederse ne olacak? Reddederse eğer bunca ay bir siyasi partinin Hazine yardımından faydalanamadan seçim sürecini yürütmesi gibi haksız rekabet ortamı, bizzat maalesef Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla yaratılmış olacak. Böyle bir ortamda demokratik bir yarıştan bahsedemeyiz” görüşünü aktardı. Bu noktada Sağkan, HDP’yle ilgili dava detaylarına değinmediğini ve sadece Anayasa Mahkemesi’nin sonuç niteliğindeki bir kararı tedbir olarak uygulamasıyla seçim sürecine etkisini yorumladığını sözlerine ekledi.
Neden Türkiye’de yargıya güven azaldı?: “Hakim, savcı güvencesiz”
Türkiye’nin artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararını uygulamadığını yine bizzat AİHM’in kararıyla sabit olan bir ülke olduğunu söyleyen Sağkan, “Şu anda tabii ki Avrupa Konseyi nezdinde Bakanlar Komitesi’nin yaptırımları düşünülmeye başladı. Bir takvim var bizim önümüzde. Çok acı bir durumdan bahsediyorum. Ama bunun dışında AİHM kararı uygulamama tavrı, anayasamızda yazan ‘hukuk devleti’ özelliğimizi kaybettiğimiz, o çizgiden uzaklaştığımız tablodaki somut örneği oluşturuyor” yorumunu paylaştı.
Türkiye’de neden hukuk devleti tartışması yaşandığını ise “bağımsız yargı” olmamasıyla açıklayan Sağkan, artık yargıyla ilgili “hak ve özgürlüklerin koruyucu değil, siyasetin aracı algısı” bulunduğunu söyledi. Türkiye’de her zaman bağımsız yargı sorunu bulunduğunu ancak 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrasında yaşananlar ve ardından Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle daha sorunlu bir tablonun oluştuğunu anlatan Sağkan, artık hakim olabilmek için yazılı sınav sonucunda 70 puan alma şartı dahi bulunmadığını ve siyaset etkisindeki hakim-savcı atamalarının, tartışmalı yargı kararlarına yol açıldığını söyledi.
Sağkan, “Yazılı metinlerle yargıdaki sorunları ve dolayısıyla yurttaşların sorunlarını çözemiyoruz. Yargı Reformu Strateji Belgesi ya da İnsan Hakları Eylem Planı gibi içeriği dolu görünen ancak uygulamada olmayan metinlerle çözüm sağlanmıyor. Hakimi, savcıyı bağımsız kılmadığınız müddetçe, coğrafi teminatını sağlama almadığınız müddetçe, uygulamaya geldiğinde hiçbir anlam ifade etmeyen kağıt parçalarıyla bu sistemde yurttaşa faydalı bir düzenleme getiremeyiz. Yapılacak, bence temel bir tane düzenleme var. O da öncelikle Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısını değiştirmek. Buranın üye belirlemesi yöntemini daha katılımcı bir hale getirmek. Buradan siyasetin elini tamamen çekmek ve bu şekilde hakimlere ve savcılara coğrafi teminatın sağlanması ilk adım olmalı” dedi.