Dr. İlhan Döğüş
Ana akım iktisadın ekonominin tek bir ürün ve tek bir firmadan müteşekkil olduğu temelindeki varsayımının yanı sıra, özellikle firmaların yatırım harcamalarının faize duyarlılığının yüksek olduğu varsayımı da yanlış.
Yazılarımda daha önce tartıştığım için üzerinde çok durmayacağım fakat özetle şunu söyleyebilirim: Öncelikle firmaların yatırım harcamaları talep düzeyine, yani siparişlerinin artacağına dair beklentiye bağlıdır. Ayrıca firmalar yatırımla yaptıkları harcamayı hasılat olarak geri edindikleri için ve bunu da mevduat hesaplarına koyma imkanları olduğundan firmalar için kredinin maliyeti, ödedikleri kredi faiz oranı değil, kredi faiziyle mevduat faizi arasındaki farktır.
Bir başka önemli husus, enflasyon arttıkça firmaların işletme sermayesi ihtiyaçlarını karşılamaları için kredi çekme talepleri de artar. Dolayısıyla ilişkinin yönü enflasyondan para miktarına doğrudur, para miktarındaki artıştan enflasyona doğru değil. Aşağıda sunacağım grafikte ABD özelinde gösteriyor ki, faiz artışları firmaların kredi talebini (kırmızı çizgi) çok da kısmış değil. Hane halkının kredi talebinde (mavi çizgi) ise sadece artış oranında bir düşüş gözlemlenmekte. Burada da enflasyonun önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz çünkü hane halkı daha sonra daha pahalı olacağını düşündüğü bazı ürünler için talebini öne çekmiş ve bunu da krediyle finanse etmeyi tercih etmiş görünmekte.
FAİZLERİN DÜŞMESİ YATIRIMI TETİKLEMEZ
Erdoğan ise faiz düşürmenin firmaların yatırım talebinin tetikleyeceğini bunun da üretimi artırarak yukarıda özetlediğim şekilde birim maliyeti düşüreceğini varsaymaktadır. Ancak yukarıda söylediğim gibi faizlerin düşmesi yatırımları tetikleyen güçlü bir etken değil. Firmaların maliyetlerindeki düşüşlerden kaynaklı kâr artışı yatırımı tetiklemez. Yatırımı tetikleyecek olan kâr artışı, siparişlerin artacağına dair beklentidir. Eğer firma bu siparişlerini mevcut üretim kapasitesiyle karşılayamayacağını düşünürse ya kapasite kullanım oranını artırır işçi alır ya da yatırım yaparak kapasitesini arttırır. Bir diğer varsayımı ise faizlerin maliyet olarak düşmesinin fiyatları baskılayacağı yönünde. Fakat faizler toplam maliyetler içerisinde %5 gibi düşük bir paya sahip.
FAİZ KARARLARININ SINIFSAL BOYUTU VAR
Faizleri arttırmak ise ekonomideki bilançoları kırılgan olan firma ve hane halkı sayısına bağlı olarak iflasları tetiklediği ölçüde işsizliği arttırıp ekonomiyi daraltmak, dolayısıyla maaşları baskılamak yönünde bir etkiye sahip. Bazı çalışmalar 1990 sonrası uygulanmaya başlanan enflasyon hedeflemesinin hem ekonomik büyümeyi baskıladığını hem de eşitsizliği arttırdığını ve emeğin gayrisafi milli hasıladan aldığı payı düşürdüğünü ortaya koymaktadır. Dolayısıyla faiz kararlarının ve daha özelinde enflasyon hedeflemesinin sınıfsal bir boyutu olduğunu söylemek mümkün.
Aşağıdaki grafikte Fed faizinin, maaş artış oranı ile emeğin verimlilik artış oranı arasındaki farkın üzerine çıktığı anda ekonomiyi resesyona sürüklendiği görülüyor. Fed, emeğin, verimlilik artışıyla elde edilenden daha az pay alması için ya da aldığı payı arttırmaması için resesyonu bile göze alıyor. Edward Dickens, Fed için büyük Amerikan bankalarının ve büyük Amerikan şirketlerinin öncelik olduğunu vurguluyor. Son dönemde faizi düşük tutan Türk merkez bankası içinse inşaat sektörünün ve AKP etrafında kümelenmiş sermaye grubunun öncelik olduğunu söylemek mümkün.
Merkez bankalarının faiz artışları ekonomiyi daraltma gücüne sahip çünkü işçi çıkarmak kolay, üretimi durdurmak kolay. Fakat merkez bankalarının faiz indirimlerinin ekonomiyi yeniden hareketlendirme ve canlandırma kapasiteleri düşük çünkü hem yatırımlar faize duyarlı değil, hem de işçi almak üretimi yeniden başlamak o kadar kolay değil ve zaman alır.
Dolayısıyla faiz önemli ölçüde bir bölüşüm değişkenidir. Sadece maaş artış oranını ve istihdamı baskılayarak emekle sermaye arasında değil, aynı zamanda sermaye grupları arasında da bölüşümü etkiler. Daha önceki bir yazımda tartıştığım üzere faiz, tasarruf arzı ve kredi talebi tarafından içsel değil, merkez bankaları tarafından dışsal olarak belirlendiği için merkez bankasının politika faiz oranının artırması, mevduat faizlerini ve tahvil faizlerini de arttırır. Bu da tasarruflarını mevduatta ve tahvilde tutanların servetlerini artırır ya da finansal yatırımcıların portföylerini mevduat ve tahvile doğru dönüştürmelerine sebep olur. Faiz artışı, resesyonun tetiklediği ölçüde firmaların batmaları ve beklenen kârlarını azaltacağından borsadaki hisselerin değerini düşürür. Ki Fed faiz artırdığından beri ABD borsaları düşmektedir.
Burada unutulmaması gereken bir diğer husus ise, finansal türev enstrümanlarla hisse değerlerindeki veya diğer finansal ürünlerin değerlerindeki düşüşlerin açığa satış yoluyla kar yaratma imkanlarının sunulduğu. Düşük faiz ise gerekli regülasyonların olmadığı durumda ucuz spekülatif borçlanmayı tetikleyerek finans piyasalarına özellikle de borsaya aşırı fon akışını tetikleyerek hisse değerlerini yukarı çeker.
Buraya kadar faiz kararlarının ekonomik çıkar çatışmalarından azade teknik bir mesele olmadığı umarım berraklaşmıştır. Enflasyon hedeflemesi uygulaması, maaşları ve dolayısıyla emeğin Gayrisafi Milli Hasıla’dan aldığı payın baskılanmasının üzerini örten bir bahane olagelmiştir. Günümüzdeki sorun, gücün merkezileşmesinden ötürü farklı toplumsal çıkarların bir araya gelerek demokratik kanallarla ortaklaşmaması sürecinin bertaraf edilmesi ve merkezileşmiş gücün etrafında toplanan azınlığın çıkarlarının genel kamu çıkarı olarak dayatılmasıdır. 1980 sonrasında ekonomi politikası teknokratik bir yapıya büründürülen merkez bankalarının üzerine yıkılırken maliye politikası bertaraf edilmiştir.
YARIN: Faiz yerine maliye politikası
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***