Esra ÇİFTÇİ
İSTANBUL – Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, 11 hak savunucusunun yargılandığı Büyükada Davası’nda verilen hapis kararları beş yıl sonra Yargıtay tarafından bozuldu. Son kararından sonra yargılamayı, geçen beş yıl içerisinde yaşananları ve Türkiye’deki hak ihlallerini ‘Büyükada Davası’nda yargılananlarla konuştuk.
‘ONLAR DA BİLİYORLARDI BİZDEN TERÖRİST ÇIKARAMAYACAKLARINI’
Nalan Erkem, Büyükada Davası hakkında söylenecek çok şey olduğunu ancak davayı hukukla, yasayla açıklamanın olanaksız olduğunu belirtiyor. Süreci siyaset ve onun güdümündeki medyanın birlikte kurgulayıp uygulamaya koyduğu bir dava olarak nitelendiren Erkem, soruşturma ve gözaltı kararı dahil davanın herhangi bir aşamasının hukukla değil, siyasetle bağlantılı olduğunun ve bunun da Yargıtay kararıyla da doğrulandığının altını çiziyor:
“Onlar da biliyorlardı bizden terörist çıkaramayacaklarını. Bütün bu zulmün nedeni, öyle sanıyorum ki insan hakları savunucularını ve sivil toplum örgütlerini korkutmak, susturmak sindirmekti. Bunu başaramadılar, tüm yalanlarına, gizli tanıklarına, baskı araçlarına rağmen bizler hep onurumuz ve haklılığımızdan aldığımız mücadelemizden ödün vermedik hiçbirimiz. Şimdi merak ediyorum bütün bu yalanı zulmü kurgulayanlar ve uygulayanlar nasıl bakıyorlar aynada yüzlerine, nasıl uyuyabiliyorlar, bile isteye insanlara bunca zararı vermişken, nasıl devam ediyorlar hayatlarına?”
‘TUTSAKLIĞA MAHKUM EDİLDİK’
Özlem Dalkıran ise sözlerine şöyle başlıyor:
“5 Temmuz 2017 tarihinde Yargıtay’ın kararını lehimize bozduğu güne kadar geçen zaman, 1.966 gün… Bunun 113 gününü fiziki parmaklıklar arasında, kalanını da tepemizde Demokles kılıcıyla geçirdik. Yani aslında verilen ceza miktarlarının çok üstünde bir tutsaklığa mahkûm edildik. Yargıtay kararı bozdu ama medyada çarşaf çarşaf aleyhimizde yazılan, dillendirilen iftiraların, karalamaların hesabını kim verecek?”
“Mesnetsiz ve absürt suçlamalarla hapsedilen onlarca hak savunucusunun hala içerideyken insanın şikâyet etmeye erindiğini” söyleyen Dalkıran, “Ancak onların da bizler gibi karara sevindiğini biliyorum. Umarım hem bizim için hem haksız yere özgürlüklerinden mahrum bırakılan hak savunucuları için bu kararın devamı gelir” diyerek sözlerini bitiriyor.
‘KARAR OLUMLU OLSA DA YETERSİZ’
Büyükada Davası avukatlarından Oya Aydın, Türkiye siyasetinde ve hukukunda son yirmi yıla damgasını vuran şeyin yargının büyük bir baskı aygıtı olarak muhalifleri ezme aracı olarak kullanılması olduğunu söylüyor. Büyükada Davası’nın da bu tür bir iktidar şiddetinin insan hakları savunucularına yönelik en absürt örneklerinden biri olduğunu belirten Aydın’a göre Yargıtay’ın kararı olumlu olsa da eksik:
“Yargıtay’ın beraat kararı verilmesi yönündeki kararı sonuç olarak iyi karşılansa da beklediğimiz gerekçe “her türlü şüpheden uzak kesin delil yokluğu” değil, davanın insan hakları hukuku çerçevesinde tartışılarak insan hakları savunuculuğunun bir suçlama konusu yapılamayacağına dair ilkeleri belirlemesi ve yargılama sürecinin başından itibaren insan hakları savunucularının haklarını nasıl ihlal ettiğini tespit etmesiydi. Ne yazık ki böyle bir karar verilmedi”
Avukat Oya Aydın, dava sürecinde hak savunucularına yönelik ihlallerine imza atanların cezalandırılmasının da önemine dikkat çekiyor:
“Bu noktada bize düşen, bu kadar saçma bir davanın açılması kararını veren, soruşturan, silahlarla kapısı açık bir insan hakları toplantısını basarak terörize eden, günlerce gözaltında tutan ve aylarca tutuklayan kişilerden tek tek hukuk önünde hesap sormaktır. Bu hesabı sormadığımız sürece, insan hakları savunuculuğu her zaman risk altında olacaktır”
‘MEDYANIN İÇLER ACISI HALİNİ ANLAMAK İÇİN İBRET VERİCİ’
Günal Kurşun, tutuklanmaları sürecinde yaşananları hatırlatarak “O zamanki hakkımızda yürütülen medya kampanyasına baktığımız zaman, “casus”, “vatan haini”, “ajan” gibi çok çeşitli suçlamalar olduğunu gördük” diyor. Bu suçlamaları yazan gazetelerin hiçbirinde beraat ettiklerine dair tek bir satır yazılmadığına dikkat çeken Kurşun, bu durumun Türkiye’de medyanın düştüğü ‘içler acısı halini’ anlamak açısından ibret verici olduğunu ifade ediyor.
‘YAŞADIKLARIM AÇIK VE KABA İNSAN HAKLARI İHLALİDİR’
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Eski Başkanı Taner Kılıç, dava süreci ve gelinen aşama itibarıyla duygu ve düşüncelerini anlatmanın pek de kolay olmadığını söylüyor:
“Yaşadıklarım açık ve kaba insan hakları ihlalidir. Bylock kullanmadığım ilk günden itibaren bilinmesine rağmen buna dair rapor bir yıl sonra mahkemeye geldi. Aldığım raporlar, dinlenen bilirkişi ifadeleri görmezden gelindi, adeta kulak tıkandı, kararda bahsedilmedi. Dosyada adil yargılanma hakkının ihlal nedenleri saymakla bitmez. AİHM 14,5 ay süren tutukluluk sürecim için “keyfi uygulama” dedi. Bölge Adliye Mahkemesi jet hızı ile kararı onadı ve bu süreçte sürekli kararın kesinleşerek tekrar cezaevine gönderilmem tehdidi altında yaşadım”
‘HERKESİN GÖRDÜĞÜ HUKUKSUZLUK TİYATROSU’
Uluslararası Af Örgütü Sekretaryası Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Milena Büyüm, yaşananları sadece Af Örgütü hareketine değil, Türkiye’nin sivil toplumuna bir saldırı ve herkesin gördüğü bir hukuksuzluk tiyatrosu olduğunun altını çiziyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Af Örgütünün 60 yıllık tarihinde ilk defa bir şubemizin iki üst düzey yöneticisi aynı zamanda tutuklandı, haklarında dava açıldı. Hareketimiz dünyanın her yerinde ses çıkardı, protestolara katıldı, kendi ülkelerinin yetkililerini de harekete geçirmek için çalıştı. İki milyondan fazla insan hak savunucularının özgürlüğü için imza verildi. Bu büyük haksızlık yedi hak savunucusu için Temmuz 2020’de beraatlarıyla sona erdi ama diğer dört arkadaşımız temelsiz cezaları Yargıtay tarafından geçtiğimiz hafta bozuluncaya kadar Demokles’in kılıcı gibi hayatlarını etkilemeye devam etti. Hiç açılmaması gereken bir davada, hiç alınmaması gereken cezalar nihayet bozuldu ama bu süreç beş yıldan uzun sürdü”
‘BEŞ YIL SONRA GELEN ADALETİN SESİ’
Yargıtay’ın cezayı bozma kararını “beş yıl sonra gelen adaletin sesidir” olarak nitelendiren İlknur Üstün de bu karara rağmen hak talebinden ve adalet arayışından vazgeçmeyeceklerini vurguluyor:
“Bu sürecin ve sürenin hak savunuculuğu alanına verdiği tahrifatın onarılması ise çok daha uzun bir zaman alacaktır. Bizim başımıza gelenler hak savunucuları için bir ilk olmadığı gibi ne yazık ki son da olmadı. Son bulabilmesi için hakikat ve adalet arayışından ve talebinden asla vazgeçmemek gerekiyor. Ben de asla vazgeçmeyeceğim”
‘BÜYÜKADA DAVASINA MİSYONUNU TAMAMLAMIŞ DAVA OLARAK BAKILABİLİR’
Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nden Nejat Taştan, Büyükada Davası’nın insanların hayatlarında yarattığı tahribat yanında konuşulması gereken yönleri olduğuna dikkat çekiyor. Dava öncesinde hak savunucularının iktidar medyası tarafından “ajan”, “casus” olarak lanse edilmelerinin yanında ilk defa bu davada birbirine benzemeyen üç ayrı yasa dışı örgüte birden yardım etmekle suçlanmalarının tesadüf olmadığını belirtiyor. Sonraki dönemde Gezi Parkı ve Osman Kavala davalarında yaşananların da tesadüf olmadığını doğrular nitelikte örnekler olduğunu söyleyen Taştan, kendi yargılandıkları davanın ‘misyonunu tamamladığını’ söylüyor ve bunu şu sözlerle gerekçelendiriyor:
“Bu ülkede medya kifayetiz polisiye hikayeler yazmaya, yargı organları bu hikayelerden dava yaratmaya, yargılama yapmaya, insanları delilsiz suçlamalarla cezaevine koymaya, asılsız suçlamalarla cezalar vermeye devam ediyor. Yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadıklarını, devlet AİHM kararlarının bağlayıcı olmadığını ilan etmekte hiçbir beis görmüyorlar. Hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi için de mücadele eden hak savunucuları, mevcut durum değişmediği takdirde başka kifayetsiz hikayelerin kurbanları olacaklardır. Büyükada Davası’na bu açıdan misyonunu tamamlamış dava olarak bakılabilir.’
‘BAŞTAN SONA ABSÜRT BİR KOMEDİ’
Veli Acu, davanın üzerinden beş yıl geçtiğini iki yıl önce beraat etmesine rağmen hala eski motivasyonuna dönemediğini, bunun için mücadele verdiğini söylüyor. Psikolojik boyutuyla sosyal çevrenin verdiği reaksiyonlar, iş yerindeki mesai arkadaşlarının bakış açılarının değişmesi, herhangi bir GBT’ye girerken ekstra bekletilme endişesinin sürdüğünü belirtiyor.
“Baştan sona absürt bir komedinin parçası olmak bana da tuhaf geliyor. Gerçekten somut elle tutulur bir yanı yoktu davanın ama işte iktidarlar isteyince ne kadar manipülatif oluyorlar bunu da çok yakından görmüş olduk. Bu sürecin iyi yönü var mıydı? Tabi ki vardı aynı dosyada olduğum arkadaşlarımın ne kadar samimi bir dayanışma içerisinde olduğunu gördüm. Dayanışma gerçekten sıcakmış, buna tanıklık ettim. Umarım haksız yere tutulan binlerce kişi bir an önce bırakılır, yıllarını mahkeme salonlarında kaygı içerisinde geçiren insanların sayısı azalır. Hiçbir haksızlık, hiçbir zulüm sonsuza dek sürmez, bu zulümde muhakkak bitecek”
NE OLMUŞTU?
5 Temmuz 2017 tarihinde İstanbul Büyükada’da gerçekleştirilen rutin bir insan hakları çalıştayına yapılan polis baskını sonrasında, Günal Kurşun, Özlem Dalkıran Veli Acu, Ali Gharavi Peter Steudtner, İlknur Üstün, Nalan Erkem, Şeyhmus Özbekli, Nejat Taştan, İdil Eser gözaltına alındı. Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç başlangıçta soruşturmanın bir parçası değildi ancak daha sonra savcı tarafından iddianameye eklendi ve Büyükada çalıştayında gözaltına alınan 10 kişiyle beraber yargılandı. “Fetullah Gülen Terör Örgütü Üyeliği” suçlamasıyla 6 Haziran 2017 yılında gözaltına alınan ve İzmir’deki bir mahkemenin kararıyla 9 Haziran’da tutuklanan Kılıç, Büyükada’daki çalıştay sırasında cezaevinde tutuklu bulunuyordu.
İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ ÇALIŞTAY GİZLİ DEĞİLDİ
Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı açıklamada ve gözaltına alınan insan hakları savunucularının yaptığı savunmalarda,
“Gizli olmak veya suç unsuru taşımak bir yana çalıştay Türkiye’deki insan hakları kuruluşlarının oluşturduğu bir ağ olan İnsan Hakları Ortak Platformu’nun (İHOP) inisiyatifinde düzenlendi. İnsan hakları savunucularının dijital okur-yazarlık ve güvenlik konularında kapasitelerini artırmayı ve Türkiye’de insan hakları açısından kötüye giden bağlam içerisinde hak savunucularını stresle baş etme, esenlik, direnç ve etkinliklerini koruma yöntemleri hakkında bilgilendirmeyi hedefleyen bir çalıştay kararı aldı. Bu tür eğitimler, dünyanın her yerindeki STK topluluğu arasında yaygın eğitimlerdir. Gizli olmak bir yana toplantı, insan hakları topluluğu arasında yaygın bir şekilde biliniyordu, katılım davetleri açık bir şekilde genişletildi ve katılımcılar nihai olarak toplantı tarihindeki uygunluklarına göre daveti kabul etti.
YARGITAY BÜYÜKADA DAVASINDAKİ MAHKUMİYET KARARLARINI BOZDU
Yargıtay 3’üncü Ceza Daire Başkanlığı, beş yıl sonra insan hakları aktivistlerine yönelik hapis cezalarına dair dosyayı inceledi. Taner Kılıç’a verilen hapis cezasında “eksik araştırma” ile hüküm kurulduğunu belirtti. Yargıtay İdil Eser, Günal Kurşun ve Özlem Dalkıran’ın dosyalarına ilişkin de her türlü şüpheden uzak kesin delil bulunmadığını vurguladı. Yargıtay dört isme verilen hapis cezası kararlarını bozdu.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***