YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Nazi olmak için Nazi olduğunu söylemeye gerek yok. Dünya görüşü ve ideoloji, değerler evreni, tahayyüller, olaylara bakış ve pozisyon alış, eğilim gösterilen politik düşünceler, sorunlara önerilen “çözümler” – kısacası düşünsel ve eylemsel bağlamdır kişileri Nazi yapan. Bugün Türkiye’de ortalama ve ana akım gibi görünen pek çok siyasal duruş Nazi ideolojisiyle ilintilidir. Dış politikadan iç politikaya, önemsenen siyasal değerlerden azınlıklara ve ötekilere ilişkin düşüncelere, göçmenlerden LGBTQ+ olgusuna, devlete atfedilen özelliklerden lider kültüne – aklınıza gelen hemen her şeyde Nazi ideolojisinin izlerini gözlemlemek olanaklı.
Nazileşen insanların çoğu Nazileştiklerinin farkında değil. Çünkü Nazileşmenin olağanlılaştırıldığı ve sıradanlaştırıldığı, kitleselleştirildiği ve meşrulaştırıldığı bir dönemden geçiyor Türkiye. Nazi ideolojisi partiler üstü ve genel geçer bir hal aldı. Toplumun normali oldu. Aralarındaki tüm ideolojik farklılıklara karşın, yöntem ve metot olarak birbirinin kopyası siyasal partiler, aynı hiyerarşik örgütlenme yapısıyla, aynı tek adam anlayışıyla, aynı yukarıdan aşağıya doğru örgütlenme biçimiyle, aynı habis orijinlerden türemeleri bağlamında, birbirlerinin kopyası gibiler. Hayata dair doğrularının birçoğu felaket derecede faşizm kokan, tümünün genetik büyükbabası İttihatçılar olan, ortak siyasal putlara ve kutsal devlete tapan, değişimin önündeki en büyük engel olan bir siyasi sınıf egemen Türkiye siyasetinde. Siyasal kültür dağarcıkları ortaokul tarih derslerinin derinliği ve onun elverdiği kadar olan, Anıtkabir, Kâbe ve Tanrı Dağı arasına sıkışmış, kendi dar kalıplarını aşıp evrensel olanla buluşmayı kıyasıya reddeden, yirmi birinci yüzyılda fiziken bulunmasına karşın ruhen ve benliksel olarak on dokuzuncu yüzyılın emperyal uluslararası ilişkiler evrenine saplanıp kalmış, bakan ama göremeyen, duyan ama idrak edemeyen bir siyasi sınıf bu.
Türk Nazi’si, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne hayıflanırken – diğer – emperyal güçlerin tarihte kendisine yaptıklarından şikâyet eden, kendi kanından olduğuna inandığı etnisitelerin haklarını savunurken kendi ülkesindeki diğer etnisitelere başka yerlerde kendi etnisitelerinden olanlara yapılanların aynını yapan, herkesle kavgalı, kendi içinde de kutuplaşmış bir zavallıdır aslında. Türk Nazi’si açlıktan nefesi kokan, hayatta tek övüneceği şey manipüle edilmiş ve damardan girilmiş Türk üstünlükçü tarih olan, hayat standartları, eğitimi, özgürlükleri, sağlık koşulları bakımından en kötü ülkeler arasında olmasına karşın bunları umursamayan bir garibandır. Bu aşağılık komplekslerinden dolayı sürekli yansıtma mekanizmasını kullanarak ülkesine sığınan Arapları, Afganistanlıları, Afrikalıları falan aşağılayarak aşağılık komplekslerini baskılar. Berbat devlet okullarında, berbat eğitim almış, berbat koşullarda yaşamaktan bıkmış öğretmenler tarafından berbat fiziki koşullarda verilen endoktrinasyonu eğitim zannederek büyür. Alt alta ve üst üste, birbiri içine sıkışmış, yeşil alansız, hijyensiz, temiz havasız, tozlu, kalabalık kentlerin sıradan mahallerinde büyürken, kendisine dayatılan patolojik faşizmi sorgulayacak bir bilince ulaşamaz, dedelerinin ve nenelerinin, babalarının ve annelerinin yaşadığı hayatın bile gerisine düşmüş olduğunu çıkarsayacak bir bağımsız düşünme yetisine bile sahip olmayan, birbiri içinde geçimsiz hatta kavgalı, hepsinden önce de mutsuz, alabildiğine mutsuz, öyle yaşar gider. Ve işin üzüntü verici kısmı, mutsuzluğunun farkına dahi varamaz, mutsuzluğun normal bir şey olduğunu sanır.
Türk Nazi’si devleti kutsallaştırırken kendisini bir tür kolektif parçasına indirger, devletinin gerçekte olmayan övünülesi özellikleriyle övünür, kendindeki eksiklikleri böylece halının altına süpürür, onlara yok muamelesi yapar, sefaletini anlamlı kılacak bir tür oto sansür programını devreye sokar. Biriken nefret enerjisini de çevresindeki hedef gördüğü ötekilere yansıtır.
Devleti, bu tür insan profilinden alabildiğine memnun, bu garip sakat ideal vatandaşı yeniden üretmeye bakar. Onu ilkokuldan askerliğe, hatta gidebilenlerini üniversiteye kadar rahat bırakmaz. Ona, çektiklerinin ödediği bedelleri olduğu, kolektif bir bağlamda ezberletilir. Dış güçlere ve içerideki hainlere karşı kazanılacak olan mutlak galibiyetin kendisi sayesinde elde edildiği masalı anlatılır. Bir uyuşturucu bağımlısının titreyerek maddeyi vücuduna bir şekilde sokması esnasında aldığı haz gibi, Türk Nazi’si de lider kültünü, dini ve ulusal tüketim malzemelerini, drajelenmiş tarih mitlerini, uydurulmuş etnik kimliği, artık ne varsa, tümünü absorbe eder ve mutlu olur.
Sağcısı solcusu, seküleri dindarı, CHP’lisi veya AKP’lisi, MHP’lisi ya da İYİP’lisi, ortalama Türk vatandaşlarının önemli bir bölümü Türk üstünlükçü otoriter karakter özelliklerini taşıyor. Kendisini anlamsızca ve bireysel değil grup aidiyetlerinden hareketle başkalarından üstün görüyor. Yoğun endoktrinasyondan ve kısmen de eğitimsizlikten ya da eksik eğitimden dolayı da, örneğin kendisine beyin yıkama yoluyla pompalanan yayılmacılığı, Kürt fobisini, Yahudilere, Ermenilere ve Rumlara/Yunanlara karşı dışlayıcı ve nefret algısını, tarihin idealleştirilmesi sonucu edindiği çarpık tarihsel bilinç nedeniyle geçmişte yapılan hatalara karşı retçi tutumu, vs. benimsiyor. Bu tür ekstrem pozisyonları savunan siyasal diskurları beğeniyor, destekliyor. Oy verme davranışı üzerinde bu tür habis duygular etkili oluyor, ajitasyona açık bu seçmen kitlesinin varlığı da, kurumsal bağlamda Türk Nazi ideolojisinin kendisini yeniden üretebilmesini, hatta daha da güçlenmesini sağlıyor.
Okul programları ve tarih müfredatları, siyasette kullanılan diskur, dış politikada sıklıkla atıfta bulunulan ön kabule dayalı retorik ve eylemler, devletin sembolleri, empoze edilen etnik ve ırkçı nasyonalizme yaslanmış Türk kimliği gibi birçok patolojik unsur, toplumsal rehabilitasyonu engelliyor, demokratikleştirici dönüşüm yollarını tıkıyor, çatışmayı ve uyumsuzluğu besliyor.
Yabancı düşmanlığı, sosyal soykırımcı dışlama, ırkçılık, etnik nasyonalizm, sığınmacılara karşı nefret ve şiddet, Kürtlere karşı asimilasyoncu politikaları doğal kabul etme ve bunlara rıza gösterme, Batı nefreti, temelsiz stereotipik önyargılar, kadınlara ve LGBTQ+ bireylere karşı nefret ve şiddet gibi dışa vurulmuş tehlikeli düşünce, algı ve eylemler giderek artıyor. Ayrıca toplumun içerisindeki farklı ideolojik grupların birbirlerine karşı önyargıları da tehlikeli bir düzeye ulaşmış durumda. Her bakımdan patlamaya hazır bir bomba görünümünde bir toplum söz konusu. Öte yandan Nazi türevi ideolojik pozisyonların varlığı ve radikalizme eğilim nedeniyle, bu mevcut iç gerilim iç barışı da tehdit edebilecek düzeye erişti. Hedefe alınmış ve cadı avına maruz bırakılmış toplumsal kesimlerin yanı sıra, takibata uğrayabilecek başka potansiyel geniş toplum kesimlerinin varlığı birçok akademisyen, yazar ve gazeteci tarafından gündeme getiriliyor. Türkiye, paralel toplumların bir arada varlığını sürdürdüğü, biraz da zoraki olarak birbirine tutunduğu eklektik bir görüntüde. Siyasal ve ekonomik sorunların invaziv bir kanser gibi tüm topluma yayılmasından dolayı da iç savaş riski dâhil birçok felaket senaryosu maalesef analizlerde gündeme alınmak durumunda.
Türk Nazi’si bir prototip. Max Weber’in ideal tip olarak adlandırdığı bir tür ortak kategori. Bu kategoriye giren insanların toplumdaki oranlarının yüksekliği alarm verici bir duruma ulaştı. Fakat buna karşın toplumda gerilimi yükselten ve iç basıncı daha da yükselten bir siyaset iklimi var. Partiler arası spektrumda en yoğun olarak hissedilen atmosfer unsuru, bu ideoloji. İnsanların alternatifsizliği, bu habis durumun adeta geometrik artışla çoğalmasına neden oldu. Bunun önünün alınması ve sürecin geri çevrilmesi gerekiyor. Bunun baskıyla ve dayatmayla değil, rıza prensibi ve uzlaşıyla gerçekleşmesi önemli. Bunun içinse öncelikle muhalefetin diskurunu değiştirmesi, demokratik ve insan haklarını temel alan, yumuşak ve yapıcı bir üsluba geçmesi lazım.
Nazi ideolojisinin sonu belli ve bu gidişat Türkiye’ye ve Türkiye insanına acıdan ve yıkımdan başka bir şey getirmeyecek. Cumhuriyetin 100. yılı yaklaşırken, Türkiye Cumhuriyeti kuruluştan bu yana en ciddi sınavla karşı karşıya. Kurtuluş Savaşı koşullarından daha zor koşullarda bir varoluş ve yeniden doğuş sınavı verilmek zorunda. Nazilikten arınma ve demokratikleşme dışında bir şans yok. Aksi takdirde son pişmanlık fayda etmeyecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***