Türkiye’de dille ilgili popüler (kimi zaman da okumuş, uzmanca) söylemin en sevdiği konu başlığı kimi kullanımların yanlış diye yaftalanıp doğrusunun buyurulmasıdır. Bu pratik eski retorikteki “fesahat”e karşılık geliyor; bugün de dile dair söylemde “doğru kullanım” yazını olarak, eğitim sistemindeyse “anlatım bozuklukları” adıyla yaşıyor. Özellikle “doğru kullanım” konulu metinler, uzun süre dil hakkındaki söyleme egemen oldu. Söz konusu yazın’ın temaları Tanzimat sonrasından (aslında daha da geriden, 16. yüzyıldan) 2010’lara kadar taranıp incelense belli bir süreklilik olduğu görülecektir. Ardındaki mantık da aşağı yukarı hep aynıdır: Doğrunun ölçütünü geçmişte ya da –bir başka dilden alınmış öğeler söz konusuysa– başka dilde bulur. Bu yazından eğitim sistemine geçen çok şey olduğu gibi aslında eğitim sisteminden söz konusu yazına da transferler olmuştur. Buna rağmen anlatım bozukluklarıyla ilgili söylem ele alınan dil düzeyleri bakımından daha geniştir: “Doğru kullanım” yazını daha ziyade imla ve kısmen morfoloji (kelimelerin ek-kök yapısı) ile ilgilenirken, “anlatım bozuklukları” ile uğraşanlar sözdizimi meselelerini de konu edebiliyorlar.
Ben bu yazılarda bu doğrultudan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışacağım ama zaman zaman da yanlış ilan edilen kullanımların neden yanlış olmadığına dair notlar düşeceğim.
Bir ara sosyal medyada gündeme gelmişti: Türkçede tekrardan (“Lamı cimi yok, hedef Avrupa kupasını tekrardan kazanmak” cümlesindeki gibi) diye bir zarfın olmadığı, varsa bile bu kullanımın yanlış olduğu iddia ediliyor, çoğunluk da her şeyi bilen zevk sahiplerinin mahkûm ettiği bu kelimeden cüzamlıymışçasına kaçmanın kendi hayrına olduğu hissine kapılıyordu. Öyle sanıyorum ki tekrardan’ın sıklığı son 5-10 yıl içinde hızla yükselmişti ama bir süredir –en azından okumuşlar arasında– ufaktan düşüyor.
Burada söz konusu olan doğru/yanlıştan ziyade, konuşma dilinde yaygınlaşmış bir kullanımın yazı diline girmesine direnmekti bana kalırsa (konuşma dilinin yanlışlar fışkıran bir pınar sayılması manidar). Halk diline güvenoyunun esirgenmesi de denebilir buna.
Türkçede zarflar, eski bir gramercinin deyişiyle, “devşirme” bir kelime kategorisidir. Bu takdire şayan sezgiyi belki şöyle açabiliriz: Türkçede zarf yapmaya yönelik özel bir ek yoktur; herhangi bir isme, sıfata belli bir ek getirerek doğrudan zarf yapamıyoruz. Türkçede bu tür kategoriler eklerden ziyade cümle içindeki konumla işaretleniyor. Bir başka deyişle, zarflık, hatta sıfatlık biçimselden ziyade işlevsel bir kategoridir. Buna karşılık şunu ekleyebiliriz: Türkçede çeşitli eklerle sık sık zarf yapıldığı da oluyor, ama o eklerin tek işlevi zarf yapmak olmadığı için bunlara zarf yapım ekleri demek fazladan bir analize başvurmayı gerektiriyor.
Dikkatinizi çekmiştir, yukarıdaki paragraflarda iki kelimenin altını çizdim: “ufaktan” ve “doğrudan”. İkisinde de isim/sıfat sayılabilecek kelimelere getirdiğimiz +dan ekiyle bunları zarf olarak kullanabildik (fazladan ise sıfat). Gramer kitaplarında ismin ayrılma/çıkma (ablatif) hali denilip geçilen bu ekin nice işlevinden biri, evet, zarf yapmaktır. Öyle sanıyorum ki (sanıyorum, çünkü emin olmak için ayrıca kapsamlı bir araştırma yapmak lazım) epey de eski zamanlardan beri bu ekle zarf yapabiliyoruz. İlk aklıma gelen örnek çok sevdiğim Kitab-ı Dede Korkut’tan: “Sabahdanca yerinden örü turur. Elin yüzin yumadın tokuz bazlamaç ilen bir güvlek yogurd gözler toyınca tıkabasa yer.” (Sabah erkenden kalkar. Elini yüzünü yıkamadan 9 yağlı ekmek ve bir külek yoğurt ister, doyuncaya kadar, tıkabasa yer.) Aynı metinde “öğledençe” kullanımına da rastlanıyor.
Bugünkü kullanımları hatırlayıp tasnif etmeye çalışırsak +dan ekinin bir yandan zaman adlarına bir yandan başka ad ya da sıfatlara ulanarak zarf işlevli kelimeler yarattığını görebiliyoruz. Zaman kelimelerine ya da başka sıfat/zarflara eklendiği örneklere bakarsak:
çoktan: “Çoktan gezmeye çıkmış olmamız gerekiyordu.”
önceden: “İkisi birbirlerini daha önceden tanıyorlardı.”
şimdiden: “Şimdiden bütün çöpleri süpürmüş.”
erkenden: “Sabah erkenden kalkmış, neredeyse hiç konuşmadan kahvaltı etmiştik.”
sonradan: “Sonradan binlerce kez düşündüm.”
birden: “Birden başım dönüyor.”
birazdan: “Birazdan sabah olup olmayacağını… düşündüm.”
aniden: “Aniden geri dönerse…”
Akşamdan’a da bir türküden örnek verebiliriz: “Ay akşamdan ışıktır.” Şunları da örneksiz kaydedelim: dünden, geceden, hepten.
Nitelik adlarına ya da sıfatlara getirildiği ve zarf yaptığı durumlar:
ağırdan: “Ağırdan alırsam sanırım gölün çevresini dolaşmayı da başarabileceğim.”
hafiften: “Hafiften başım dönüyordu.”
eskiden: “İlk istifin eskiden durduğu yerde…”
yeniden: “Yeniden yerime oturuyorum.” (Buraya kadarki örnekler şu kitaptan: Per Peterson, At Çalmaya Gidiyoruz, çev. Deniz Canefe.)
Diğer adları da aklımıza getirelim:
baştan: “Tanrım beni baştan yarat.”
gerçekten: “Sesi gerçekten çok güzeldi.”
Allahtan (“neyse ki” anlamında, henüz belli başlı sözlüklerde rastlanmıyor): “Allahtan astsubay olmuşuz, ya bir de asteğmen olsaydık?”
kafadan: “Filancanın her yaptığına kafadan karşı çıkmak yerine bir durup dinlesek mi?”
Şu kullanımları da örneksiz olarak sıralayayım: sahiden, harbiden, derinden, yakından, açıktan, yekten, çiğden, damardan, ardından, yüzünden, cepheden, önden, arkadan, yalandan, yalancıktan, şakacıktan…
Hal böyleyken tekrardan kelimesinin nesi yanlış ya da çirkindi? Tahminimce +dan eki gereksiz sayıldığı için itiraz ediliyordu bir yandan, nitekim “hedef Avrupa kupasını tekrardan kazanmak” cümlesinde eki atınca kelime zarflığından bir şey kaybetmiyor. Bu nedenle ekin fazlalık olduğunu düşünenler olabilir ama ben burada ekin kelimenin cümledeki işlevini biçimselleştirdiğini (biraz teknik bir dille, kelimeye zarf işaretleyicisi kattığını) düşünüyorum, ki bu da “yanlış” denebilecek bir şey değil. Öte yandan, neolojizm (yeni bir kelime) olduğu için kulak tırmalıyordu. Onu yanlış ya da çirkin gösteren de bu neolojizmin toplumsal kökeniydi muhtemelen: Okumuşlardan yayılmamış; halktan, muhtemelen halkın da pek sevimli/saygın bulunmayan bir kesiminden, işçiler değilse esnaftan, yarı-okumuşlardan yayılmış olduğu için mahkûm edilmişti.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***